Her geçen gün biraz daha fazla şaşıracağımız haberlerle karşılaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemin en büyük özelliklerinden bir tanesi hiç kuşkusuz teknolojik aletlerde yaşanan müthiş dönüşüm.
Bu sayede her an ve her yerde kendimizi gösterebileceğimiz bir donanıma kavuşmuş olduk. Bununla birlikte bu durumun yaratmış olduğu etkiler ise gündelik hayatlarımızı içinden çıkılmaz bir karmaşaya doğru da sürükledi.
Artık akıllı telefonlarımız sayesinde sürekli olarak nerede olduğumuzu eş, dost, akraba kadar elaleme ve düşmanlarımıza da gösteriyoruz. Daha önce göstermekten utandığımız, imtina ettiğimiz veyahut gizli saklı yaptığımız pek çok eylemi şimdilerde tam tersine herkesin gözünün içine sokarak yapıyoruz.
Değişen koşullarla birlikte insani değer yargılarımızda ortaya çıkan müthiş gel-gitlerin sonucu olarak teknoloji sonrasında hayatlarımız bir daha hiçbir zaman eski naifliği içerisinde olabilme ihtimalini kaybetmiştir. Aslında şu anda olup bitenleri ‘biri bizi gözetliyor’un en uç hali olan ‘bakın ben buradayım’ durumunun gösterilmesinden, belgelenmesinden başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Artık mühim olan ‘An’ı yaşamak, olan bitene tanıklık etmek veya dahil olmaktan ziyade orada olduğunu göstermek ve bunu ispatlayacak görüntüleri yayınlamaktır. Bu durum gittikçe daha fazla tahakkümün önünü açarken, bir taraftan da var olan sınırların yerle bir olmasına ve başka türden değer yargılarının öne çekilmesine de yol açmaktadır.
Burada artık kişilerin ne yaptıklarını, neden orada bulunduklarını sürekli olarak belgelemeleri gerekmektedir. Öte yandan böylesi bir dönem bizim gibi ‘kraldan fazla kralcılığın’ geçerli olduğu kültürel yapılarda müthiş bir yağcılığın da önünü ardına kadar açmaktadır.
Etrafınıza dönüp baktığınız her an aslında tam da bu başlıktaki gibi yüzlerce örneğe şahit olduğunuzu görebileceğiniz bir ortamda yaşadığınızı fark edeceksiniz.
Özellikle sosyal medya hesaplarında paylaşılan yemek fotoğraflarının haddi hesabının bulunmadığını söylememe bile herhalde gerek yok. Bir zamanlar yerli malı haftası için okullara meyveler gönderilirken uyarı alan bir kuşaktan bugün yediği yemeğin resimlerini paylaşan kuşaklara doğru son derece sert ve zaman zaman da düzeysiz bir geçiş yaptık.
Sadece yemek resimleri değil, normal şartlarda insanların kendilerine ait gördükleri mahrem görüntülerini internet üzerinden paylaşmaları ve herkesin birbirinin hayatına müdahil olabileceği bir ortamın çoğu zaman farkında olmadan yaratılmasına katkıda bulunmaktadır.
Bu örneklerin yanı sıra bir de gideceği yerin uçak biletini ve pasaportunu bir arada fotoğraflayarak gözümüze sokanları da bu kategoriye eklemeyi unutmamalıyız. Aynı durum gittikleri yerin neresi olduğunu ve nerelerde bulunduğunu gösterme ihtiyacı açısından da devam etmektedir. Artık her birimiz açısından dünyanın her bir köşesi tanıdık görsellerle çevrilmiş durumdadır.
Bu açıdan gösterme ihtiyacımızın şiddetlenmesinin beraberinde her birimizin kendi kimliklerini ifşa edecekleri bir doyurulma arzusuna da yol açtığı bir durumla karşı karşıya bırakılıyoruz.
İşte tam bu noktada gözetim toplumunun kıskacı içerisine bir daha içinden çıkamayacağımız bir biçimde hapsolmayı da kabullenmiş oluyoruz. Kullandığımız telefonlardan, kredi kartlarına, bilgisayarlardan otomobillere kadar her türlü teknolojik aygıtla sisteme biraz daha bağlanıyor ve biraz daha fazla batıyoruz. Bir kısır döngü gibi tahakkümün sınırlarını bizzat kendimizi bu olup bitene kaptırmak suretiyle dahil ettiğimizi görmemizin bile imkanı kalmıyor!
Artık ister kutsal mekanlar olsun isterse kamusal mekanlar fark etmiyor. Her yer ve her zaman bu ispatlama güdümüzü ortaya koyabilecek durumda var olmaya çalışıyoruz. Böyle olduğu için geçmişte aklımızın ucundan bile geçmeyecek olan her türlü tuhaflık artık ‘normal’ kabul ediliyor. Sürekli farklı olmaya çalışan ancak farklılık girdabının içerisinde kaybolan kitleler haline dönüşüyoruz.
Böyle olmamak adına tuhaf evlenme tekliflerinde bulunuyor ve bunları da görselleştirmek suretiyle olan bitene dahil olmayı sürdürüyoruz. Kabe’de evlenme teklifinde bulunan çiftin alkış istemesi de tamamen bu anlayıştan ileri geliyor. 18 Mart şehitlerini anmak için camiye giderken orada olduğunu gösterebilmek için yanında üniversitenin fotoğrafçısını götürüp kendi resimlerini çektiren rektörün durumu da yine bu ruh halinden besleniyor.
Benzer şekilde Eyüp Sultan türbesi içerisinde bir taraftan kutsaliyete rivayet edenlerden çok daha fazla selfie çekerek kendisinin nerede olduğunu göstermek isteyenler de aynı kulvardan geliyorlar. Bütün özel mekanlar için aynı durum söz konusu bakın ben oradaydım ve ben de sizlerden birisiyim diye bilmenin farklı ama dönemimizin ruh halinin yansıması tüm bu olup bitenler. Anayasa oylamaları sırasında milletvekillerinin ellerinde hangi oyu kullandıklarını göstermeleri çok konuşulmuştu. Normal de herkesin tek başına girmesi gereken oy kabinlerine birden fazla milletvekilinin birlikte girmeleri ya da verdikleri oyun rengini telefonları ile kaydetmeleri de yine bu yeni dönemin farklı örneklerinden bir tanesidir sadece.
Bir örnekleştirilen yaşamlar sayesinde tahakkümün sınırları geçmişte tartışılan noktaların çok daha ötesinde bir pozisyona ulaşmıştır. İlginç olan tüm bu olup bitenler içerisinde yaşadıklarımız ya da bizlere yaşatılanlar üzerinde en fazla katkıyı verenlerin bizzat bizlerin olmasıdır. Farklılık üzerinden adeta virüs gibi yayılan ve her geçen dakika biraz daha fazla hepimizin hayatlarını zehirleyen bir yaklaşım sayesinde giderek daha fazla tektipleşiyoruz.
Gittiği ülkelerde aynı yerleri ziyaret etmek durumunda bırakılan ve aynı hediyelik eşyaları seçmek zorunda kalan turistler gibi konumlandırıldığımızın farkında bile değiliz. Modernlik adı altında yaptığımız tüm yeniliklerle yüzlerce yıldır oluşturmuş olduğumuz kültürel yapıyı yerle yeksan ettiğimizi göremiyoruz. Büyük büyük evler, havaalanları, köprüler, otoyolları yaparak modern olabileceğimiz sanrısıyla kendimizi kandırıyoruz.
Oysa bütün bunları yaparken hem geçmişe ait değerlerimizi yerle bir ediyor hem de bizi biz yapan folklorik ögelerimizden müziğimize, yemeğimize, kıyafetlerimize kadar her şeyimizi yitiriyoruz. Mana’nın yitirildiği yerde insanların değerleri de kaybolur ve suretler gerçeğin yerini almaya başlar. Böylesi bir zaman başladığında ise sahte mutlulukların uğruna her şey satılmaya hazır hale dönüşür. Bugünü yaşadığını zannedenler bugün uğruna dünü feda ederlerken yarınların ne getirebileceğinin önemini bilemezler! Artık onlar için bir tek önemli eylem vardır: Nerede olduğunu ispat etmek! Aslında bu ruh hali iktidarlar açısından bulunmaz bir nimettir ve tahakkümün sınırları artık hiçbir yerdedir. Çünkü sınırları bulunmayan bir pozisyona dönüşmüştür.
Tüm dünyada giderek daha fazla otoriter rejimlerin ortaya çıkmasının arkasında yine bu anlayışın etkileri bulunduğunu göz ardı etmemeliyiz. Kendisi dışında her şeye karşı yabancılaşan kitle açısından, düşmanların üretilmesi ve öteki olanların hayatlarından dışlanmasının önünün açılması da böylece kolaylaşmış olmaktadır. Arayışın süreceği buna karşın kafa karışıklığının da giderek fazlalaşacağı bir dönem hepimize şimdiden hayırlı olsun!