28 Ağustos 2024

Balon patladı

"Başarı gelirken yapılan hataların üzerini örtmek ve konuşanların sesini bastırmak kolaydır. Buna karşın başarısızlık sonrasında eleştiriler artar ve başarısızlığın faturasının birilerine kesilmesi gerekliliği ortaya çıkar. Burada liderin, oyuncularını feda etmek yerine sorumluluğu üstüne alması beklenir."

Avrupa’nın altıncı büyük ligiyiz balonu dün gece Galatasaray ile Young Boys takımı arasında oynanan karşılaşma sonrasında paramparça oldu. Takımlarımızın Avrupa kupaları macerasında oynadığı karşılaşmalarda yemiş oldukları goller kadar, son derece kötü futbol kurgusu ve beraberinde bir türlü istenileni veremeyişlerinin tesadüf olduğu kanaatinde değilim. Futbolun zaman içerisinde giderek karmaşıklaşan yapısına karşın takım olma hali ve basit oynama yapısını devam ettirmekte olduğu gerçeğini bir türlü anlamak istemiyoruz. Zannediyoruz ki ünlü ve yaşlı futbolculara milyon eurolar verdiğimiz zaman bu takımlar, Avrupa’da oynadıkları karşılaşmalarda harikalar yaratacaklar. Oysa bir zamanlar köy takımı diyerek dalga geçtiğimiz takımlar da dahil olmak üzere son dönemde elendiğimiz veyahut zorlukla elediğimiz takımlarda da var olan anlayışın, bir kurguya sahip olmak ve bunu ısrarla sürdürmek olduğunu bir türlü fark edemiyoruz. Milyon euroluk ayaklar ile fark yaratabileceğimizi ve takımın kadro değerinin sonucu belirleyebileceği anlayışına inatla sarılıp kalıyoruz. Fakat işler hiç de bizim istediğimiz gibi gitmiyor ve karşımızda kadro kalitesi ve ekonomisi olarak bizim çok ama çok aşağılarımızdaki takımlar bile hiç beklemediğimiz şekilde bizi rezil edebiliyorlar, tıpkı dün gece Young Boys takımının ettiği gibi. Eğer rakip takımın ileri ucu biraz daha becerikli ayaklardan kurulmuş olsaydı dün gece tarihi bir fark ile karşı karşıya kalabilirdik.

 Bu yazıda Galatasaray’ın rakibine elenmesini konu olarak ele alıyorum fakat eleştirilerimin sadece Galatasaray’ı değil Fenerbahçe, Trabzonspor, Beşiktaş ve Başakşehir takımlarını da içine aldığını belirtmek durumundayım. Bir başka ifadeyle Fenerbahçe’nin Lille takımına elendiği karşılaşmadaki hataları, Beşiktaş ve Trabzonspor’un geçtiğimiz hafta Lugano ve St. Gallen karşılaşmalarında benzer şekilde sıkıntılar yaşandığını hatırlatmalıyım. Fakat ne yazık ki ülkemizde her oynanan karşılaşma sonrasında asıl problemler masaya yatırılmadığı için erteleme üzerine ve skor odaklı futbol medyamız sayesinde balon şişirilmeye devam ediliyor. Her hafta hakem hatalarının ve yönetici açıklamalarının ön plana geçirildiği süper ligimizde, olup bitenler abartılmak suretiyle ülke futboluna yarar değil zarar veriliyor. Sadece iki örnek üzerinden var olan durumun ne kadar vahim olduğuna yakından bakabilirsiniz. Bunlardan ilki ülkemizde oynanan süper lig karşılaşmalarında topun oyunda kalma süresinin neredeyse bir yarı devre veyahut ondan bir beş dakika daha fazla olduğu bir ligimiz söz konusu. İkinci olarak ligimizde yabancı oyuncu sayısı arttıkça genç oyuncuların oyuna katılabilme süreleri giderek azalmakta. Her yıl değiştirmekten bıkmadığımız yabancı oyuncu sayısına gerçek anlamda bir kriter getiremediğimiz için teknik direktörler mümkün olduğu ölçüde gençlere yer vermemeyi tercih ediyorlar. Bu sistemin içerisinde yeni gençler çıkartabilmemiz öyle pek de mümkün değil. Real Madrid’de geçtiğimiz hafta ilk on bir içerisinde yer alan Arda Güler’in Fenerbahçe takımında Vitor Pereira teknik direktör olmasaydı bugün bambaşka bir kariyer içerisinde göreceğimiz gerçeğini unutmamalıyız.

Büyük paraların döndüğü futbol dünyamızda vitrin organizasyon olan Şampiyonlar Ligi içerisinde bir takımımızın yer almayacak olması gerçeğine biraz daha yakından bakmak durumundayız. Çünkü rakiplerimizin çok daha düşük bütçeler ile daha mücadeleci ve çok daha dirençli takımlar yarattığı gerçeğinin arkasındaki en büyük etmen, bu oyunun sadece para üzerinden değerlendirilemeyeceği gerçeği. Eğer öyle olsaydı on milyon euro verdiğiniz ve ikinci yarı oyuna aldığınız Elias Jelert’e karşılık rakibin sol bekinde oynayan Jaouen Hadjam isimli ve bir milyon euro bonservis bedeli ile takıma kattığı oyuncu arasında fark başka türlü olmalıydı. Geçen yıl Şampiyonlar Ligi eleme turunda Molde takımı karşısında ecel terleri döken Galatasaray’ın bu yılda da benzer bir görüntü sergilemesi, bir şeylerin doğru yönetilmediğini ortaya koymaktadır. Her şeyden önce ülkemizin yönetimlerinin bir taraftan Avrupa hedeflerini koyduklarını öte taraftan ise transfer konusunda geç adım attıklarını gayet iyi biliyoruz. Bu durumu geçen yıl yine Galatasaray örneğinde fazlasıyla yaşamıştık ve bu yıl için de yine aynı filmi izlemeye devam ediyoruz. Bir takım düşünün ki bir sezon boyunca sağ ve sol beklerini devşirme oyunculardan oynatma yoluna gidiyor ve ardından sezon bitiminde oyuncu alması gerekirken yine almak yerine benzer tercihleri yapmayı sürdürüyor. Galatasaray kulübünün geçtiğimiz Şubat ayında Sparta Prag kulübüne elendiği karşılaşmada sol bekinde oynayan kişi Berkan Kutlu’ydu. Dün gece ikinci yarıda sol bek pozisyonunda yine Berkan Kutlu’yu seyretmek durumunda kaldık. Benzer şekilde elinizde bu karşılaşma için aldığınız sağ bek bulunurken Barış Alper Yılmaz’ı bir yarı boyunca sağ bek oynatmayı sürdürdünüz. Bundan sonra sağ ve sol beklere yeni isimleri alsanız da trenin kaçtığını ve yaklaşık otuz milyon euroluk bir gelirden olunduğunu belirtiyor olmamız bile yönetsel anlamda durumun ne kadar içler acısı bir görünüm arz ettiğini ortaya koymaktadır.

Yönetsel anlamda son derece kötü bir organizasyona imza atan Galatasaray yönetiminin işinin bundan sonra çok daha sıkıntılı olacağı kanaatindeyim. Çünkü bu takımın bu haliyle ne Avrupa Liginde ne de süper ligde başarı sağlayabilmesi mümkün görünmüyor. Önce yönetime dönecek olan eleştiri okları bir süre sonra oyuncu tercihleri ve her karşılaşmanın ilk yarısını adeta çöpe atan teknik direktör Okan Buruk’u da hedefe koyacaktır. Başarı gelirken yapılan hataların üzerini örtmek ve konuşanların sesini bastırmak kolaydır. Buna karşın başarısızlık sonrasında eleştiriler artar ve başarısızlığın faturasının birilerine kesilmesi gerekliliği ortaya çıkar. Burada liderin, oyuncularını feda etmek yerine sorumluluğu üstüne alması beklenir. Ne yazık ki Okan Buruk bu konuda da son dönemde iyi sınavlar veremedi! Önce Beşiktaş ile oynanan süper kupa karşılaşmasında ardından Young Boys ile oynanan deplasman karşılaşmasında, faturayı oyuncularına çıkarttı. Bu süreç içerisinde Wilfried Zaha ile yollar ayrıldı ve takım içerisinde huzursuzluk tavan yaptı. Benzer şekilde Kerem Aktürkoğlu ile yaşanan gerilimin de bir türlü çözülememiş olması da teknik ekibe yazacaktır. Okan hocanın bu sezonu tamamlayabileceği kanaatinde değilim, Fenerbahçe ile oynanacak olan karşılaşmada alınacak olan sonuç sonrasında Galatasaray olağanüstü kongre ve hoca değişikliğine doğru bir gidiş yapabilir.

Bir parantezi de UEFA yönetimine açmamız gerekiyor çünkü her iki karşılaşmada da hakem tercihleri ve hakemlerin oyuna olan müdahalelerinde büyük sıkıntılar söz konusuydu. Hem ilk karşılaşmada hem de dün gece oynanan karşılaşmada hakemlerin tercihlerinin tıpkı Avrupa Şampiyonası sırasında olduğu gibi rakiplerin lehine gerçekleştiğini izliyoruz. Young Boys takımının oyuncularından ikisinin oyundan çıkarken taraftarlara yönelik tahrikleri ve ardından sahanın içerisinden yürüme girişimleri ortalığı birbirine soktu buna karşın hakem kartına başvurmak yerine saatini göstererek ortamın gerilmesine çanak tuttu. Young Boys takımının ofsayt olan golünü yaklaşık bir, bir buçuk dakika beklerken az kalsın golün verileceğini sandık diyebilirim. Buna karşın Galatasaray’ın ofsayt golünde ise oyun hiç beklemeden başlayıverdi. Galatasaraylı taraftarların kale arkasına astığı FREE PALESTİNE pankartı çok dikkat çekiciydi ve bu pankartın da UEFA nezdinde İngiliz ve Fransız lobisinin hiç ama hiç hoşa gitmediğini belirtmeliyiz. Hakem kararlarının yanı sıra verilen cezaların da farklı şekillerde işlediği bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu yüzden de bu kirli düzenin karşısında durabilmenin yolu olmayan halimizi şişirmekten değil gerçekten çalışıp, uğraşıp, emek vermek suretiyle bir futbol ülkesi olabilmenin yollarını yaratmaktan geçecektir. Bu haliyle duvara toslayıp, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak suretiyle sonuç alabileceğimizi zannediyoruz ancak bunun olabilmesi mümkün değil. Başka türlü bir şeyin mümkün olabildiğini önce kavramalı sonra harekete geçmeli ve ardından bunun olabileceğini göstermeliyiz. Bunun için etrafa para saçmamız da gerekmiyor, bir zamanlar Porto’nun ve son on yıl içerisinde Sevilla’nın yaptıklarına biraz daha yakından bakın, orada pek çok dersin bulunduğunu göreceksiniz. Yeter ki isteyin ve uğraşın.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

Güven bunalımının izini sağlıkta sürmek

Türkiye giderek daha fazla kural ve kaidelerden uzaklaşan bir ülke görünümüne bürünmekte olup kuralsızlık halinin bir gerçeklik olarak hissedilmeye başlandığı bir yere dönüşmektedir. Bu gidişat hepimizi yakından ilgilendirmekte olup toplumsal yapımıza zarar vermektedir

Güven duygusunu yitiren toplum

Güven duygusunun kaybolduğu ülkelerde, yasal düzenlemelerin yaşananlar karşısındaki etkinliği ve gücü de zayıflamaya başlar ve belli bir süre sonra yasalar tamamen rafa kaldırılır, yerlerine gücün/paranın yarattığı yeni yapılar egemen olur

"
"