Amerika Birleşik Devletleri ile vize krizi yaşamamızın ardından gündeme gelen mütekabiliyete dönük yaptırımlar üzerinde dikkatle düşünmek durumundayız. Çünkü daha önce benzer krizleri yaşamış olduğumuz ülkelere karşı yaptığımız gibi eylemleri hayata geçirmek bu kez umduğumuzdan çok daha büyük etkilere yol açabilir. Her şeyden önce Amerikan tıraşından tutun da, dolarları yakmaya oradan Amerikan ürünlerini çöpe atmaya kadar uzanan bir dizi eylemle karşı karşıya kalabiliriz.
Hattâ şimdiden bir telefondan daha ötesi şeklinde tanımlanan ve asistanlık hizmeti sunan akıllı telefonları kırmakla ilgili sosyal medya üzerinden açıklamalar gelmeye başladı bile. Ama bu kez karşımızda yer alan ülke daha öncekilerden farklı olarak bizim 1940’lı yılların sonundan itibaren yakınlaşmaya başladığımız ve kendimizi onun gibi konumlandırmaya çalıştığımız bir ülke olan ABD. 1950’li yıllarda küçük Amerika olma isteğini ve bu uğurda atılan adımları hatırlayalım. Bu ülkenin yaşadığı bütün darbelerin arkasında olduğu iddia edilen ve parti kurmak isteyenlerin icazet aldığı bir yer, bu kez söz konusu olan.
1960’ların sonlarına doğru meşhur 6.Filo eylemi ile ülkemizdeki öğrenci hareketinin farklı kutuplarının Amerikan askerlerinin ülkeye sokulup sokulmaması konusunda karşı karşıya gelmelerinin üzerinden neredeyse elli yıl geçti. Bu süre zarfında bütün iktidarların Amerika ile iyi ilişkiler gerçekleştirebilmek adına ellerinden geleni yaptıklarını ve sık sık yapılan ziyaretler ile bağlantıyı hiç kopartmadıkları görüldü.
Bu durumun tek istisnası 20 Temmuz 1974 tarihindeki Kıbrıs Barış Harekatı ile başlayan süreçte, Amerika Birleşik Devletlerinin, ülkemize uyguladığı ambargo ve haşhaş ekiminin yasaklanması uygulamalarıdır. O günden bugüne kadar başta 12 Eylül olmak üzere, toplamda dört darbe yaşadık. Son otuz yılımız sürekli olarak topraklarımızda ve sınırımızın hemen yakınında yaşanan adı konmamış bir savaş içerisinde geçti. Tüm bu zaman dilimi içerisinde ilişkilerimiz sık sık zikzaklar çizmesine karşın, yine de hiçbir zaman bugün yaşamakta olduğumuz kadar gerilimli bir hale bürünmemişti.
İşin ilginç kısmı geçen yıl gerçekleştirilen ziyaret sırasında korumalarla elçilik önünde protesto edenler arasındaki olaylar sonrasında ilişkiler gerilmiş ve korumaların ABD’ye girmeleri halinde tutuklanacakları ifade edilmişti. Hatta sayın cumhurbaşkanımız bu olaya ve eski ekonomi bakanının da benzer bir şekilde tutuklanabileceğine dönük sert eleştirilerde bulunmuştu. Kısa bir süre önce gerçekleştirilen ziyarette ise çok daha olumlu mesajların verildiğine ve 11 milyar dolarlık anlaşma sonrasında medyamızda ‘hiçbir dönem bu kadar yakın olmamıştık’ başlıklarına bile rastlamıştık.
Önce ABD’nin vize başvurularını askıya aldık açıklaması geldi ardından ise Türkiye’den karşı hamle olarak benzer bir süreç işletilmeye başlandı. Gün boyunca İncirlik üssünün kapatılmasından tutun da, dolarların yakılmasına, Amerikan mallarının boykot edilmesine kadar bir dizi açıklama havada uçuştu. Peki bu kez durum Hollanda krizinde olduğu gibi portakal bıçaklamaya benzer mi? Veyahut İtalya ile daha önce yaşadığımız krizdeki gibi spagettileri, pizzaları yerlere saçarak çözülebilir mi?
Her şeyden önce bu kez karşımızda, zaman içerisinde kendimizden bir parça haline getirdiğimiz ve yeme içme tarzından kullandığımız teknolojik aletlere, izlediğimiz filmlere, dinlediğimiz müziklere kadar iliklerimize dek işleyen bir ülke var. Amerikan tarzı hayata o kadar alışmış vaziyetteyiz ki, bize ait olan kültürümüzün göz bebeklerini zaman içerisinde elimizin tersiyle çoktan terk ettik bile. Çok uzağa gitmeyin her Ramazan ayında sofralarımızdaki iftarlık pidelerimizin ve yemeklerimizin yanı başında Coca Colalar yer alıyor.
İçtiğimiz sigaralarımız çoktan bizim olmaktan çıkartıldı, benzer durum pek çok alan için öylesine can yakıcı bir şekil arz ediyor ki, durum sadece eyy Amerika kendine gel, demenin çok ötesinde bir yerlere konumlanmış vaziyette. Küçük yaşlardan başlayan fast food kültürü ile birlikte iliklerimize dek işleyen Mc Donaldizasyon sonrasında bizim olanın da Amerikan tarzı haline dönüştüğü bir format var artık karşımızda. Sadece yemek değil, içecek kültürümüzü de ortadan kaldırmayı başaran ve kendisine dönük olanı çok rafine bir şekilde yerleştirebilen bir emperyal gücün varlığı ile baş etmek durumundayız. İster kahve kültürümüzdeki değişmeyi düşünün isterseniz şerbetlerimizin, ayranlarımızın yerine geçen Colaları, fantaları.
Amerikan hayat tarzının en tipik temsilcisi olan sinemayı, dizileri, televizyonu, müzik endüstrisinin etkilerini de göz ardı etmememiz gerektiği gerçeğini de bir kenara not etmeyi unutmamalıyız. Çünkü bu kez diğerlerine hiç benzemediği kadar güçlü ve onlardan çok daha derinlikli bir yapı ile mücadele etmemiz gerekiyor. İşin ekonomik boyutu ise düşünmez gereken bir diğer büyük soru işareti olarak orta yerde cevaplandırılmayı bekliyor.
Tüm ekonominin çarklarının dolar ile döndüğü ve Amerikan merkez bankasının faiz kararlarına göre belirlendiği bir dünyada ne yazık ki bizim ülkemiz ve bizim merkez bankamız da orada olup bitenleri dikkate alıyor. Doların para birimimiz kadar yaygın kullanıldığı gerçeği de işin renginin bu kez daha farklı olduğunu ortaya koyuyor. Hedeflenen dolar ve faiz kurunun bundan sonrası için aynı olarak kalabilmesi ne ölçüde mümkün olacak, bunu hep birlikte göreceğiz.
Peki tüm bu saydıklarımıza karşın neler yapabiliriz? Ülke olarak en başta şu dost ve müttefik meselesini açıklığa kavuşturmakla işe başlayabiliriz mesela. Hiçbir ülkenin bir diğerinin kara kaşına kara gözüne yardımda bulunmadığı, çıkarlar temeli üzerinde yürüyen bir birliktelik olduğunu anlamalıyız. Bir hayli gecikmekle birlikte üretmeden büyüyemeyeceğimizi ve ekonomik anlamda dışa bağımlılığımızı ortadan kaldıramayacağımızı görmeliyiz.
Hiçbir ülkenin kendi olmadan bir başkası olamayacağı gerçeğini çocuklarımıza öğretmeliyiz. Vatan ve millet sevgisinin de sadece bunu dillendirenlerin değil kalbinde bunu hisseden herkes için geçerli olduğunu herhalde şu an daha iyi fark etmeye başladık. Amerikan mallarını boykot etmek türü fikirler ileri sürmek ve buna dönük eylemlere girişmek işin kolay yanıdır. Zor olan ise içimizde büyüttüğümüz, iliklerimize dek işleyen Amerikan rüyasını ortadan kaldırabilecek adımları atmaktır.
Bu ise başta popüler kültür ürünlerimiz olmak üzere, kullandığımız arabalardan, tükettiğimiz yiyecek-içeceklere, dinlediğimiz müziklerden, izlediğimiz film ve dizilere kadar ama bir hayli sayıda alanda tüketimi terk edebilmek demektir. Amerikan rüyasının Amerikan hayat tarzı ile olan ilişkisini göz önünde bulundurduğumuzda, bizim bunun karşısında neler yapabileceğimizi, nereye kadar gidebileceğimizi hiç kimse tahmin edemez. Çünkü bir tarafı ile hala naifliğini koruyan ve ne yapacağı belli olmayan bir ülke olma durumunu sürdürmekteyiz. Ama öte taraftan karşımızdaki ülkenin de tepesinde ne yapacağı kestirilemeyen ve önceki başkanlara hiç benzemeyen birisi bulunuyor. Kendimizden ödün vermeden ve en az hasarla bu krizi atlatabilmek dileğiyle.
Avrupa şampiyonu olan Ampute milli takımımızı canı gönülden kutluyor, turnuva boyunca bize yaşattıkları tablo için onlarla gurur duyduğumuzu belirtmek istiyorum.