02 Eylül 2021

Sıfır çeken lisans programları

Geçen yıl 21 program hiçbir öğrenci tarafından tercih edilmezken bu yıl 166 lisans programı sıfır çekmiş durumda. Acilen yeni YÖK başkanının sıfır çeken programların yanı sıra üniversite kontenjanları ve üniversitenin toplumsal yaşam içerisindeki yeri konumunda adımlar atması gerekmektedir. Çünkü üniversiteler ülkelerin can damarlarıdır ve akademi biterse hepimiz biteriz.

Yükseköğretim Kurumları Sınav(YKS) sonuçları Ağustos ayının son günü açıklandı. Söz konusu sınavla ilgili olarak yapılan taban puanın azaltılması ile ilgili olarak devreye sokulan düzenlemelerin etkisinin ne olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak şimdi üzerinde düşünmemiz gereken çok daha önemli bir konu var; önce temel bilimlerde başlayan öğrencilerin tercih etmeme sorunu şimdi de sosyal bilimlere de sıçramış vaziyette. Geçen yıl 21 program hiçbir öğrenci tarafından tercih edilmezken bu yıl 166 lisans programı sıfır çekmiş durumda. (https://www.memurlar.net/common/news/documents/988257/sifir-ceken-lisans-programlari.pdf) Üniversite ve üniversite öğrenci sayılarının arttırılması ile her fırsatta gururlanan iktidarın son sınav yerleştirme sonuçları sonrasında ortaya çıkan tabloyu değerlendirmesi gerekiyor. Yükseköğrenim Kurumu’nun felsefe bölümlerini tercih edecek olan öğrencilere dönük olarak burs verme uygulamasının bile yeterli olmadığı sıfır çeken programlar içerisinde Ardahan, Çankırı, Erzurum Teknik, Munzur, Karabük, Kastamonu felsefe bölümlerinin yer almasından anlaşılıyor. O halde sorunun tek başına burs veyahut kontenjan meselesi olmadığını çok daha kapsamlı ve farklı yanlarının bulunmakta olduğu gerçeği ile işe başlamak durumundayız.

Her şeyden önce yükseköğrenimdeki kontenjan belirleme uygulamasını bilmeyen okuyucularımız için şu durumu açıklamakta fayda var. Her yıl YÖK’ten üniversitelere fakülte ve yüksekokullardaki programlarda kaç kişinin alınacağı ile ilgili olarak bir yazı gelir. İlgili bölümler ve kurullar bu yazıya istinaden kontenjanlarını belirler ve söz konusu kontenjanlar üniversitelerin senatolarından da geçirilmek suretiyle YÖK’e bildirilir. Ancak buradaki en ilginç husus üniversitelerin yazdıkları ile kendilerine verilen kontenjanlar arasındaki uyuşmazlık halidir. Örneğin X bölümü 40 kişilik bir kontenjanın kendileri için uygun olduğunu belirtirken bu istediğinin iki katı veyahut biraz altında bir kontenjanın (80 veya 70 kişi)  kendisine verildiğini görmek durumunda kalır çoğu zaman. Aslında bu durum bu yıl salgının yarattığı etkilerin sınıflarda nasıl bir büyük sıkıntı yaratacağını da ortaya koyacak. Çünkü var olan fiziki şartlara karşın ısrarla verilen fazla kontenjanları yıllar içerisinde üniversite öğrencilerini sıralarda üçerli oturtarak çözme yoluna gitmişliğimiz veya ilave sıralar ile durumu çözmeye çalışma gayretlerini de görmüşlüğümüz var.

Üniversite sayısının arttırılmasının kalitenin arttırılmasını sağlamadığı gerçeği ile bir kez daha karşı karşıya kaldığımızı yine bu sıfır çeken programlar üzerinden değerlendirmek durumundayız. Çünkü nicelik artışı beraberinde nitelik artışını getiremez! Niteliğin artmasını sağlamanın yollarını açmak için çok daha fazla çaba sarf etmeniz gerekir. Burada öğretim üyesi kadrolarından başlayarak var olan durumu sorgulamak zorundayız. Tabii bir de işin tüm ülkeyi fazlasıyla saran vasatlaşma boyutu var ki burası üniversite kavramının kendisinin de sorgulanmasına yol açıyor. Vasatlaşma ve beraberinde liyakatsizleşmeyle birlikte gençlerin yarınlara duydukları güveni ve beklenti düzeyini de azaltmaya başlıyorsunuz. Daha fazla program açma ve daha çok öğrenciyi üniversite mezunu yapma sorunları çözmüyor hatta bilakis daha da içinden çıkılmaz hale dönüştürüyor. Çünkü hem buraya gereksiz bir yatırım yapmış oluyorsunuz hem de ara eleman yetiştirmenin önünü kesmek suretiyle ekonomiyi zarara uğratıyorsunuz.

Sıfır çeken programlara baktığımızda İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinin, Ziraat Fakültelerinin, Su Ürünleri Mühendisliği, Makine Mühendisliği, Gıda Mühendisliği, Felsefe bölümlerine olan ilginin özellikle üç büyük kentin dışında kalan neredeyse bütün ülkede azalmakta olduğunu görüyoruz. Belki bir parantezi de Ankara, İstanbul ve İzmir dışında kalan üniversitelere açmakta fayda var. Öğrenci tercihlerine baktığımızda üç büyük kentin doluluk oranlarının daha fazla olduğu göze çarpıyor. Kendi alanım olan sosyolojiden örnek vermenin belki de tam sırası. Aşağıda sosyoloji bölümünden bir meslektaşımın bana gönderdiği şu tablo aslında pek çok şeyi fazlasıyla açıklıyor. Ankara, İstanbul, İzmir ve Samsun dışındaki bütün sosyoloji bölümlerinde kontenjanlarda boşluklar göze çarpıyor ki bazılarında bu durum hakikaten had safhada.

Sosyoloji özelinden bu durumu açıklamaya devam edebiliriz. 99’u devlet (16 tanesi ikinci öğretim) 55’i vakıf olmak üzere toplam 154 adet sosyoloji bölümü bulunmakta. Bunun yanı sıra Anadolu Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesine bağlı Açık Öğretim programlarında da sosyoloji bölümü yer almaktadır. Bu kadar çok sosyoloji öğrencisini nasıl istihdam edeceğiniz sorusunu sadece sosyoloji için değil buraya gerek sosyal bilimlerden gerekse de temel bilimler ve mühendislik alanlarından pek çok bilim dalını yazarak da yanıt arayabilirsiniz.

Peki neden üç büyük kent tercih ediliyor da diğerleri edilmiyor? Örneğin listedeki Malatya İnönü üniversitesi sosyoloji bölümündeki öğretim üyesi sayısı(8 profesör, 2 doçent, 1 doktor öğretim üyesi) İzmir’deki bütün sosyoloji bölümlerinden(örneğin Ege üniversitesi 1 profesör, 2 doçent 1 doktor öğretim üyesi, 1 öğretim görevlisi) çok daha fazla. Öğrenciler, büyük kentleri ve beraberinde bu kentlerdeki yaşam koşullarıyla onlara sunulan olası rahatlığı da tercih ediyorlar.

Yeniden sıfır çeken programlar sorunsalına döndüğümüzde ise karşımıza bir taraftan son yıllarda giderek artan üniversitelerin toplumsal yaşam karşısında erezyona uğramaları gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Üniversite mezunu olmanın getirisi giderek kayboluyor ve eğitim ile sosyal statü arasında kurulan bağlantı konusunda da sıkıntılar artıyor. Burada gençlerin ülkenin geleceğine yönelik kaygılarını da göz ardı etmemeliyiz. Bir taraftan düzenli olarak eğitimli gençlerimizi kaybetmekte olduğumuz gerçeğini de unutmamalıyız. Üniversitenin liseleşmesi süreci hızlandıkça üniversitenin toplumsal karşılığı da düşüyor ve bu süreç beraberinde üniversite mezunu olmanın öneminin de sorgulanmasına yol açıyor. Tüm bu olup bitenlerin üniversite içerisinde de bir karşılığı var elbette. Sıfır çeken programlar ve giderek sıkıntı yaşanan kadro atamaları meselesi bundan sonra daha da büyük karmaşaların yaşanacağının habercisi. Bir yanda kadrolarına atanamayan binlerce akademisyen söz konusu öte yanda giderek daha fazla ideolojik hale dönüşen bir kurum olarak üniversite gerçeği yer almakta. Oysa içinden geçmekte olduğumuz bilgi çağının dinamiklerinde en son yapmamız gereken şey elimizdeki nitelikli kadroları küstürmek ve onları kaybetmek olmalıdır. Acilen yeni YÖK başkanının sıfır çeken programların yanı sıra üniversite kontenjanları ve üniversitenin toplumsal yaşam içerisindeki yeri konumunda adımlar atması gerekmektedir. Çünkü üniversiteler ülkelerin can damarlarıdır ve akademi biterse hepimiz biteriz.

Türk tiyatrosunun yüz akı bir değeri daha sonsuzluğa uğurluyoruz. Ferhan Şensoy benim için Ferhangi Şeyler’le başlayan ve hiç bitmeyen muazzam bir ustalığın adıydı. Nurlar içinde yatsın. Allah gani gani rahmet eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır