29 Ocak 2022

Kadro atamalarındaki vasatlık

1996 yılından bu yana akademinin içerisinde farklı kadrolar içerisinde görev yaptım ve halen de yapmayı sürdürmekteyim. Her dönemin kendi içerisinde birtakım liyakatsiz uygulamaları dolaşıma soktuğunu ve bunun sonucunda kadro ilanlarında kendi düşüncesinden olan kişilerin alımlarının gerçekleştiği gerçeğini belirtmek durumundayım

Üniversitelerde Aaralık ayının son günlerinde yıl bitmeden elde bulunan kadroların ilan edilmesi heyecanı yaşanır ve akabinde yeni yılın ilk on beş günü sonrasında bu ilan edilen kadrolara yapılan başvuruların değerlendirilmesi süreci gerçekleşir. İşte her ne olursa tam da bu esnada gerçekleşir ve hem istenilen kişilerin kadrolara alınabilmesi için buna yönelik bütün ikazlara karşın isme yönelik şartlar ilan edilir hem de alımlardaki puan hesaplamalarında sorunlar yaşanır. Buraya kadar yazmış olduğum durumlar yıllardır her nedense bir türlü değiştirilemedi veyahut değiştirilmek istenmedi! Yüksek Öğretim Kurulunun (YÖK) kamuoyundan gelen tepkiler sonrasında zaman zaman üniversitelere yönelik olarak uyarı mahiyette yazmış olduğu yazılara biraz arama yaptığınızda fazlasıyla rastlayabilirsiniz. Fakat asıl meselenin uyarmanın ötesine geçmek durumunda olduğunu ve yapılanların her defasında unutulmaya terk edildiği gerçeği ile yüzleşmek durumundayız. Çünkü söz konusu bu durumun beraberinde ülkenin akademisinin geleceğini inşa etmede yaratmakta olduğu fecaati daha baştan kabul etmiş oluruz. 

1996 yılından bu yana akademinin içerisinde farklı kadrolar içerisinde görev yaptım ve halen de yapmayı sürdürmekteyim. Her dönemin kendi içerisinde birtakım liyakatsiz uygulamaları dolaşıma soktuğunu ve bunun sonucunda kadro ilanlarında kendi düşüncesinden olan kişilerin alımlarının gerçekleştiği gerçeğini belirtmek durumundayım. Bir başka ifadeyle şu anda itiraz edilen ve yok artık bu kadar da olmaz denilen uygulamalardan pek çoğu sadece bu döneme özgü olarak ortaya çıkan gelişmeler değil maalesef. Türkiye'de yirmi dokuz üniversitenin bulunduğu dönemde öğrencilik dönemine başladım ve şu andaki sayı iki yüzü aştı. Her ile üniversite açma ve bütün lise mezunlarımızı üniversiteli yapma düşüncesi ile çıkılan yolun sonunda ne yazık ki hem niteliği kaybettik hem de nicelik anlamında sıkıntılı bir durumu el birliğiyle yaratmış olduk! Taşranın bize de üniversite açın talepleri beraberinde ülkenin pek çok yerinde hiç de işlevsel olmayan üniversitelerin açılmasına ve kadro meselelerinin daha çok gündeme gelmesi ile sonuçlandı. 

Akademide gördüğümüz ve her defasında şaşırdığımız uygulamalar konusunda aslında göz ardı etmememiz gereken bir husus olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Akademideki insanların da bu toplumun içinden çıktıkları gerçeğini ve onların da aynı kültürle yoğrulmuş olduklarını nedense görmek istemiyoruz. İki nokta yıllar içerisinde gelmiş olduğumuz pozisyonu anlama konusunda bize yardımcı olabilecek unsurları bünyesinde barındırıyor. Bunlardan ilki hiç kuşkusuz son elli yıl içerisinde nüfusumuzun elli milyondan fazla artış göstermesidir. Bu isteseniz de istemeseniz de yeni gelen bu nüfusu başta eğitim, barınma ve sağlık imkanları alanlarında olmak üzere müthiş bir kaynağı dolaşıma sokmanızı beraberinde getirmektedir. İkinci nokta ise birincisiyle yakından bağlantılı bir şekilde artan nüfusun kentlere toplanması sonrasında siyaset mekanizmasının ve onunla yakından bağlantılı politik aktörlerin ortaya koydukları popülist uygulamalarda kendisini fazlasıyla göstermiştir. İşte bu noktada eğitim, belki de son kırk yılda beklentilerin en fazla boşa çıktığı alan görünümüne bürünmüştür. Eğitimin her kademesinde bitmeyen tartışmalar ve sürekli yap bozlar şeklinde dolaşıma sokulan uygulamalar sonrasında yaşananların sonuçlarını ağır bir biçimde ödemeyi sürdürmekteyiz. 

Eğitimde yaşamakta olduğumuz kafa karışıklığının ve bu kafa karışıklığına bağlı olarak ortaya çıkan uygulamaların en büyük zararı verdiği yer ise hiç kuşkusuz üniversitelerdir. Üniversitelerin son kırk yılda gelmiş olduğu noktanın hiç de arzu edilmeyen bir pozisyonda olmasının arkasında biraz da yukarıda belirtmiş olduğum kültürün etkileri söz konusudur. Farklı olan, eleştiren, düşünen, sorgulayan ve bütün bunları yapabildiği ölçüde kayırılmayanların üniversitelerde bir yerlere gelebilmeleri öyle kolay kolay gerçekleşmez. Nepotizm olarak adlandırılan kayırmacılık anlayışı ve bu anlayışın yansımalarını her daim yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Son birkaç yıldır kadro ilanlarında kişilere özgü olarak yayınlanan ve adeta adrese teslim olarak nitelendirilen özelliklerin arkasında da yine bu anlayış yatmaktadır. Vasatın iktidarı olarak adlandırılan sürece giden yol şimdi kurulmadı ve şu anda yapılanlar sadece bugünün sorunu değildi. Eğitimin kalitesi ve niteliği düştükçe beraberinde eğitime atfedilen değer de erezyona uğradı. Alain Deneault Vasatlığın İktidarı isimli çalışmasında vasatlığın ortalama olanı tanımladığını belirtir.

"Kavram olarak ‘ortalamalık' pek revaçta değildir. Ama ‘vasatlık' ortalamaya bir soyutlama olarak atıfta bulunmaz-gerçek durumdaki ortalama düzeydedir o ve böylelikle ‘vasatlık iktidarı', yetke verilmiş ortalamadır.-Vasatlık iktidarı öyle bir düzen kurar ki, orada artık ortalama bizim mevcut durumu kavramamıza olanak sağlayan bir soyut sentez değil, uymak zorunda olduğumuz ölçüttür. Ve özgürlüğünüzü ilan ederseniz, bu sadece sistemin ne kadar etkili olduğunu gösterir."

Akademik dünyamız içerisinde oyunu kuralına göre oynayan ve var olan sistemin istediği biçimde hareket edenlerin düzenli olarak yükselişi gerçekleşmiştir. İlginç olan bunları gerçekleştirenlerin bir kısmının elektrikler kesik olduğu için power point olmadan ders anlatamayacak kadar yaptıkları işlere yabancılaşmış olmalarıdır. Deneault bunları çalışmasında şu şekilde anlatmaktadır:

"Vasat akademisyenler kendileri için düşünmez. Mesleklerinde ilerleme amaçları doğrultusunda, düşünme güçlerini stratejilerini belirleyen daha üst bir yetkeye devrederler. Oto sansür zorunludur ve ustaca bir numara olarak sunulmalıdır… Vasatlık iktidarı bir model olarak kurulan vasat bir düzeni tanımlayan bir sözcüktür… Vasatlık iktidarı insanları bir sonuç yanılsaması yaratan çalışma taklidi yapmaya yönlendirir. Mış gibi yapmak başlı başına bir değer haline gelir. Vasatlık iktidarı, bizi düşünmemizi yetkili makamların geliştirdiği keyfi modellere bağlamaya zorlar. Bugün bulguların arasında, seçmenlere Wall Street hissedarlarına boyun eğmeleri gerektiğini açıklayan politikacı, bir Power Point sunumunda açıklanan öncüllerin ötesine geçen bir ödevin ‘fazla kuramsal ve fazla bilimsel' olduğuna hükmeden bir profesör, bir şöhrete onunla hiç ilgisi bulunmayan bir belgeselde başrol verilmesi için ısrar eden bir film yapımcısı ya da (akıl dışı) ekonomik büyüme nutukları çekerek ‘akılcılığını' gösteren bir uzman bulunuyor."

Gerek kadro alımlarında gerekse devlet memurluğu alımlarındaki yüksek puan alanların sözlü sınavlarda elenmelerine kadar geçen pek çok aşamada yaşamakta olduğumuz süreç ne yazık ki liyakatsizliğin ve kayırmacılığın tavan yapmasıdır. Burada sıkıntı verici olan husus ise yaşananların ve bu yaşananlarla ilişkili haberlerin-bu haberler özellikle sosyal medya üzerinden daha fazla kamuoyunun dikkatini çekebiliyor, çünkü pek çok yerde haber dahi olamıyorlar-daha fazla görülmesi sonrasında, özellikle gençlerin var olan sisteme ve ülkeye dair güvenlerinin yok edilmesi durumudur. Bir diğer önemli sonuç ise eğitimin fark yaratabileceği düşüncesinin gün be gün yok edilmesidir ki bu durumun yaratacağı sonuçları şimdi değil on beş yirmi yıl sonra daha fazla hissedeceğiz. Adaletin ve hakkaniyetin olmadığı yerde geleceğe duyulan güven ve istekte yok olur. Acı olan bu durumu son yıllarda giderek daha fazla yaşıyoruz buna karşın yetişmiş, eğitimli insan profilimizi her geçen yıl daha fazla kaybediyoruz. Denault'un kitabındaki sözleriyle bitireyim:

"Vasatlık iktidarı bizi mümkün olan her şekilde düşünmek yerine uyuklamaya, kabul edilmez olanı kaçınılmaz, iğrenç olanı gerekli olarak görmeye teşvik eder. Bizi aptallara çevirir bu. Dünyanın ortalama değişkenler açısından düşünmemiz anlaşılır bir durumdur; bazı insanların bu ortalama değerlere çok benzediği açıktır. Ama bazılarımız herkesin bu ortalama değerin aynısı olması yönündeki sessiz emri asla kabul etmeyecektir. ‘Vasatlığın iktidarı' sözcüğü geçmişte orta sınıfın iktidarını tanımlarken sahip olduğu anlamını yitirdi. Sözcük, vasat insanların egemenliğini vasat biçimlerin kendileri tarafından yaratılan bir egemenlik durumu olarak değil bu biçimleri, daha iyi bir şey isteyenlerin ve bağımsızlığı savunanların vasatlık iktidarı tarafından yaratılan boş sözcüklere maruz kaldığı noktaya kadar anlamın değeri ve bazen hayatta kalmanın anahtarı olarak belirleyen bir egemenlik durumu olarak tanımlar." 



Alain Denealut, Vasatlığın İktidarı, Yeni İnsan Yayınevi, 2021, İstanbul, Çev. İrem Sağlamer

Yazarın Diğer Yazıları

Olimpiyat oyunları iki yüzlülüğün gölgesinde başlıyor

Sporun bir toplumsal inşa süreci olduğu gerçeğini aklımızdan hiç ama hiç çıkarmadan büyük organizasyonların arka planındaki ekonomik ve medyatik yapılara daha fazla odaklanmak durumundayız

Türkiye Futbol Federasyonu seçimi üzerine...

Yeni yönetimi ve bu yönetimin etrafındaki tartışmaları izlemeye devam edin. Görün bakın orada neler olup bitecek! Aslında aynı tas ve aynı hamam şeklindeki filmin yeni versiyonunu izlemenin ötesine ne yazık ki geçemeyeceğiz

Pisi pisine ölümler ülkesi

İnsanların nasıl yaşadıkları kadar nasıl öldükleri de gelişmişlik denilen kavram ile yakından bağlantılıdır ve ülke olarak biz bu kategoride sürekli olarak gol yemeye devam ediyoruz