Hikâye iyi başladı, korkunç bitti...
16 yıllık AKP olayının özeti bu...
Hâlâ iktidarda olması ya da 24 Haziran’da seçimleri kazanma olasılığı bu gerçeği kesinlikle değiştirmiyor...
Her şey bir kişinin egosuna, bir türlü doymak bilmeyen güç ve yetki açlığına kurban edildi...
İlk dönemde büyük emeklerle biriktirilen krediler ve sermaye tek adam tarafından adım adım hoyratça harcandı...
Ve tükendi...
Erdoğan’ın geleceğe dönük bir söylemi, vizyonu artık kalmadı. Geçmişten bayatlamış konulardan bahsediyor sürekli...
Çünkü tıkandı artık...
Bir dediği, diğerini tutmuyor, devamlı kendisiyle çelişiyor...
Erdoğan’ın tutarsızlıkları listesi o kadar kabarık ki; say say bitmiyor...
Yaptığı tüm yanlışlara, vahim hatalara İslam referanslı bir kılıf da bulunuyor...
Bazılarına göre, yolsuzluğun adının yolsuzluk, adaletsizliğin adının adaletsizlik, hilenin adının hile, yalanın adının yalan olarak görülmediği bir dönemden geçiyoruz...
Çünkü “dava” için her yol meşru olarak görülüyor...
Bu nasıl bir “dava”dır ki, temeline haksızlık, adaletsizlik, kul hakkı, hile hurda, yalan döşeniyor...
Tüm sorunların kaynağı ve sorumlusu kendisi olduğu halde, psikolojideki “yansıtma” örneğindeki gibi, tüm başarısızlıkları, fiyaskoları sürekli başkalarının üzerine yıkarak kendini aklamaya çalışıyor...
Hem ülke içinde hem de dışında kendi kusurlarını üstüne atabileceği bir “düşman” arayışında devamlı...
Herkese meydan okuyor. Herkese haddini bildiriyor. Toplumun bir kesiminde, dünya benden ve Türkiye’den korkuyor algısı yayıyor...
Hani mahalle kabadayıları vardır; sokakta “Heyt!” diye nara atarak yürürken, “Aman bize bulaşmasın” diye kimi yolun değiştirir, kimi kapı ve pencerelerini kapatır, onları hatırlatıyor...
Keza Avrupa Birliği “Erdoğan’ı kızdırmayalım, parası neyse verelim de mültecileri bizden uzak tutsun. Bulaşmayalım” yaklaşımı içinde...
Alkışlayanların ödüllendirildiği, eleştirenlerin, vicdanının sesini dinleyerek karşı tavır alanların cezalandırıldığı bir dönem bu. Yarın ödül alanlar utancı, cezalandırılanlar da gururu yaşayacak...
Erdoğan, en küçük eleştiriye kapalı olduğu yetmiyormuş gibi, ayak bağı olarak gördüğü devletin güya bağımsız kontrol ve denetim organlarını da tamamen devreden çıkardı. Sayıştay, Kamu İhale Kurumu, Devlet Denetleme Kurumu, Kamu Denetçiliği gibi kurumların artık bir işlevi ve rolü kalmadı. Aslında devlet çökertildi...
Basın zaten büyük ölçüde Saray’ın kontrolüne geçtiğinden, doğru haber almanın yolu da hemen hemen tıkandı...
Erdoğan’ı iktidarda tutmak için her yol mubah görünüyor. Demokrasi, temel haklar, hukukun üstünlüğü, adalet, vicdan hepsi sadece lafta kaldı. OHAL şartlarında, hiç adil ve eşit olmayan koşullarda baskın seçime gidiliyor...
Böyle devam ederse, 24 Haziran’da yapılacak seçimlerde demokrasi son yolculuğuna uğurlanacak...
Cenazesi kaldırılacak...
Bu gidişi durdurmanın yolu elbette var. Bu durumdan kaygı duyan ve rahatsız olan herkesin demokrasi ortak paydasına buluşması ve güç birliğine gitmesi...
Albert Einstein’ın Türkiye’nin bugünkü durumuna da ışık tutan bir sözü var:
“Dünya, kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden kötü bir yerdir.”
(“İçimde Kalmasın-Tanıklığımdır” kitabımın girişinden bir bölümü sizlerle paylaştım.)
Kitap yayımlandığından bu yana geçen sürede yaşanan gelişmeler seyircilerin demokrasiyi kurtarmak için artık sahaya indiğini gösteriyor...