Galatasaray teknik direktörü Fatih Terim, şampiyonlar ligi maçı öncesindeki basın toplantısında kullandığı metaforlarla, futbola ve söylemlerine ilişkin bu ülkedeki algıların neden bir türlü değişmediğini bir kez daha sorgulamamıza sebep oldu. “Takımımıza sakatlar ordusu diyebiliriz ama ordu diyorsak ve başlarında da bir kumandan varsa geriye cephane kalıyor. 50 bin de cephanemiz var; taraftar. Demek ki hâlâ savaşabiliriz. Ağlamaya sızlamaya gerek yok”. Futbol takımının ordu, teknik direktörün kumandan ve taraftarların da cephane olarak nitelendirdiği bir yerde herhalde söz konusu karşılaşmayı sadece bir futbol müsabakası veyahut oyun olarak nitelendirmek de mümkün olmayacaktır. Zaten sayın teknik direktörümüz de savaş nitelemesine başvurmak suretiyle boşluğu tamamlamıştır.
Futbol medyasının savaş metaforlarını kullanması ve militarize bir söylem kullanması ülkemiz futbol gazeteciliği açısından alışıldık bir durumdur. Çünkü bu sayede hem taraftarları etkileyebilme olasılığı yüksek olduklarına inandıkları klişeleri dolaşıma sokmaktadırlar hem de sıradanlığın rahatlığı içerisinde yollarına devam etmektedirler. Böyle olduğu için Süper Lig'imizdeki şampiyonlukların sayısının yıldız savaşlarına çevrilmesi ve ardından yüzbaşı, binbaşı veya kıdemli ifadelerinin kullanılması şaşırtıcı değildir. Geçmişte ellerine tüfekler verilerek nişan alma pozisyonundaki futbolcuların görüntüleri ile olan biteni daha doğrusu olmasını arzu ettiklerini kamuoyuna duyuran futbol medyası için bir sonraki aşama üzerinde oynanan fotoğrafları dolaşıma sokmak olmuştur. Galatasaray’ın dördüncü yıldızı takmasının ardından teknik direktör Hamza Hamzaoğlu’nun üniformalı görüntüsü bu açıdan dikkat çekicidir.
Bu kez ilgi çekici olan ise söz konusu olan yaklaşımı futbol medyasının değil bizzat teknik direktörün kendisinin kullanıyor olmasıdır. Teşbihte hata olmaz fakat böylesi benzetmelerin ülkemizdeki özellikle de futbol alanındaki karşılaşmaların dostluk, kardeşlik veya barış gibi kavramları değil bu şekilde doğrudan savaşı ve karşı tarafı yok etmeyi ortaya koymakta oluşu sıkıntı yaratmaktadır. Çünkü futbolu bu şekilde görmeye başladığınız andan itibaren sahanın içini ve sahanın etrafındakileri de buna uygun bir anlayışla konumlandırmış oluyorsunuz. Bir başka deyişle futbolu adeta bir derin oyun olarak savaş üzerinden yeniden kurguluyor ve buradaki takımın/ordunun neferlerine bazen de generallerine komutlarınızı iletiyorsunuz. Tabii bu sadece atılan gol, düşürülen veya yok edilen kale ile sınırlı kalmıyor aynı zamanda zihinsel belleğin derinliklerinde saklı durmakta olan Viyana imgesine kadar uzanabilecek bir yaklaşımı da ateşliyor.
Buradaki asıl üzerinde durmamız gereken ise cephane olarak nitelendirilen tribünlerdeki taraftarların durumu oluyor. Bu silahın ve silahta kullanılan mermilerin bazen kendinize dönme ihtimalini ve yaratabileceği tahribatı da bu şekilde daha baştan kabullenmeniz gerekiyor. Fatih hocanın takımını ve taraftarlarını ateşlemek için kullandığı benzetmeler bununla da sınırlı değil konuşmasının sonunda ‘biz kaybettiğimizde yenilmeyiz, pes ettiğimizde yeniliriz’ ifadesini de kullanıyor. Futbolu ve onun etrafında oluşan dolu dolu bir dünyayı savaş üzerinden açıklamak ve yaşanabilecek olanlara ilişkin çıkarsamalarda bulunmak yerine futbolu bambaşka bir pozisyona oturtmamız gerektiğini hem futbol medyasının hem de futbolu yönetenlerin( teknik direktörlerin, kulüp yönetimlerinin, futbolcuların) bir kez daha düşünmeleri yerinde olacaktır. İçinde bulunduğumuz dönemde oyundan iş’e doğru değişen yapısı ile futbolu açıklayabilecek olan metafor artık savaş ve onun beraberinde getirmekte olduğu unsurlar değildir.
Futbol ile birlikte dünyanın futbol algısı ve futbola ilişkin yaklaşım kalıpları da değişiyor. Bu noktada bambaşka bir futbol iklimi içerisinde Türkiye’deki takımların, futbolcuların, teknik direktörlerin, kulüp yönetimlerinin ve futbola ilişkin bütün kesimlerin yeni bir futbol zihniyetini inşa etmeye katkı vermeleri gerekiyor. Bütün bu geliş gidişlerin içinde yaşadığımız kültürel yapının yansımaları olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmadan ve başka türlü bir futbolun da mümkün olabileceğini bilerek hareket etmeliyiz.
Bu ve benzer açıklamaların yaşanabilecek olası hayal kırıklıkları karşısında başvurulabilecek yetersizliklere ilişkin geniş bir çerçeve sunduğunun farkındayım. Ayrıca bu anlayışlar başarıya ulaşıldığı takdirde beraberinde hamaset edebiyatının önünü de sonuna kadar açabilecek ve yapanları çok daha ulaşılmaz mertebelere yükseltebilme olanağını da fazlasıyla taşımaktadırlar. Fakat tüm bunlara karşın metaforik düzeylerde de olsa şiddeti değil şiddetsiz bir dünyayı ve barışçıl yaklaşımları savunmalıyız. Dürüstçe ve Adil bir şekilde gerçekleşecek olan bir oyunda Fair Play yaklaşımı hem kendimize hem de rakibimize saygıyı ve hoşgörüyü beraberinde getirecektir. Bu ise sadece bir maçın içini ve sonucunu değil çok daha fazlasını kazanmamıza yardımcı olacaktır.