Dün gece oynanan İzlanda-Türkiye maçında bir kez daha gördük ki, sadece ‘gerilim’den beslenen ve ‘biz bitti demeden bitmez’ sloganları ile yürüdüğü sanılan gemi yürümüyormuş. Ya da halk arasında çok kullanılan bir deyimle, çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçüncü de yakalanırmış! Perşembe günü oynadığımız Ukrayna maçının son on dakikasında futbolumuzu göklere çıkaran ve Ukrayna’nın maç içerisinde kaçırdığı pozisyonlardan bahsetmeyerek ‘Elimizden Zor Kurtuldular’ başlığı atan futbol medyası geldiğimiz noktanın baş suçlularından bir tanesidir. Avrupa Şampiyonasına tesadüfler zinciri ile giden ve gittiği turnuvada da hiçbir varlık gösteremeyip dönen milli takım hakkında eleştiri bile yapmaktan aciz bir futbol medyamız var. Az sayıda ismi bir kenara bırakırsak neredeyse tamamına yakını yaşananlar hakkında ‘üç maymunu’ oynayarak günü ve kendilerini kurtarmayı yeğliyorlar.
Prim tartışmasından İspanya maçı öncesinde haberdar olmalarına rağmen çekmecelerinde bekletmeyi yeğleyen futbol medyasının anlı şanlı yöneticileri, futbolcuları onların önlerine atan futbol direktörümüz ve futbolcular kadar olanlar karşısında sessizliğini koruyarak koltuklarını koruyabileceklerini zanneden federasyon yönetimi de suçludur. Federasyon yönetimi ülke futbolunun marka değerini yükseltmek ve daha başarılı bir pozisyona erişebilmesini sağlamak için yaşanan tartışmalarda müdahil olmak zorundadır. Futbol direktörünün sadece maaşının konuşulduğu buna karşın sürekli olarak gerilim ve tartışmanın yaşandığı bir futbol ikliminde ne bugünler ne de yarınlar umut var olabilecektir. Alman futbol alt yapısından beslenen adeta onların yarattığı futbol üretiminden asalak olarak geçinen bir futbol dünyamız var. Üç yüz bin nüfuslu İzlanda karşısında hava koşullarına sığınmak ve buradan yaşanan beceriksizliğe kılıf uydurmak basiretsizliktir.
Gerçi yıllarca kuzey ülkelerinden gelen takımları sıcak kentlerimizde oynatarak alt etmeye çalıştık ama bir türlü başaramadık. Yıllar geçmesine rağmen ülke insanımızın kolaycı bakış açısı ve olayları kendi istediği şekilde yorumlama anlayışı değişmiyor. Futbol federasyonumuz ise alt yapılarında futbolcuların yetişmediği bir yerde istediği kadar sponsorluk gelirlerinden, başarılardan söz etsin ortada somut bir gerileme var. Geçmişte olduğu gibi elde edilen beraberlikler ülke insanını tatmin etmiyor, iyi futbol izlemek ve oynanan oyundan keyif almak istiyorlar. Buna karşın bizim oynadığımız futbolun ne olduğunu futbol direktörümüz dahil hiç kimse adlandıramıyor! Geri dönüşler üzerinden kahramanlar yaratmaya ve yarattığımız kahramanların yaptıkları hataların bedellerini ödemeye devam ediyoruz.
Dünya şampiyonu olan Alman milli takımı ve Avrupa şampiyonu Portekiz milli takımının futbolcularının aldıkları şampiyonluk primlerinin bizim turnuvalara katılan futbolcularımızdan daha az olması durumun vehametini ortaya koyuyor. Bir de olan bu saçmalığı paraların sponsorlardan geldiğini söyleyebilecek kadar aymaz bir futbol yönetimi var ortada. Sanki bizim ülkemizden çok daha az sponsor gelirleri olan iki ülkeden söz ediyoruz. Ortada kıyaslanmayacak futbolcu bonservis bedelleri ve takım başarıları söz konusu bir de üstelik. Ama bütün bunlara rağmen kendimiz çalıp kendimiz oynayarak, bir futbol ülkesi olduğumuzdan ve dünyada yenemeyeceğimiz hiçbir takım olmadığını söylemekten de geri durmuyoruz.
Tekrar belirteyim bu takımın bir sistem ve kimlik sorunu bulunuyor. Bu sorunları aşamadığımız sürece imparatorların gelip gitmesi bir şeyi değiştirmeyecektir. Yaşadıklarımızı konuşmayan hatta oynanan karşılaşmanın ardından eleştirel bir soru bile soramayan bir futbol medyamız var. Tıpkı siyasal alanda olduğu gibi burada da yaşadıklarımızın nedenlerini, niçinlerini soramıyoruz. Bir buyuran var ve o buyuranın söyledikleri günü kurtarmaya dönük ifadeler üzerinden kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Bir gün milli takım içinde yaşanan gerilimin futbolcuları etkilediği için istediğimiz sonuçlara ulaşamıyoruz. Bir diğer gün ise iklim şartları nedeniyle mağlup oluyoruz, ama olan her nedense hep bizim umutlarımıza, yarınlarımıza dair beklentilerimize oluyor. Bunun karşısında futbolcularımız ‘kutsal olan milli forma’ üzerinden bir milyon euroluk primler alıyorlar, futbol direktörümüz üç buçuk milyon euro ile dünyanın en çok kazanan teknik direktörü unvanına sahip oluyor. Bizlere ise yine hüsran ve hasret düşüyor.
Oynadığımız karşılaşmaları bize anlatmakla görevli olan spikerlerimiz sanki yedi düvele karşı savaş halindeymişiz edasıyla ileri geri konuşmayı sürdürüyorlar. Avrupa Şampiyonasında İzlandalı taraftarların gündeme getirdiği tezahüratın daha iyisini Konya’da taraftarlarımızın yaptığını söylemek içeriye şirin gözükmenin bir yolu olsa gerek. Ne zaman ki istenilen sonuç gelmiyor ardından spikerlerimizin ağzından önümüzdeki maçlara bakma klişesi dökülmeye başlıyor. Durumun futbol tartışma programlarındaki hali ise çok daha vahim bir hal almış vaziyette.
Dün gece Beyaz TV’de ve A Spor’daki yorumcuların konuşmalarında birbirlerine yönelik eleştiriler ve hakaretler havada uçuştu. Maçtan bir gün önce Arda Turan’ın Beyaz TV’de yayınlanan futbol programına çıkıp açıklamalar yapmasına yönelik ağır eleştirilere, programın yorumcuları da aynı şekilde karşılık verdiler. Bir tarafta Fatih Terim yerden yere vurulurken diğer tarafta Arda Turan’a yönelik ifadeler dikkat çekiyordu. Ama bütün bunların dışında ‘şerefsizlik, adamlık’ kelimeleri havada uçuşuyor, sık sık ‘kuş uçtu beybi, çok da fifi’ gibi amiyane tabirler de kullanılıyordu. Hatta bir ara Beyaz TV yorumcusu Abdülkerim Durmaz, Ertem Şener’e dönerek ‘üç büyüklerde oynamamışların’ yorumlarını buraya taşıma kardeşim, bizi bu gibilerle aynı kefeye koyma ve kabzımal olan adam futboldan ne anlar diyerek doğrudan Erman Toroğlu’nu hedef alan ifadeler kullandı.
Düzeyi görmeniz ve geldiğimiz yerin ne kadar dipte olduğunu anlamanız açısından bunları yazıyorum. Ülke giderek vasatlaşır ve vasatın iktidarı kurumsallaşırken hayatın her alanı olduğu gibi burada da yaşadıklarımız içler açısı düzeyde seyrediyor. Futbolun futboldan başka her şeye benzetildiği ve futbolun neredeyse tüm aktörlerinin mafyanın omerta(suskunluk) yasasını yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Ülke milli takımının gönüllerin milli takımı olmanın çok uzağına bizzat futbol direktörünün kararları ile getirildiği bu süreçte, hiç kimse yaşadıklarımızın hesabını tıpkı geçmişte olduğu gibi bugünde vermeyecek. Basın toplantısında bile eleştirel soru sormaktan korkan bir futbol medyamız var.
Futbol medyasının olan bitenler hakkında eleştiri getiremediği, futbol yönetiminin yönetemediği, futbolcularının prim kavgası yaşadığı, milli formanın renginin bile tartışma konusu edildiği bir ülkede yaşadıklarımız az bile kalıyor. Muhtemelen önümüzdeki dönemde yaşanacak sıkıntılara bir bilen el koyacak ve bütün kesimlere gereken ayarı verecektir. Fatih Terim Arda Turan çekişmesi ise zihinlerimizde tatlı bir anı olarak kalacak buna karşın ülke insanı olarak bizler bir büyük turnuvayı daha evimizde televizyonlarımız başında izlemeye mahkum bırakılacağız. Olsun nasılsa yaşananlarda en büyük pay sahibi biraz da biz, halkın kendisi sorumlu değil miyiz!