Semboller olarak özel günlerin toplumsal hayatlarımız içerisinde kaplamış olduğu alanın büyüklüğü, söz konusu olan gün ile olan ilişkimiz arasındaki bağ ile orantılı olarak artmakta veyahut azalmaktadır. 20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren ülkemizde de daha sık konuştuğumuz özel günler ve bunlarla kurduğumuz bağlantıya odaklandığımızda benzer bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. 1 Mayıs, 1 Eylül, 8 Mart gibi tarihler daha politik ve zaman zaman da ideolojik bir etki ile birlikte karşılık bulurlarken, Sevgililer günü, Öğretmenler günü, Anneler günü, Babalar günü gibi günler, isimlerini taşıdıkları üzerinden değerlendirilirler.
İlk grupta yer alan tarihlerin, siyasetçiler ile kurmuş olduğu bağlantı yine bu günlerin özgüllüğünden hareketle çok daha enteresan bir hal alabilmektedir. Siyaset mekanizması çoğu kez yaptığı üzere bu tarihler geldiği anlarda da aynı şekilde davranmak suretiyle, genel geçer bir tablo çizmeyi ve bunun üzerinden mesajlar vermeyi tercih eder. Tüm yurtta benzer görüntülerin içinde yaşanılan mekanlara, kurumlara göre değişmekle birlikte benzerlik gösterdiğine şahitlik ederiz. 8 Mart tarihinde kadınlara karanfil dağıtmak, kadınların çektiği sıkıntıların üzerinde durmak, günün anlam ve önemine binaen paneller, konferanslar ve film gösterimlerinde bulunulması gibi davranışlar, en bilindik örneklerdir.
1910 yılından beri kutlanan Dünya Emekçi Kadınlar günü 1921 yılından bu yana ülkemizde de kutlanıyor. 1980 darbesinden sonra dört yıl boyunca kutlanması yasaklanmış olmakla birlikte aradan geçen otuz yıldan fazla zaman içerisinde kadın örgütlerinin daha fazla alanlara çıktığı ve farkındalığı arttırdığı bir gün olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların gerek aile ve yakın çevresinde gerekse de kamusal alanda yaşamakta olduğu problemlerin ortaya konulmasında 8 Mart tarihini sembolleştirmek yetersiz kalacaktır. Yılın üç yüz altmış beş gününe yayılan ve oradan dalga dalga tüm toplumsal hayatımızı esir almakta olan başta şiddet, taciz ve tecavüz olguları olmak üzere eşitlik ve adalet temelinde yükselen bir bakış açısına ihtiyaç duymaktayız.
Her ne kadar bu sayılanlar başta kadınları ve çocukları kapsıyor gibi gözükse de aslında bütünü içine alması gereken bir fiili duruma da işaret etmektedir. Daha barışçıl, adaletli, hakkaniyetli, vicdanlı, şiddetten uzak, sevecen ve mutlu bir ülke olabilmemiz için yaşadığımız sorunları çözmek durumundayız. Bunun kilit noktasında ise kadınlar yer alıyor ve kadınların özgürleşmesi aslında tüm toplumun özgürleşmesi ve içinde yaşadığı kalıpları kırması anlamını taşıyor. Çünkü dönüşümün gerçek temsilcileri ve itici gücünü kadınlar oluşturuyor. Erkek egemen zihniyet kalıplarına yapmakta olduğumuz yatırımlara bir de özellikle garip cinsel yönelimli adamların ağzından hiç düşürmedikleri tenasül yaklaşımının, ısrarla yok saymaya kalktığı kadınları eklediğimiz de hayatlarımız daha renkli olmayacak!
Hatta tam tersine çok daha sıkıcı ve kilitlenmiş bir ortamın içerisinde yaşamak durumunda bırakılacağız. Bu açıdan da kadınların toplumsal hayatın içerisinde bilfiil bulunuyor olmaları çok ama çok mühim bir etki yaratıyor. Her şeyden önce kadının yerine ilişkin olarak hala inanılmaya devam edilen algıyı yerle bir ediyor ve bu şekilde kız çocuklarının eğitimsiz bırakılmasını da etkiliyor. İkinci olarak kadınların, erkekler olmadan da başarılı olabileceğini gösteriyor. Üçüncü olarak ise başta çalışma hayatı olmak üzere aile hayatını ve çocuk yetiştirmeye dönük ezberlerin de bozulmasına yol açıyor.
Kadınların yaşamakta oldukları hakkında üzerinde düşünmelerine yol açması ve güçlerini birleştirmelerinde yardımcı olması açısından 8 Mart tarihi ve günü önemli bir kavşak noktasıdır. Bu tarih ile birlikte kadınların, içinde yaşadıkları şehirde, ülkede ve dünyada başta hemcinsleri olmak üzere benzer sorunları yaşayan tüm kesimler ile bir araya gelebileceği bir anlayışın da fitili ateşlenmektedir. Ancak yine de kadınları ve yaşamakta oldukları sorunları öğrenmemiz ve buna karşın geliştirilmesi gereken yaklaşımları hayata geçirmemiz için tek bir gün yeterli olmayacaktır.
İnsan, evrenin duygulu hali ise kadın, bu halinin çok daha farklı pozisyonlarını bünyesinde barındırabildiği halinin adıdır. Kadınlar, erkeklere göre çok daha karmaşık ve çok daha boyutlu varlıklardır. Duygusallıkları onların güçsüzlüğünü değil tam tersine gücünü ve buradan yayılmakta olan etkinliğini göstermektedir. Bu yüzden de kadınların değişmesi, içinde yaşadığımız mekanlardan başlayarak tüm yaklaşımlarımızın değişmesine yol açmaktadır. Kadınlarımızın önündeki engelleri kaldırdığımız takdirde Türkiye’nin hem daha yaşanabilir bir ülke olmasının önünü de açmış olacağız hem de şimdikinden çok daha başka bir ülke haline dönüşeceğiz.