28 Nisan 2017

Kaybettiğimiz çocuklarımız

"Ya başaramazsam, ya sınavım istediğim gibi geçmezse" soruları beraberinde çocuklarımızın yarınlara olan bakışlarının daha şimdiden kaygı yüklü olmasına yol açıyor

Ortaokul 8.sınıf öğrencilerimiz TEOG adını verilen sınavla iki gün üst üste kendi geleceklerini biçimlendirmeye çalıştılar. Bu satırları kendi oğlu da bu sınavlara giren bir baba olarak ve eğitimin toplumsal boyutlarını göz önünde bulunduran bir sosyolog olarak yazıyorum. Çarşamba sabahı sınava girmek için kendi okullarına gelen öğrencileri ve onları getiren velilerin davranışlarını yakından takip ettim. Öncelikle son derece gergin olan öğrencilerle işe başlamak gerektiği kanaatindeyim. Sınav zamanı yaklaştıkça çocuklarda sınav kaygısının hat safhaya varması ile ortaya çıkan duygu patlamaları ve başaramayacağım korkusu üzerinde durmamızı gerektiriyor. Çünkü bu çocukların omuzlarına çok küçük yaşlardan itibaren sınav ve gelecek kaygısını nasıl yüklediğimiz gerçeğini iyi analiz etmek durumundayız. Ya başaramazsam, ya sınavım istediğim gibi geçmezse soruları beraberinde çocuklarımızın yarınlara olan bakışlarının daha şimdiden kaygı yüklü olmasına yol açıyor. Sınava girmek için okul önüne geldiğinde dakikalarca annesine sarılıp ağlayan bir kız çocuğu dikkatimi çekti. Hatta kızın ağlaması o kadar etkili oldu ki kapı önünde bekleyen diğer kadın velilerden bazıları da ağlamaya başladılar.

Sınavın bitiminde teknolojinin yardımı ile soruların cevaplarını hemen öğrenen öğrenciler, bir gün sonraki sınav öncesinde nasıl bir durumda olduklarını da üç aşağı beş yukarı zaten biliyorlardı. Burası önemli çünkü geçmişte sınav olan öğrencilerin böylesi bir olanağı yoktu ancak öte yandan bu imkan onların bir taraftan da morallerini yükseltebildiği gibi tam tersi bir etki’de de bulunabilecek bir durumun oluşmasına yol açıyor. Aynı heyecanı iki gün üst üste yaşamak zorunda bırakılan ve sanki deneme sınavı oluyormuş havasına sokulduğu düşünülen öğrencilerden söz ediyoruz. Üzerinde oynana oynana getirilen sınavın bu son halinin de daha öncekilerden mantalite açısından bir farkı bulunmuyor. Çocuklarımızın ilgilerini, beklentilerini, hayallerini hayata geçirebileceğimiz bir eğitim sistemine sahip değiliz. Tam aksine onları bölüp parçalara ayıran ve her defasında biraz daha fazla ayrıştıran bir eğitim sistemini dayatıyoruz.

Bütün okulları Anadolu Lisesi haline dönüştürdüğünüz anda aslında eğitim sisteminin kalitesini arttırmış değil tam tersine azaltmış olduk. Bir de proje okulları adı altında yapılan uygulamalarla birlikte gerçekten kaliteli okulların içinin boşaltılması ve buralara gelen öğrenci profilinin beklentilerinin de boşa çıkartılması meselesi de halen çözülmeyi bekliyor. Dünyada kendisine büyük hedefler koyan bir ülkenin eğitim sistemi bu kadar parçalı ve bu kadar birbirinden kopuk bir modeli hayata geçirmez. Ülkenin tüm çocuklarının eğitim sisteminin potansiyelini oluşturduğu ve bu potansiyelin en iyi bir şekilde kullanılabilmesi amacıyla örgütlenilmesi gerektiği gerçeği akıldan çıkartılamaz. Biz ise resmi ideolojinin kendisini gösterme alanı olarak betimlediğimiz milli eğitim sistemimizi yıllar içerisinde maalesef giderek kötüleşen bir durumun içerisine soktuk. Nasıl bir nesil yetiştirmek istediğimiz meselesi sadece söylemde kaldı, uygulamalar ise bu retoriği karşılayabilecek bir alt yapıyı hiçbir zaman hayata geçiremedi!

Buraya kadar işin eğitim sistemi açısından yaşanan sıkıntıları ortaya koymaya çalıştım. Ancak öte yandan bir de bu yaşadıklarımızın arka planında son otuz yıl içerisinde toplumsal dönüşüm alanında ön plana çıkan orta sınıf ve bu sınıfın çocuklarını eğitim üzerinden yeniden hayata sokma planları yer alıyor. Kendilerinin yapamadıkları bütün aktiviteleri çocuklarına yaptırma doğrultusunda hareket eden ve adeta çocuklarının kendi çocukluklarını yaşamasına izin vermeyen bir ebeveyn ordusu ile karşı karşıyayız. Adeta ağır işçi konumuna indirgenen bu çocukların günlerinin hemen her saati bir takım aktivitelerle doldurulmuş vaziyette. Özel dersler, kurslar, hobi etkinlikleri, spor, sanat ve tabii ki özel okullar hepsi bu yapının köşe taşlarını oluşturuyor. Dershaneleri sona erdirdiğiniz anda kağıt üzerinde var olan ve yıllardır eğitim sisteminin adeta bir parçası haline dönüşen kurumları kapatmış oldunuz. Ancak bu kurumlar ortadan kalkmadı sadece şekil değiştirdiler ve başka isimlerle, farklı formatlarla varlıklarını devam ettiriyorlar. Anne babaların çocuklarının eğitimleri için harcadıkları paralar bütçelerinin önemli bir kısmına karşılık geliyor. Ancak iyi eğitim almış ve donanımlı çocukların ilerleyen aşamalarda daha iyi bir pozisyona gelebileceği gerçeğine inanan ebeveynler açısından harcanan bu paraların bir önemi bulunmuyor.

Üzerinde dikkatle durmamız gereken noktalardan bir tanesinin eğitim sistemimizin geçmişte olduğundan çok daha fazla çocuklarımızı hem de çok daha küçük yaşlardan itibaren stresli bir hayatın içerisine sokması gerçeğidir. Bu öylesine ağır bir travmaya dönüşebiliyor ki sık sık kalbine yenik düşen çocuk haberlerine, sinir krizlerine giren çocuklara şahit olabiliyoruz.  Bütün hayatı sınavlardan ibaret zanneden nesiller yetiştirmek ve daha sonra onlara sizler neden bu kadar yaşananlara duyarsızsınız cümleleri kurabilmek, acaba ne kadar insaflı bir yaklaşımdır.

Çocuklarımıza çocuk olduklarını hissettirmekten, yaşatmaktan ve onların mutlu olmalarını sağlamaktan giderek uzaklaştığımızı, kendi ellerimizle onların çocukluklarını gasp ettiğimizi göremiyoruz. Çocuklarımız üzerinden kendimizi tatmin etmeye ve onların başarıları ile etrafımızdakilere hava atmaya bayılıyoruz. Peki tüm bunların sonunda ne oluyor? KOCA BİR HİÇ. Bu kadar üzerine titrediğimizi sandığımız, eğitimine binlerce lira gömdüğümüz bu çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor? Tamamen belirsizlikler içinde ve eğitim denilen toplumsal eleği giderek yönetsel sisteminin dışına çıkaran bir Türkiye. Eğitim ve Liyakat sistemi arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Eğitim, kişilerin almış oldukları formasyonla birlikte donanım sahibi oldukları alanlarda çalışabilmelerinin anahtarını sağlamaktadır. Liyakatın yok edildiği ve yerine klientelist ilişki kalıplarının geçirildiği toplumsal yapılarda eğitimin kendisi de erezyona uğramakta ve adım adım çürümektedir.

Eğitimin çürümeye başladığı toplumlar ise hayatın her alanında yozlaşmış insan tipinin ete kemiğe bürünmüş halleri ile daha sık karşı karşıya kalırlar. İş bitiriciliğin, adam kayırmacılığın ve emek harcamadan kazanmanın önü ardına kadar açılır ve açılan kapının ardından eğitimli değil eğitimsiz bireyler daha fazla girmeye başlarlar. Eğitim küçük yaşlardan itibaren çocuklara nasıl bir birey olmaları gerektiğinin de öğretildiği bir sosyalizasyon sürecidir. Bu sürecin içerisinde çocuklar ilerde birer yetişkin olarak vergi verme, kurallara riayet etme, vb. gibi pek çok konuda bilgi sahibi olarak yetiştirilirler. Eğitimin bozulması ve çocukluğun kaybolması ile birlikte hem gelecek hem de hayaller yok olmaya başlayacaktır. İçinde yaşadığımız dünyada söz sahibi olmak isteyen bir ülke olduğumuzu iddia ediyorsak bize özgülükleri ve çağın değerleri ile uyuşmayan eğitim anlayışını terk etmek durumundayız. Aksi halde Osmanlı imparatorluğunun son döneminde başlattığımız ve Cumhuriyetle devam ettirdiğimiz eğitimdeki modernleşme hamlesi ile ucundan yakalamayı başardığımız getirileri de kaybedeceğiz. Önümüzdeki dönem teknolojinin ve teknoloji üretiminin çok daha belirleyici olacağı bir aşamayı getirirken bu sürecin içerisinde yer alabilecek nitelikte öğrencileri yetiştirmek zorundayız. Bu ise eğitimi bütün ideolojik angajmanlarımızın dışında bir alan haline getirebilecek bir bakışla mümkün olabilecektir. Eğitimi ve çocuklarımıza nasıl bir gelecek bırakmak istediğimiz hususunda toplumsal bir mutabakat sağlamamız gerekiyor ki bu aşamada belki de en zor olan kısımlardan bir tanesi de bu mutabakat noktası olacaktır.

            

Yazarın Diğer Yazıları

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

"
"