04 Kasım 2016

Durumumuz göründüğünden çok daha vahim

Hiç bu kadar uç bir örneğe şahit olmamıştık...

1980 sonrası yaşadığımız dönüşümlerden bir tanesi bireyin değerinin ön plana çıkartılmasıdır ancak bu süreç sosyal yapının çözülmesi şeklinde ortaya çıkmıştır.

Tasavvuf geleneğinden gelen bir kültürümüz var ve o kültürde her birey bir evrendir. Sosyal yapılardaki örgütlenmelerin içerisinde bireyler unutulmaz tam tersine her bireyin daha iyi yaşaması için dezavantajların avantajlara yaklaşması için yani herkesin eşit derecede gelişmesi için değil, önce dezavantajlıları yanımıza alırız, diptekileri yanımıza çekeriz.

Bizde ise son otuz yıllık periyotta tam tersi bir anlayış hakim oldu ve dipte kalanları kendi kaderlerine terk etmeye başladık. Bu bireycilik, bireysellik değil, bireyin değerinin anlaşılması hiç değil, kişinin kendi değeri, diğerlerinin değersizliğidir. Halbuki bireyin değer kazandığı bir toplumda her birimiz bir diğerimiz için de önemli hale geliriz.

Bizdeki bireycilik anlayışında ise sadece ben değerli oldum yaklaşımı söz konusu olmaktadır ve burada diğer bireylerin değerleri de yok olmakta ya da yok edilmektedir. 'Ben’in her şeyin üstünde olduğu ve her şeyi yapabileceği zihniyetinin yerleştirildiği yapılarda ‘gücü’ tekelinde tutanlar son sözü söylerler.

Burada artık her türlü alan birbiri içerisine karışıp bütün bildiklerimiz de yanlış hale dönüşebilir. Bu öylesine tuhaf bir ruh hali ve öylesine büyük bir pespayeliktir ki, para/rant uğruna her türlü ulvi değer bile pazarlanabilir. Tıpkı dün gündeme gelen 15 Temmuz darbesinin önlenmesinde büyük bir rolü olan sembol isim şehit Ömer Halisdemir’in aziz hatırasının bir inşaat şirketi tarafından konforlu yaşamın yeni adresi şeklinde pazarlanmasında olduğu gibi.

Şirketin gelen tepkiler üzerine reklamı sitesinden ve sosyal medya hesaplarından kaldırmış olması, durumun vehametini ortadan kaldıramaz. Öylesine hızla dibe doğru yol alıyoruz ki paraya tahvil edebileceğini düşündüğümüz her türlü kavramı, olayı, kişiyi kullanmaktan çekinmeyecek kadar fütursuzca davranabiliyoruz.

Nasılsa bu ülkede hiç kimse rezil de olmadığına göre ya da tüm olup bitenler yapanların yanlarına kaldığına göre çok da büyütmemek gerekir diyenler olacaktır. Hatta böylesi bir proje ile onlarca insana ekmek kapısı açılacağını söyleyenler bile çıkabilir. Tüm bunların olması bile şaşırtıcı değil artık çünkü maalesef bu ülke insanlarını şaşırtmaktan bile hızla uzaklaşıyor.

Unutmayı öylesine sevdik ve öylesine benimsedik ki yaşanan kepazeliklerin, toplumsal hayatımızda açtığı delikler konusunda üç maymunu oynamak bile kafi gelmiyor artık. Türk halkının örf ve ahlakını korumak için yola çıkanların açtığı güzergah üzerinde öylesine büyük densizlikler ve akla gelmez skandallar yaşanıyor ki, ne desek yetersiz kalır! Bayağılık, pespayelik ya da kitch diye nitelemek bile bu durumu açıklayamayacaktır.

Seçmiş olduğu isme bakılırsa ülkemizde yükselen değeri yansıttığını düşünen firma sahiplerinin para uğruna geldikleri nokta dinin ve ondan beslenen değer yargılarının ne kadar araçsallaştırılabildiğini de önümüze acı bir fatura şeklinde koymaktadır. Bugüne kadar pragmatist davranmak suretiyle günün anlam ve önemini kullanan hatta bunu sonuna kadar sömüren onlarca örnek gördük.

Ancak hiç bu kadar uç bir örneğe şahit olmamıştık çünkü bugüne kadar özel bir önem verdiğimiz şehitlik meselesinin bile kullanılabileceği aklımıza gelmemişti. Konforlu yaşam alanının pazarlanmasına ülkesi için canını veren bir vatan evladının adının paravan haline getirilmesi ve onun aziz hatırası üzerinden adeta ‘cennet’in pazarlanması.

Ne kadar kolaylıkla isimleri karalayabiliyor ve yok edilmesine vesile olabiliyoruz. Yaşamı ucuzlattığımız ölçüde ölümü öne çekebiliyor ve ölümle koca bir ülkeyi terbiye etmeye kalkabiliyoruz. Muhafaza edemediğimiz onlarca değerimiz ve eserimiz gibi insanlarımızı öldükten sonra bile kendi çıkarlarımız uğruna kullanabilecek kadar alçalmayı sürdürebiliyoruz.

Bir tarafta her türlü manevi değerlerin propagandasını yapıyor öte yandan ise maddiyatın dibine vurmayı ve oradan istediğimiz gibi tüketme hakkını kendimizde görürken, bizim gibi olmayanlara karşı acımasızca davranmayı hak görüyoruz. Dengesi kaçan, cüzdan ile vicdanı arasında her defasında tercih yapmak zorunda kalan kitle sayesinde giderek daha da aşağılara doğru kayıyoruz. İnsicamını yitirmiş bir toplumun kendisini bir arada tutacağını sandığı değerleri, onu ne koruyabilir ne de başına geleceklerden uzak tutabilir.

Kötülüğün en acımasız olanı sizin değer verdikleriniz üzerinden gerçekleştirilmek suretiyle can evinizden vurulmanızla gerçekleştirilmiş olandır. Farkına varılması çok daha zor ancak ayırdına vardığınızda da iş işten geçecek kadar derinlere inebilme gücüne sahiptir.

Adaletin işlemediği, vicdanların suskun kaldığı, hakkın üzerinin örtüldüğü yerde kötülük hızla kökleşip alan kazanır. Namuslu, iyi, vicdanlı insanlara ve onların ferasetine bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Değerlerimiz, insanlarımız, bugünümüz ve yarınlarımız elimizden hızla kayıp gidiyor, durum göründüğünden çok daha vahim ve tehlikeli.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

"
"