19 Şubat 2018

Bu son olsun bu son!

Daha insancıl bir ülkenin oluşturulması hususunda hepimize büyük roller düştüğünü unutmamalıyız

"Bu son olsun" Cem Karaca’nın unutulmaz şarkılarından bir tanesidir. "Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son" sözleri ile yüreklere kazınmıştır. Ülkemizde son yıllarda giderek artan ve her seferinde yarattığı infialin boyutlarının da yükseldiği tecavüz olayları ile sınanmayı sürdürüyoruz. Son olarak 3 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ile birlikte bir kez daha sarsıldık. Aslında her tecavüz, istismar, şiddet ve cinayet olayı sonrasında sarsılıyor ama kısa bir süre sonra yaşananları unutup, gündelik hayat gailelerimize kendimizi kaptırmayı sürdürüyoruz.

Yaşanan kötülüklerin boyutu ne kadar yüksekse, olan biteni konuşma süremiz de o kadar uzuyor. Ama daha fazlası için yapılması gerekenler konusunda yine bildik sessizlik sarmalının içerisinde kalmaya devam ediyoruz. Her şeyden önce bu ülkede başta çocukların ve kadınların olmak üzere nefes alan veya almayan herkesin ve her şeyin hayatının tehlike ve tehdit altında bulunduğu gerçeğinin altını çizmek zorundayız. Benim başıma gelmez veyahut oturduğumuz yer güvenli diyerek, olan bitenlerin dışında kalabileceğinizi sakın ola ki zannetmeyin.

Öylesine garip bir zihniyet üzerinden normalleştirilen bir algıyı yaymayı sürdürüyoruz ki, sokaktaki sıradan insanların kafasında ‘tecavüze uğrayanların bunu hak ettiklerine yönelik inanış bir türlü ortadan kalkmıyor’. Hatta acı olan sadece erkeklerin değil kadınların da aynı argüman üzerinden olanları temize çıkartma konusunda herhangi bir çekince duymuyor olmaları. Makyaj yapmak, etek giymek, saçları görünmek, gülmek, gece sokağa çıkmak vb. gibi daha nice tuhaf gerekçeler, olan biten rezilliğin önüne hafifletici neden olarak çıkartılabiliyor.

Bir diğer tuhaf durum ise, tüm bu olup bitenleri bize aktarmakla görevli olan medyanın tavrında yaşanıyor. 3 yaşında bir çocuk tecavüze uğruyor, buna karşın her seferinde biz olup bitenlerle ilgili olarak ‘istismar’ ifadesi ile karşı karşıya bırakılıyoruz. İstismar, taciz ve benzeri söylemler, yaşananları ne anlatıyor ne de gerçek anlamda toplumsal bir duyarlılığın oluşmasına olanak sağlıyor. Tam aksine eylemi gerçekleştirenlerin, yaratmış oldukları kötülüğün boyutlarının daha da artmasına buna karşın alacakları cezaların yumuşamasına yol açıyor.

Yaşadıklarımız karşısında verdiğimiz tepkileri akılla birleştiremediğimiz ve duygularımızla harmanlayamadığımız sürece, bir şeylerin eksik kalacağı gerçeğini es geçememek durumundayız. Kazığa oturtmak, aynı eylemi yapanın üzerinde gerçekleştirmek, işkencelerden geçirmek veya her gün azar azar öldürmek gibi söylemler, yaşamakta olduğumuz bu garabetleri ortadan kaldıramaz. Bu olanların yaratacağı tahribatı azaltabilmek ve en alt seviyelere indirebilmek ise mümkündür.

Bunun için ise hiç kuşkusuz başta çocuklarımızı, kadınları ve hepimizi koruyacak olan hukuk kurallarını netleştirmek ve cezai yaptırımların sonuçlarını herhangi iyi hal indirimleri olmadan ortaya koymak durumundayız. İşin hukuki boyutu sadece yaşadıklarımızın sadece bir tarafını oluşturmaktadır. Bunun yanında ahlaken giderek çöken ve her geçen gün biraz daha fazla kaybolan bir toplumsal ahlak sistemi ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini de atlamamalıyız.

Cinsellikle ilgili problemlerini çözemeyen bir toplumun, sürekli olarak cinsellik üzerinden yeniden ve yeniden sınanması kaçınılmazdır. Özellikle belirsizliğin ve normsuzluğun tavan yaptığı dönemlerde ahlakın ve vicdanın sesi de daha az duyulmaktadır. Böylesi zamanlarda yapıp ettiklerini kâr gören hatta bunları normal bulan kitleler de ortaya çıkabilir. Her şeyin başı eğitimdir söyleminin yetersiz kaldığı gerçeğini bilerek, eğitimi bırakmadan ama sadece eğitimle de işlerin hallolmadığını görerek davranmalıyız. Çocuklarımıza kendilerine yönelik olan istemedikleri her türlü olay karşısında mutlaka ebeveynlerine haber vermelerini, seslerini çıkartmalarını öğretmeliyiz.

Çoğu kez en yakınlarındaki kişilerden gelebilecek olan taciz, tecavüz ve şiddet gerçeğini de aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. 4,5 yaşındaki kızına bir buçuk yıl süre boyunca tecavüz eden babaya ilişkin haberler de birkaç gün önce medyaya yansıdı. Aile bireylerinin çocuklarının söylediklerini dikkate almaları ve bu konuda onların yerine karşılarındaki kişilere inanmaları, çocukların yaşadığı travmanın daha da uzun sürmesine yol açmaktadır. İşte bu noktada eğitim kurumlarına ve buradaki öğretmenlere çok fazla iş düşmektedir. Onların gösterecekleri hassasiyet ve dikkat, yaşananların öğrenilmesine ve yapanların yanına kar kalmamasına olanak sağlayabilmektedir.

Küçük çocuklara, kadınlara, hayvanlara yönelik cinsel taciz ve tecavüz vakalarında yaşanan artış sonrasında ‘yok artık bu kadar da olmaz’ ifadelerine sarılıyor ve suçluların en ağır şekilde cezalandırılmalarını talep ediyoruz. Konunun birkaç boyutu olduğu gerçeğini çoğu kez ıskaladığımız için de genellikle sadece sonuçta verilmesini istediğimiz cezalara odaklanarak, olan biteni konuşmayı sürdürüyoruz. Oysa yaşadıklarımız sonrasında elbette yaptırımların ağırlığı üzerinde durmalıyız. Ama buraya gelinceye kadar, içinde yaşadığımız ülkenin cinsellikle ilgili kültürel yansımalarını da göz ardı etmemeliyiz.

Gündelik hayatın içerisine sinmiş bulunan küfürlü konuşmalardan, kullandığımız küfür içeren deyimlere kadar hemen her yerde karşımıza çıkan üstü örtülü bir cinsellik meselemiz var. Lafa gelince cennetin ayakları altında bulunduğunu söylediğimiz annelerimiz hakkında kullandığımız küfürler en sık dışa vurduklarımız oluyor. Namus kavramını ısrarla bacak arasına hapsetmeyi sürdürdüğümüz için namussuzluk kavramı da yine buradan boy veriyor. Oysa ne namus ne de namussuzluk kavramları sadece kadınla ilgili veya cinsellikle anlatılabilecek kavramlar değillerdir.

Cinselliğe yönelik olarak oluşturduğumuz blokajlarımız, hiç ummadığımız boyutlarda cinsel açlığı ve beraberinde taciz, tecavüz ve şiddeti doğuran pek çok uygulamayı getirebiliyor. Namussuzluk üretiyor diyerek genelevleri yasakladığınız anda sorunlar çözülmüyor hatta tam tersine daha da katmerli hâle dönüşüyor. Son dönemde yaşadıklarımızı ne insanlıktan çıkma ile ne de dinsel bir takım hurafeler getirenlerin söyledikleri ile açıklayamayız. Bizi bir arada tutan bağların gevşemekte olduğu ve yaşadıklarımızı anlamlandırma konusunda sıkıntı çektiğimiz muhakkak. Buna karşın yaşadığımızın bir geçiş süreci olduğunu ve birbirimizle olan ilişkilerimizi sürdürebilme hususunda hem toplumsal normlar hem de hukuksal kurallar açısından yeni düzenlemelerin de bu olan bitenler sonrasında şekilleneceğini söyleyebiliriz.

Daha barışçı, insancıl, güvenli ve huzurlu bir ülkenin oluşturulması hususunda hepimize büyük roller düştüğünü unutmamalıyız. Başta çocuklar olmak üzere bütün canlıları gözetecek ve haklarını koruyacak bir toplumsal iklimi inşa etmek zorundayız. Bu doğrultuda ülkemizde giderek artan çocuk, kadın ve hayvanlara yönelik cinsel istismar, tecavüz ve şiddete karşı hep birlikte dur demeliyiz. Yaşanan kötülükleri ‘rızası vardı, giydikleriyle, makyajıyla veya gece yarısı sokağa çıkması’ ile normalleştiremeyiz. Bu yaşananların son olabilmesi için hepimizin samimi olarak destek vermesi ve gereken düzenlemeler konusunda yasama organına dileklerimizi iletmemiz gerekmektedir. 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"