27 Eylül 2017

Makas açılıyor

Okuldan uzaklaşan ve iş olanaklarını da yakalayamayan gençler açısından yarınlar daha da belirsiz bir hale dönüşüyor

Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2016 yılı bölgesel sonuçları geçtiğimiz gün açıklandı. Verilere bakıldığında yoksul sayısı azalırken en düşük gelire sahip yüzde 20’nin toplam gelirden aldığı pay ile en yüksek gelire sahip %20’nın toplam gelirden aldığı pay arasındaki oran 7,7’ye yükselmiş. Bir önceki yıl bu oran 7,6 seviyesindeydi yoksul sayımız azalıyor buna karşın zengin ile yoksul arasındaki makas da açılmaya devam ediyor. Bir başka deyişle adaletsizlik giderek katmerleniyor.

Ülkemizin üç büyük kenti gelir sıralamasında da yerlerini koruyorlar ancak bu yıl Ankara 26 bin 486 liralık fert geliri ile İstanbul’u 445 lira farkla geride bırakmayı başardı. İzmir’de ise bu rakam 23 bin 612 lira oldu.  Bir başka dikkat çekici nokta ise ülkemizin batısı ile doğusunda yer alan kentlerin bu gelir dağılımından almakta olduğu payın giderek daha adaletsiz bir şekle bürünüyor olmasıdır. Türkiye’de bir evin yıllık ortalama geliri 19 bin 139 lira iken, bu rakam doğudaki illerimize doğru gidildikçe hızla azalıyor.

Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt’te gelir 8 bin 679 lira; Şanlıurfa ile Diyarbakır’da 8 bin 794 lira; Van, Muş, Bitlis ve Hakkari’de ise 11 bin 88 lira. Zenginlerin gelirleri ile yoksulların gelirleri arasındaki farkın en az olduğu bölge 5,1 ile Zonguldak-Karabük ve Bartın buna karşın en yüksek olduğu bölge ise 8,1 ile Adana-Mersin. Bu sonuçlarla Türkiye, OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı en adaletsiz dördüncü ülke oldu.

Nüfusumuzun yüzde 14,3’ü yani 11 milyon 26 bin kişi yoksulluk sınırının altında(yıllık 7 bin 116 liranın altında, günlüğü 20 lira bile olmayan) yaşıyor. Rakamlar daha da arttırılabilir ancak içinden geçtiğimiz süreçte başta iktidar partisi olmak üzere her kesimin ülkemizin ekonomik dinamiklerini çok ama çok iyi okumaları gerekiyor. Öncelikle orta sınıfın güçlendiği ve kendisini ev, araba ve benzeri yatırımlarla bağladığı bir ekonomide gelir-gider dengesi kadar yarınlara dair umutları da belirleyicidir.

Ülke içerisinde yaşanan gerilim her alanı olduğu gibi ekonomiyi ve ekonomide yer alan bütün kesimleri de yakından etkilemektedir. Bu açıdan bugünlerde fazlasıyla konuştuğumuz buna karşın yine tartışmaktan uzak durduğumuz eğitim sistemimiz başta olmak üzere gündelik hayatımızı etkileyen tüm alanların yolu ekonomiden geçmektedir.

Bu noktada eğitim ve kadın istihdamı öne çıkan noktalar olarak dikkat çekmektedir. Son dönemde adeta yağmur yapılan kız çocuklarının eğitime gönderilmemesi çağrıları ve giyim kuşamları üzerinden gerçekleştirilen ithamları, sadece kendini bilmezlerin açıklamaları olarak göremeyiz. Okullaşma oranında çocuklarımızın batıdaki benzerlerinden farklı olarak neredeyse üçte birlik bir oranı PİSA sınav aşamasında okulda yer alamıyorlar ve iş hayatında da yoklarsa bu durum hem ekonomik hem de ülkenin geleceği açısından büyük bir kayba işaret etmektedir.

Çocuklarımızı özellikle de kız çocuklarımızı okuldan uzak tutmamız ve onlara birer ekonomik getiri olarak yaklaşmamızın sonuçları önümüzdeki yirmi yirmi beş yıl içerisinde çok daha yakıcı bir biçimde kendisini hissettirecektir. Bu noktada kendisini orta sınıfa dayandıran iktidarın, önümüzdeki iki yıl içerisinde bu kesimi özellikle de büyük kentlerde yaşayanları içinden geçtiğimiz süreçler açısından kaybetmemek adına harekete geçmesi gerekmektedir. Popülizmin ötesinde başta eğitim olmak üzere bu kitleye güven telkin edecek adımlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Çünkü iktidar partisi geçmişte olduğundan çok daha fazla ince bir çizgi üzerinde manevra yapmak durumunda kalmıştır. Burada önümüzdeki sürecin belirleyenleri hiç kuşkusuz yıllar içerisinde geliri artan ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olan orta sınıfın, elinde tuttukları ile ülkenin geleceği arasındaki ilişki düzeyi olacaktır. Bu açıdan muhalefet partilerinin de ekonomiye ve başta orta sınıflar olmak üzere, tüm kesimlere dönük politikalar üretmelerinin yanı sıra bunları kitlelere ulaştırmaları da gerekmektedir. 

Kentsel dönüşümden, eğitime, yoksulluk ve açlık sınırından, daha mutlu insanlara kadar pek çok alanda neredeyse sadece iktidarın söyledikleri üzerinden yürümekte olan bir muhalefetimiz var. Oysa kendi adımları ile olup bitenler hakkında görüşler ortaya koyan ve bunları çok daha somut bir biçimde emekli Ayşe teyze ile Feridun amcanın da anlayabileceği bir dilde konuşabilen bir anlayış gerekiyor. Tabii bütün bunlar yapılırken ülkemizin klasik yaralarından bir tanesi olan sadece kötü yapılanları konuşma hastalığından da uzak durmalı ve iyi yapılanları takdir etmeyi de unutmamalılar.

Ekonomik anlamda makasın açılmasını, ülkemizin son otuz yıl içerisinde yaşadığı değerler erezyonu ile birlikte düşünmeye başladığımızda karşımıza çıkan tablo daha bir karanlık hal almaya başlamaktadır. İşte bu noktada bir zamanların olmazsa olmazı olan eğitim meselesi giderek daha yakıcı bir pozisyona bürünmektedir. Çünkü eğitimin içi boşaldıkça ve eğitim sonrası gelecek kaygısı arttıkça, vatandaşların eğitim kurumuna duydukları güven duygusu da ortadan kalkmaktadır.

Okuldan uzaklaşan ve iş olanaklarını da yakalayamayan gençler açısından yarınlar daha da belirsiz bir hale dönüşmektedir. Örneğin aile kurma, çocuk sahibi olma konusunda yapılan bütün ısrarlara karşın ilginç yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi yirmili yaşların hemen başında evlenen çiftlerin sayısındaki artıştır. Ancak bu evlenme istatistikleri beraberinde ne yazık ki boşanma istatistiklerinin de hızla yükselmesine yol açmaktadır. Bir diğeri ise otuzlu yaşlara ertelenen evlilikler ve son olarak ise daha uzun süreler boyunca anne babalar ile birlikte aynı evi paylaşan gençlerin sayısındaki artıştır.

Üretim pastasını büyütemediğimiz ve kalifiye işgücü sayısını arttıramadığımız sürece ekonomik gelir endeksinde yaşadığımız bütün artışlar geçici olmaya mahkumdurlar. İşte bu noktada sürekli olarak yapboz tahtasına döndürdüğümüz eğitimin üzerinde hassasiyetle durmamız gerektiği ve buradan yetiştirilecek olan ara iş gücü başta olmak üzere, nitelikli elemanlara duyduğumuz ihtiyaç, her geçen gün biraz daha artmaktadır.

Ülkemizin makus talihi olan batı ile doğu kentleri arasındaki uçurumu azaltmayı bir türlü başaramıyoruz. Makasın her yıl biraz daha açılması sonrasında doğulan yer ile yaşanılan yer arasındaki mesafeler de biraz daha açılmaya başlıyor. Yerinde çözemediğimiz sorunları ne gelinen yerde ne de kalıcı olmaya çalışılan yerde çözebiliyoruz. Artan adaletsiz gelir dağılımı beraberinde kötü kentleşme, bozulan eğitim, sağlık ve hepsinden öte yarınlara duyulan umutsuzluk olarak hepimize geri dönüyor. Üstelik bu eşitsizlik ülke içerisinde bizlerin de birbirimize karşı yaklaşımlarını geçmişte olduğundan çok daha farklı bir biçimde ön yargılı hale dönüştürüyor. Aramızın açılmasına, yuvalarımızın içe kapanmasına ve hayata daha fazla tekil bakmamıza yol açıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"