Trabzon denilince akla futbolun geldiğini yıllar önce yürütücülüğün yaptığım bir çalışmada bizzat deneyimlemiştim. Trabzon kentine gittiğinizde sizi karşılayan en önemli sembol hiç kuşkusuz bordo mavili renklerle bezeli bayraklar ve üzerilerinde formalar olan taraftarlardır. Kafanızı çevirdiğiniz her noktada mutlaka ama mutlaka futbolun bu kent için ne kadar önemli bir yer işgal ettiğini görebilme şansını yakalarsınız. Özellikle de maç günleri bu coşkunun çok daha farklı bir boyuta doğru yol aldığını görebilirsiniz. Avni Aker Stadyumu döneminde tribünlerde maç seyretme üstelik Trabzonspor-Fenerbahçe karşılaşmasını da seyretme şansını yakaladım. Karadeniz insanının tribünlerdeki duruşunu hem kendi takımı lehine hem de aleyhine nasıl bir haleti ruhiye ile bağırabildiğini gördüm. Bu ülkede futbolun tutku ile sevildiği kentlerin başında hiç kuşkusuz Trabzon kenti gelir ve onun bir numaralı markası da Trabzonspor’dur.
Siz bakmayın Trabzonspor Kulübü'nün kuruluş tarihinin 1967 olarak yazılmış olmasına aslında bu kentin futbolla olan birlikteliği çok eskilere dayanmaktadır. 1922 yılında Süleyman Rıza tarafından yazılan Asosyeşın Futbol alanındaki ilk kitaplardan bir tanesidir ve Trabzon’da kaleme alınmıştır. 2 Ağustos 1967 günü Bordo-Mavi renkler altında İdmanocağı, İdmangücü, Karadenizgücü ve Martıspor’un birleşmesiyle Trabzonspor Kulübü kurulmuştur. 1974-75 sezonundan itibaren şimdiki adıyla süper lig olarak adlandırılan birinci ligde mücadele etmeye başlamıştır. İlk sezonu otuz maçta otuz puanla dokuzuncu olarak tamamlayan Trabzonspor Kulübü, 1975-76 sezonundan 1983-84 sezonuna kadar geçen dokuz yıl içerisinde şampiyonluğu altı kez kazanma başarısını göstermiştir. Şampiyonluğa ulaşamadığı üç sezonda da ligi iki kez bir puan farkla, bir kez de iki puan farkla ikinci tamamlamıştır. Son şampiyonluk sonrasından günümüze kadar geçen süre içerisinde üç önemli kavşak noktası bulunmaktadır ki bunlardan ilki 1995-1996 sezonunda ligin bitimine sondan bir hafta kala kendi sahasında oynadığı karşılaşmada kendisine beraberlik bile yeterli bir sonuç iken 2-1’lik mağlubiyet ile şampiyonluğu kaçırmasıdır. İkinci önemli durak tartışmaları hâlâ devam eden 2010-11 sezonundaki müthiş çekişme sonrasında Fenerbahçe’nin şampiyonluğu ile noktalanan ve ardından yaşanan şike süreciyle birlikte yaşananların yansımalarının Trabzonspor Kulübü açısından son derece olumsuz sonuçlandığı sezondur. Bu sezondaki etkiler bu iki kulübün yıllar içerisinde oynadığı karşılaşmaların son derece gergin bir ortamda oynanmasına ve Trabzonspor Kulübü'nün her iç sahadaki Fenerbahçe karşılaşması sonrasında üç puandan çok daha fazla şeyi kaybetmesine yol açmıştır. Son durak ise 2019-2020 sezonunda Trabzonspor Kulübü'nün belki de en çok yaklaştığı şampiyonluğu bu kez üç büyüklerden bir tanesi ile mücadele ederken değil bir başka İstanbul Kulübü olan Başakşehir’e adeta kendi hataları ile teslim etmesidir.
2021-2022 sezonunda ise işler Trabzonspor kulübü için çok daha farklı bir görünüm arz etmektedir. Her şeyden önce kulüp geçen sezonun ilk yarısının sonlarına doğru teknik direktörlük görevine Abdullah Avcı’yı getirdikten sonra yeni bir yapılanma içerisine girmiş olup aslında bu sezona dönük adımları atmaya başlamıştı. İlginç bir biçimde hem kulüp için hem de teknik direktör açısından birlikte başarmak gibi bir durum söz konusudur ve bunun bilincinde olan Abdullah Avcı da bu doğrultuda adeta nokta atış transferlerle sezona girmiş olup geçtiğimiz sezonun ikinci yarısından bu yana kendi sahasında oynadığı karşılaşmalarda namağlup unvanını sürdürmeyi başarmıştır. Bu birliktelik üzerinde neden daha fazla durduğumu da açmam gerekirse, Abdullah Avcı’nın Başakşehir Kulübü’nde son düzlükte kaybettiği şampiyonluklar sonrasında kendini şampiyon yapan teknik direktörler listesine ekleyebilmesinin en güçlü meydan okumasını yapabileceği yerlerden bir tanesi Trabzonspor Kulübü'ydü. Aynı şekilde Trabzonspor Kulübü için de geçen otuz beş sezonluk zaman dilimi arada üç kez son anda kaybedilen şampiyonluklara karşın büyük oranda hayal kırıklıklarıyla doluydu. Bu yüzden de kulübün özellikle genç kuşakları daha çok bünyesine çekebilme adına şampiyonluk yaşaması kaçınılmaz bir zorunluluk haline dönüşmüştür.
İşte tam bu noktada Başkan Ahmet Ağaoğlu’nun önceki kulüp başkanları ve yönetimlerinden farklı bir profil çizmekte olduğunu da belirtmeliyiz. Ağaoğlu hem kulübün dengelerini çok iyi gözetiyor hem de kulübün federasyon ve merkezi iktidarla olan ilişkilerinde müthiş bir performansa imza atıyor. Sezon başında Avrupa kupalarından erken elenme süreci takımın tamamen lige konsantre olmasına ve uzun yıllardır görülmedik bir biçimde üç büyükler olarak adlandırılan İstanbul takımlarına karşı açık ara puan farkı ile ilk yarıyı tamamlaması ile sonuçlanmıştır. Galatasaray ile kendi sahasında 2-2 berabere kalan ekip, Fenerbahçe’yi evinde 3-1 ve Beşiktaş’ı deplasmanda 2-1’lik skorlarla mağlup etmeyi başarmıştır. Ligin ilk yarısının sonunda Fenerbahçe ile arasında 14 puan, Beşiktaş ile 18 puan ve Galatasaray ile ise 19 puanlık bir fark söz konusudur. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Türkiye futbol liglerini takip eden birisi olarak ilk kez bu kadar büyük bir farkın yaşandığını görüyorum ve ilk kez bu üç İstanbul takımının bu kadar kötü futbol oynadığına şahit oluyorum. Trabzonspor kulübü ise sezon boyunca oynadığı bütün karşılaşmalarda rakiplerine karşı açık ara bir üstünlük kurmayı başarabilmiş olup elindeki kadro zenginliği ile ilk yarıyı lider olarak tamamlamıştır.
Şimdi asıl mesele devre arasında hocanın istediği yine nokta atış transferleriyle birlikte ikinci yarıya yine aynı kararlılıkla başlamak ve sezonun belki de ortasında şampiyonluğa ulaşmayı garantilemeye çalışmak olarak duruyor. Trabzonspor Kulübü ve Abdullah Avcı bu sezon kendi kendisiyle yarışmaktalar, arada Konyaspor gibi Başakşehir gibi Hatayspor gibi kendisini zorlayan takımlar söz konusu fakat genel gidişata baktığımızda eğer çok büyük bir aksilik olmazsa Trabzonspor açısından bu sezon belki de yıllardır hasretliğini çektikleri o sezon olacak gibi gözüküyor. Bunu başarabilecek bir takım var karşımızda ve bu takımı pozitif bir futbol aklı ile yöneten başarılı bir teknik direktör söz konusu, bu ikisinin birlikteliğinin ötesinde gerçekten bu kez takımına sonuna kadar inanan ve destekleyen bir taraftar potansiyelinin varlığını da göz ardı etmemeliyiz. Keyifli geçecek bir ikinci yarı bizleri bekliyor, Trabzonsporlu taraftarlar açısından ise bu sezon hasretliğini çektikleri süper lig şampiyonluğuna kavuşmanın senesi olma ihtimali bir hayli yüksek.