Hafta başı gazetelerimizde PİSA direktörü Andreas Schleicher ile yapılan röportajların ardından başbakan Binali Yıldırım’ın liseye giriş sistemi ile ilgili kafa karışıklığına dair açıklamalarına şahit olduk. Scheleicher, eğitim sistemimizin değişen dünyaya uyum sağlayamadığı vurgusunu yapıyor ve ezberde iyi buna karşılık yaratıcılıkta kötü olduğumuzu dile getiriyordu. Ayrıca her okulun nitelikli olması gerektiği vurgusunu yaptıktan sonra asıl önem arz eden işin, en muhtaç olanların en iyi eğitim alması cümlelerini kuruyordu.
Sınav sistemine ve ardından yaşadıklarımıza ilişkin kafa karışıklıklarımız sürerken dünyadaki eğitim sistemleri ile en yakından ilgili kişinin, söz konusu alan ile ilgili olarak yaptığı çıkarsamalar dikkat çekiciydi. Buna karşın kendi dünyamızdaki okul tercihi ve sınav meselesi üzerinde dönen karmaşa, başbakanımızın da ilgisini çekmiş olmalı ki, kendisi kafa karıştırmaya çalışanlara kulak asmayan, ben ne dersem odur ha açıklamasında bulundu.
Bir tarafta teknolojinin yaratmış olduğu kolaylıkların ardından bilgiye erişme hususunda müthiş gelişim yaşayan bir eğitim alanı bulunuyor. Bunun farkında olan ülkeler, eğitim alanında kullandıkları bütün argümanları yeniden gözden geçirmek suretiyle, içine hızla dahil olduğumuz yeni dünyanın getirilerinden uzak kalmak istemiyorlar. Bunun için de özellikle öğretmenlerin yetiştirilmesi başta olmak üzere, bilginin çeşitlenmesine yönelik müthiş bir açılım sürecine başlıyorlar.
Başta matematik olmak üzere maalesef ülke olarak çok zayıf olduğumuz doğa bilimleri kısmında işler bambaşka şekilde yürüyor artık. PİSA direktörü de tam da bu durumu bize anlayacağımız dilden söyleyerek adeta kral çıplak dedirtiyor: Türk öğrencilerin iyi olduğu alanlar artık dünyada önemsiz. Yani bana Türkiye PİSA skorlarında geriye düşüyor dediğinizde tabloyu farklı okuyorum diyor. Dünya şekilsellikten uzaklaşıp işlevsel olan bir anlayışı eğitim sistemi içerisinde olmazsa olmaz olarak görürken biz ısrarla şekle takılıp, okulu kalıplar içerisine sokmanın ötesine geçemiyoruz.
Nitelikli okul, niteliksiz okul tartışmalarının yapılıyor olmasının bile ne kadar incitici bir yanı olduğunu, en başta bu ifadeleri kullananların görmesi gerekir. Oysa ülke olarak eğitim sisteminin içerisinde bocalamanın ötesine geçemediğimiz için, her defasında duvara toslamaya devam ediyoruz. Bütün derslerimizin ezbere dayalı olması ve çocuklarımızda yaratıcılığı öldürmek için her türlü atraksiyonu gerçekleştirmesi ise ülke olarak geleceğe dönük talihsizliğimizi oluşturuyor.
Aslında kendi elimizle kendi geleceğimizi daha başından kuşa döndürmeye ve onu da uçamaz hale dönüştürmeyi başarmayı matah bir halt sanıyoruz. Oysa özgür düşünemeyen, eleştirel bir perspektif geliştirmenin yanı sıra bunu dile getirebilme olanağı olmayan milyonlarca gencimizi, kalıpların içerisine sıkıştırıp duruyoruz. Şekilsellikten öteye gidebilecekleri hiçbir mekanları kalmadığı anda ise onlara yetki vererek, onlardan da aynı şeyleri tekrarlayarak büyük adamlar olmalarını bekliyoruz.
Böylesi bir kısır döngü içerisinde gelir durumları nispeten daha iyi olanların, diğer akranlarından daha şanslı bir eğitim alabilme olanaklarını bulunduğunu ve onların nitelikli okullara gidebilme olasılıklarının daha yüksek olduğunu biliyoruz. Peki en muhtaç kesimde yer alan çocuklara ne oluyor? İşte asıl meselenin düğümlendiği ve giderek daha da kangren bir hale dönüştüğü yer tam da burası.
Çünkü bu çocukları kendi ellerimizle niteliksiz bir halde sokaklara gönderiyoruz ve onları hayatları boyunca üretebilecekleri kapasitelerinin dışında konumlanacakları işlere yolluyoruz. Mutsuz insanlar yetiştiriyor ve mutsuz işlerde onları çalıştırıyoruz hatta buradan devam edersek hayatlarının sonuna kadar sıkıntı içerisinde yaşayacakları mutsuz evliliklerin de önünü ardına kadar açıyoruz.
Çocuklarımızın, gençlerimizin hayatlarından giderek daha çok zaman çalıyor ve onları gelecek üzerinden bugün yaşadıklarını kabullenmeleri gerektiği hususunda ikna etmeye gayret ediyoruz. Oysa bu model benim de aralarında yer aldığım kuşaklar açısından geçerliydi çünkü o dönemde şimdi var olan uyaranların hiç birisi mevcut değildi. Şimdi ise okulda verilen eğitimden çok daha fazlasına, çocuklarımız ve gençlerimiz rahatlıkla ulaşabilecek kolaylıklara sahipler.
Okulda aldıkları eğitimden memnun olduğunu söyleyecek çocuk ve genç ne kadardır gerçekten çok merak ediyorum. Var olan bütün modelin bu çocukları, gençleri sıkıntıya doğru itmesinin ardından ise okul bir toplumsal iletim aracı olma vasfını kaybetmiş oluyor. Bugün ülkemizin okullarının büyük bir çoğunluğunda var olan eğitim sistemi, günün koşullarına cevap verebilecek bir durumda değil. Öğretmenlerin durumunu da bu tabloya eklediğiniz anda sistem tamamen hata veren bir hale bürünmeye başlayacaktır.
Liseye veya üniversiteye giriş sistemiyle istediğiniz kadar oynayın, eğitim sistemimizde yaşanan bu kaosu ortadan kaldırmanın yolu çok daha farklı bir zihniyet yapısı ile mümkün olabilir. Bunu gerçekleştirebilir miyiz sorusu ise o kadar da kolay yanıtlanabilecek bir soru değil maalesef. Çünkü biz oldum olası eğitimi ve okulu bir bütün olarak görüp oradaki öğrencileri, öğretmenleri bu bütünün altında eritme yanlısı olan bir anlayışı hakim kılmayı tercih ettik. Öğrencilerin geri bildirimine açık olan ve öğretmenle öğrencilerin ezberden uzak bir anlayışla gerçek anlamda buluşabildikleri bir model olabileceğini bile görmezden geldik.
İktidarın üretiminde eğitim sistemi üzerinden başta sınıflarımızın düzenlenmesinden, okula giriş çıkışlara kadar her anlamda bir ast-üst hiyerarşisini hayata sokarak çocuklarımızı yarınlara hazırladık. Sevgi ile saygının birlikte gelişmesi ve büyütülmesi yerine korku üzerinden saygıyı gerçekleştirmeyi başarmaya çalıştık. Böylesi bir model ise hem sevgisizliği hem de saygısızlığı çok daha hızla üretmeye yol açtı. Toplumsal değerlerin aktarılması yerine bu değerlerin erezyona uğramasının önünü açan kurum bizim ülkemizde okullarımız oldu.
Hangi şekilde göstermek isterseniz isteyin fark etmeyecek olan çocuklarımızın, gençlerimizin içerisinde yer almak istemediği eğitim kurumları gerçeği, önümüzde duran en büyük sorunlardan bir tanesi olarak çözülmeyi beklemektedir. İster nitelikli ister niteliksiz olarak değerlendirilsinler veyahut ister sınavla ister evlerinin yakınlarındaki okullara gitsinler çocuklarımız, gençlerimiz orada mutsuz olmaya devam etmektedirler. Ülke olarak biz onları daha güzel yarınlara hazırlayabilecek donanımla yetiştirmek bir yana orada oldukları süre içerisinde bile mutlu edemeyecek bir şekilde zorlayarak sistem içerisinde tutmaya çalışıyoruz.
Sakallı Celal’in bir vecizesi ile bitireyim; bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkündür.