06 Kasım 2019

Futboldan vazgeçtik artık operasyonları konuşuyoruz

Kanıksama duygusu beraberinde yaşananlar karşısındaki mantık ve akıl süzgecinin de yavaş yavaş kaybolmasına yol açıyor

Her sezon futbolun dışında olup bitenleri konuşabilmeyi nasıl başardığımız adeta on puanlık uzman sorusu gibi bir şey. Fakat dozajın her geçen yıl biraz daha tuhaf bir yere doğru gitmekte olduğu gerçeğini de eklemek durumundayım çünkü işin içerisinde artık sadece medya yok! Sosyal medya olarak adlandırılan mecra ile birlikte giderek daha fazla ön plana çıkan ve artık doğrudan kendi takımının savunmasını yapmaya yeminli binlerce taraftar var. Futbola dair yaşadıklarımızın sadece ve sadece futboldan kaynaklanmadığını gösteren çok sayıda örnek var elimizde. Buna karşın bu ülkenin futbolu ile siyaset kurumu arasındaki ilişkiyi sanki hiç olmamış gibi gösterme yolunu sürdüren de bir medyaya sahibiz. Ve film belki uzun yıllardır bu alanla ilgilenenler tarafından gayet iyi bilindiği gibi kendi akışı içerisinde oynayıp giderken araya 3 Temmuz 2011 tarihli bir şike süreci giriverdi, ardından da her şey daha da garip bir hale bürünüverdi.

Futbolun geniş kitleler üzerindeki etkisinin farkında olan siyasiler açısından gerek kulüp yönetimleri düzeyinde gerekse de taraftarlar nezdinde atılacak olan adımlar sadece futbolu kapsamayacaktır. Bunun karşısında kulüp yöneticileri açısından da siyasilerle olan dirsek teması başta kendilerinin kötü yönetimlerinden kaynaklanan mali tabloların giderilmesinde olduğu kadar birtakım ayrıcalıkların sağlanmasında da aracılık edecektir. İşte bu birliktelik üzerinde yükselen Türk futbolunun tarihsel arka planında her daim kayırmacı ilişkiler ve bağlantılara dair tartışmalar yer almaktadır. Ülkenin önde gelen iki kulübü olan Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki çekişmeye zaman zaman Beşiktaş, bazen de Trabzonspor’un eklenmesi ile süren lig tarihimiz boyunca bazen alenen bazen de mırıldanarak dile getirilen şaibe, kayırma, gözetme tartışmaları hiç ama hiç bitmemiştir!

Gazetelerdeki spor sayfalarının sayısının artması, spor gazeteleri ve özel televizyonların yayın hayatına başlaması sonrasında futbol daha fazla ön plana çıkan bir alana dönüşmüştür. Kulüp yöneticileri(özellikle de yukarıdaki dört takım) başta başkanlar olmak üzere bir anda ülkenin en çok tanınan simaları olmuşlardır. Uzun yıllar boyunca bu konudaki en önemli isim hiç kuşkusuz Ali Şen iken daha sonra onun yerini Aziz Yıldırım alacaktır. 1980’ler futbolun ülke gündeminde yükselen bir değer olarak ön plana çıkartıldığı ve yöneticilerin giderek daha fazla önem kazandığı yıllar olmuştur.

Aslında bu on yıl ülkemizde yaşanan dönüşümün etkilerinin futbol sahalarında da hissedildiği bir dönem olarak değerlendirilebilir. Turgut Özal’ın futbola olan ilgisini ve bu alandaki etkisini gerek üçüncü liglerin kuruluşunda gerekse de futbola ilişkin düzenlemelerde görmekteyiz. Galatasaray kulübünde Jupp Derwall’in gelişiyle başlayan ve sahalardaki çimlendirmelerin ardından Türkiye Futbol Federasyonunun özerkleştirilmesine kadar devam eden süreç aslında bir dönemin de habercisidir. Artık başka bir dönem başlamaktadır ve bu dönemde özel televizyonlarla birlikte Türkiye’de futbol bir anda ana yemek olarak sunulmaya başlanacaktır.

İzle-Öde sistemi ile dolaşıma sokulan paralı platformun en gözde ürünü hiç kuşkusuz futbol karşılaşmaları ve süper ligdeki rekabet algısının her daim canlı tutulmasıydı. Bu ise beraberinde hem liglerde dönen para miktarının artmasına yol açtı hem de rekabetin yerinin yavaş yavaş düşmanlığa bırakmasına uygun ortamın oluşmasına katkıda bulundu. 1990’lı yıllar nispeten günümüze göre daha sakin geçen dönemlerdi ancak 2000’ler ile birlikte artık ebedi dost ezeli rakip masalı su kaldırmayacak ölçüde herkesi yormaya başlayacak bir noktaya doğru uygun adımlarla ilerlemekteydi.

Bu dönem içerisinde bir taraftan on ikinci adam yanılsaması adı altında taraftarlar uyutulurken marka değeri adı altında ülke futbolunun daha da kötü bir ekonomik tabloya doğru gidişinin önü ardına kadar açıldı. Her yıl daha fazla oyuncu transfer etme buna karşın daha fazla borçlanma olarak yansıyan bir lig ile karşı karşıya kalmaya başladık. Buna karşın oynanan futbolun kalitesinin giderek düşmesi ve deplasman yasaklarına karşın futbol sahalarında şiddetin yükselmesi de yaşananların üzerine adeta tuz biber ekecekti. Herkes kendi başkanının masaya yumruğunu vurmak suretiyle takımının haklarını korumasını talep ediyordu. Artık daha fazla bağıran ve sürekli olarak yaşanan gelişmelerden şikayet eden bir yönetici tipi ile karşı karşıyaydık.

Burada yine bu dönemin unutulmaz aktörlerinden birisi olarak ekranlardaki futbol tartışma programlarını ve onun dolaşıma soktuğu anlayışı da eklemeyi unutmamamız gerekiyor. Çünkü bu programlar ve oradaki futbol yorumcularının oynadıkları rol olmadan, kulüp başkanlarının, yöneticilerin söylediklerinin bu kadar tartışılabilmesi mümkün olamazdı. Aynı zamanda yine bu programlar aracılığıyla dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir biçimde hakemlerin bütün kararları pozisyon pozisyon yeniden yorumlanmak suretiyle ortaya dökülüyordu. Hakemler bu oyunun günah keçisiydiler ve ne yaparlarsa yapsınlar, yaranabilmeleri mümkün değildi. Bu yüzden de her sezon bir ya da birden fazla takım(buradaki takımlar tabii ki o meşhur dört büyükler oluyor) bazı hakemleri tu kaka ilan ediyor ve düdük astırmak için mücadele yolunu seçiyordu.

Artık Futbol Federasyonu başkan ve yönetiminden ziyade tahkim kurulu ve merkez hakem kurulu üzerinden yürüyen üzeri örtük bir savaş hali, futbol medyası üzerinden taraftarlara aksediyordu. Bu noktada başkanlar, ordu komutanları gibi sürekli olarak göz önünde bulunan ve açıklamaları ile sarsıcı etkilerde bulunan bir yeni pozisyona indirgenmişlerdi. Bu yeni dönemle birlikte futbolu değil onun etrafındaki tartışmaları daha çok konuşmaya ve her hafta yeniden günah keçileri yaratmak suretiyle kendimizi temize çekmeye başlamış olduk. Ancak bu alandaki aktörlerin hiçbirisi, gerçek anlamda futbola dair kafa yormadığı ve günü birlik yaşamanın getirdiği o eşsiz rahatlığın içerisinde kaybolduğu için tüm bu yaşananların hem futbola hem de hayatlarımıza dair ne gibi etkilerde bulunabileceğini düşünemedi bile.

Araya giren şike süreci ile birlikte uçlar daha da keskinleşti ve ardından yaşanan gelişmeler süresince kullanılan dil her geçen gün biraz daha çirkinleşti. Her sezon bu lig bitmez nidalarıyla başlayıp, hakem faciaları ile sürüyor ve ekranlardan taşan görüntülerde akıl, izan ve anlayıştan eser bulunmuyor. Futbolda bu sezon itibariyle ise geride kalan on hafta sonunda VAR uygulamasına karşın hakemleri daha fazla yerden yere vuruyoruz ve algı operasyonlarının yapıldığı ifadelerini daha çok duyuyoruz. Fenerbahçe kulübü Türkiye Futbol Federasyonunu ve savcıları göreve çağıran bir bildiri yayınladı. Trabzonspor kulübü adil ve temiz bir oyun istediğini dile getiren video ile isteklerini kamuoyuna duyurdu. Galatasaray kulübü geçen sezondan bu yana sürekli olarak federasyon ile gerilim yaşıyor ve açıklamalar ardı ardına geliyor. Beşiktaş kulübü yaşadığı kayıplar sonrasında açıklama yapma yolunu seçti. Canı yanan bütün kulüpler başta hakemler, merkez hakem kurulu ve federasyon olmak üzere açıklamalar yapıyorlar.

Futbolda operasyon, örgüt, kurgu, algı gibi ifadeleri daha çok duyuyor ve tüm bu olup bitenleri biraz daha fazla kanıksamaya başlıyoruz. Ancak en tehlikeli yer ise bundan sonra başlıyor çünkü kanıksama duygusu beraberinde yaşananlar karşısındaki mantık ve akıl süzgecinin de yavaş yavaş kaybolmasına yol açıyor. Komplo teorisi mantığının böylesine kolaylıkla yer etmesi ise beraberinde kurgu ile gerçeklik arasındaki açıklığın artmasına değil tam aksine daha da azalmasına hatta bu ikisinin birbirinin içerisinde kaybolmasının kolaylaşmasını sağlıyor. Dostluk, barış, kardeşlik olarak nitelenen spor olgusu yerini her geçen dakika biraz daha fazla düşmanlığa, savaşa, nefrete ve kendisinden başka hiçbir doğruyu kabul etmeyen tahakkümcü bir bakış açısına bırakıyor. Gücün gerek mikro gerek mezo gerekse de makro düzeylerde dolaşıma sokulmasında futboldaki bu ruh hali büyük katkıda bulunuyor. Güç istiyorsanız futbola ve oradaki iktidar oyunlarına bakın içerisinde içinde yaşadığımız ülkeye ve hayata dair pek çok unsuru göreceksiniz.

 

           

           

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"