Üzerinden tam bir hafta geçti ve hala kafalarımız çok ama çok karışık. Bir tarafta devletin en mahrem alanlarına kadar sızmayı başarabilen ve bütün bunları gerçekleştirirken anlaşıldığı kadarıyla hiç zorlanmayan bir terör-bir zamanlar cemaat diye övülen- örgütü var.
Soruyu biraz daha farklı bir yerden sormakta fayda olduğunu düşünüyorum; bu devlet yapılanması içerisinde gerçekten liyakat kuralları hiç işletildi mi? Türkiye Cumhuriyeti devleti doksan üç yıllık ömrü boyunca kendisi için tehdit olarak gördüğü insanları sürekli olarak kapının dışına mı? çıkarttı. Farklı seslere, farklı renklere, farklı ideolojilere, etnik ve dinsel farklılıkları hep öcü olarak mı gördü?
Sürekli olarak bir kısmımızı bir diğer kısmımız üzerinden korkutmak suretiyle toplumun sinir uçlarıyla oynamayı ve bunun üzerinden iktidar üretmeyi başardı mı? Çok ilginç günlerden geçiyoruz ve bu tuhaf zamanlarda her şeyin son derece flu olduğunu, her zamankinden çok daha fazla birbirimize ihtiyacımız olduğunu fark etmek zorundayız.
Aynı zamanda geçmişte bize verildiğini düşündüğümüz hak ve özgürlüklerden de çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Anormal durumların, normal olmayan insan davranışlarını ve bu davranışlardan ötürü ortaya çıkan reflekslere yardımcı olabildiğini tarih bize fazlasıyla gösterdi.
15 Temmuz‘dan çok kısa bir süre önce Avrupa’nın orta yerinde yaşanan bir insanlık suçunu Srebrinitsa’yı andık. Birbirleriyle komşuluk ilişkisi olan insanların bir anda nasıl düşmanca bir hunharlığı hayata geçirebildiklerini gayet iyi biliyoruz. Ama öte yandan bu ülkenin mağdur yaratma konusundaki uzmanlığını da gayet iyi biliyoruz.
İşte bu yüzden bu puslu günlerde daha fazla demokrasiye ihtiyacımız var, birbirimizi etiketlemek ve bunun üzerinden yeni mağduriyetler yaratmak en son yapılması gereken şey olmalı. Sürekli olarak bir ağızdan konuşan ve bunun üzerinden iktidara şirin gözükmeye çalışan medyanın hali, işimizi kolaylaştırmaz tam tersine daha da içinden çıkılmaz bir hale büründürür. Farklı seslere, farklı sözlere, farklı bakış açıları geliştirebilecek olan beyinlere şimdi çok daha fazla ihtiyacımız var.
Elimizde bir örnek konuşan insan tipi zaten uzun zamandan bu yana mevcuttu. Hatta onlar bile ne söyleyebileceklerini, neyi nereden tutup hareket edebileceklerinin farkına uzun bir süre varamadılar. Nasıl varsınlar ki, bir zamanlar ülkenin iki numaralı ismi olan eski meclis başkanı ve başbakan yardımcısı bile olan bitenin ayırdına daha yeni varabildiğini hatta bunun için kendisine ‘ahmak’ diyebileceğimizi ifade ediyor.
Hatta Cumhurbaşkanı'nın da aynı gece bu silahlı örgütü öğrendiğini söylüyor. Gerçekten de ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı, ordusu, emniyet güçlerinin olan biten bu kalkışmadan haberi olmaması çok tuhaf! Cumhurbaşkanı bu konu hakkında darbeyi ‘eniştem haber verdi’ şeklinde açıklıyor, ülkenin en yetkili kişisinin haber alma kaynağı aile efradı. Allah'tan o haber vermiş ve darbenin en kritik aşaması ucuz atlatılmış. Peki yıllardan bu yana söz konusu terör örgütünün devletin iliklerine kadar nüfuz etmesi gerçekleşirken söz konusu kurumların yetkilileri olan bitenleri nasıl hazmedebildiler?
Yaşadıklarımızın sadece Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı içinde geçen on dört yıl ile sınırlı olmadığını, ondan önceki iktidar dönemlerinde de söz konusu örgüte/cemaata yönelik iyi hal desteklemelerinin en tepedeki liderler nezdinde yapıldığını biliyoruz. 1980 askeri darbesi sonrasındaki cuntanın, ülke içindeki sağ-sol kavgasını ortadan kaldırabilmek için dini nasıl kullandığını, Kenan Evren’in il il yaptığı mitinglerdeki konuşmalarında bulabilirsiniz. Din-Vatan-Milliyet-İnsanlık gibi kavramlar ve bu kavramların içinde yer aldıkları ideolojilere mensup olan insanların oluşturduğu farklı yapılara rağmen, devlet mekanizmasının her alanında ideolojiler üstü bir insan tipine bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğunu bir kez daha anlamış olduk.
Evrensel hukuk kurallarına göre karar vermesi gereken hakimlerin, cemaat mensubu olarak karar vermeleri sonucu çok sayıda yurttaşımızın hayatları karardı hatta bazıları bu yüzden canlarından oldu. Ülkenin bir kısmı bu anlayış yüzünden mağdur edilirken bir başka grup olup bitenlere bıyık altından gülmekle meşguldü. Şimdi anlaşılıyor ki durum hiç de göründüğü gibi değilmiş ve bir dönem sırtı sıvazlanan canavar, hepimizi yok etmeye yemin etmiş.
Hukuk kurumunda yaşanan bu yozlaşma ve adaletsizlik sadece orada kalmadı, tüm devlet kurumlarına kadar yayıldı. Bir hafta içerisinde ülkenin dört bir köşesindeki neredeyse bütün kurumlarından temizlik haberleri geliyor. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken nokta, daha önce yapılan hataların tekrarlanmaması ve liyakat esasları temelinde insanların görevlere getirilmesi olmalıdır.
Bu ülkenin ahlaklı, vicdanlı, adaletli ve kendisi gibi olmayan insanlara/fikirlere/ideolojilere karşı da saygılı, liyakat sahibi insanlara ihtiyacı var. Sözde değil özde bir arınmayı hayata geçirmek için birbirimize daha fazla muhtacız. Bu yolda demokratik teamüllerden uzaklaşmak hepimize zarar verir.