06 Haziran 2023

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin ardından sonuçlar üzerine yapılan yorumlar devam ediyor. Ortaya çıkan tablonun sosyal analizini yapma aşamasına gelmek için biraz daha zamana ihtiyaç var gibi görünüyor. Hâlihazırdaki değerlendirmeler, seçimleri kazanma ve kaybetme ölçeğinde yoğunlaşıyor. Daha çok ittifakların seçim taktikleri, esnek olmayan siyasal tercih ve kutuplaşma üzerinde duruluyor.

Şu detay biraz gözden kaçtı gibi: Seçim sürecinde havada uçuşan vaatler arasında hukukun esamesi yoktu. Yukardakiler gerek görmediler, aşağıdakiler de talep etmedi.

Eski AK Parti Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, Adalet Bakanı olarak atandı

Belki siyasi partiler içinde "Hukukla ilgili hiç bir söylemiyoruz, şeklen dahi olsa birkaç konuya değinsek" diye belki uyarıda bulunanlar olmuştur ama, muhtemelen "Şimdi hukukun sırası değil, toplumun böyle bir gündemi yok" şeklinde bir itirazla karşılaşmış olabilir.

14 - 28 Mayıs seçimlerinin karakteristik bir özelliği olarak tarihe böyle geçmeliydi. Seçim süresince hukuk kimsenin umurunda olmadı.

Hukuk alanında yaşanılan aksaklıklar konusunda iyileşmeye yönelik bir söyleminin toplumsal düzeyde karşılığı yoktu. Bu yönde verilmiş vaatlerin oya dönüşmeyeceği konusunda neredeyse tüm siyasi partiler arasında ortak bir konsensüs vardı.

Öyle ki, bir vaat de bulunma bir yana, bu bağlamda bir temenninin bile dile getirilmemesi tesadüf olmamalı.

Bu ilgisizlik, medya organlarında da görüldü. Seçim sürecinin tozu ve dumanı içinde İbrahim Tatlıses’in kira ödemediği için torununa tahliye davası açması dışında, akılda kalacak düzeyde bir habere rastlamadık.

Kadın cinayeti ve LGTBİ+’lara karşı uygulanan şiddet olaylarını saymıyorum, çünkü onlar artık haber statüsünden ziyade hava durumu kadar olağanlaşmış durumda.

Yeni Adalet Bakanı’nın "Yeni Anayasa" tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim!

Sonuç olarak "boş tencere" söylemininin seçim sonuçlarında pek etkili olmadığı görüldü ama hukuksal bağlamda tencere/kapak minvalinde yuvarlanıp gideceğiz gibi görünüyor.

***

Hırsızı öldüresiye dövenlerin hiç mi suçu yok?

İnsan hakları ihlalleri, genellikle yargılama yapılmadan suçlu olduğuna karar verilen ve akabinde cezalandırmayı kendisinde hak gören bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Özellikle de, siyasi düşünceleri nedeniyle emniyette işkence gören, hatta ölümle sonuçlanan olayların medyaya yansıması nedeniyle haberdar oluyoruz.

Oysa günlük hayatın içinde benzer şekilde meydana gelen bir olay siyasi boyutu olmaması veya medyaya yansımadığı için insan hakları ihlali çerçevesinde görülmüyor.

Milliyet Gazetesi’ndeki haber de benzer nitelikteydi. Hırsızlık için girdiği binada yakalanan ve darp edilen hırsızın tutuklandığını bildiriyordu, başlığı ise "Jakuzide yakalanıp öldüresiye dövülen hırsız tutuklandı" şeklindeydi.

Hırsızlık yaparken yakalanan Mustafa T, bina sakinleri tarafından jakuzisi içinde dövülürken resmini çektiler.

Olay, 3 Haziran günü saat 23.00 sıralarında Adana’nın Çukurova ilçesi Kurttepe Mahallesi’nde meydana gelmişti. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından boşaltılan ağır hasarlı bir apartmana farklı zamanlarda giren hırsızlar, kapı kolu, pencere, plastik doğrama, su saati gibi malzemeleri çalıyorlardı. İddiaya göre hırsızlık olayları üzerine binada oturanlar, nöbet tutmaya başladılar.

Haber şöyle devam ediyordu:

"Gece saatlerinde Mustafa T. (Hırsızlık zanlısı) binaya girdi. Apartmanda oturanlar bir dairenin banyosundaki küvete saklanan şüpheliyi yakalayıp, dövdü. Ayağından sürüklenerek binadan çıkarılan şüpheli, serbest bırakılması için yalvardı. O anlar ise cep telefonu kamerasıyla kaydedildi. İhbar üzerine adrese gelen polise teslim edilen şahıs, emniyete götürüldü. Emniyetteki ifadesinde paraya ihtiyacı olduğu için hırsızlık yaptığını söyleyen Mustafa T, adliyeye sevk edildi".

Haberde zanlı Mustafa T.’nin mahkeme tarafından tutuklandığı yer alıyordu ama onu ‘öldüresiye döven’ kişiler hakkında bir bilgi yoktu.

Hırsız zanlısını suçüstü yakaladıktan sonra polise teslim etmeden önce darp eden bina sakinleri hakkında hiçbir işlem yapılmadığı anlaşılıyordu.

Bu olay, insan haklarının ihlal edilmesiyle ilgili olarak toplumda oluşan ‘yargısız infaz’ı makul gören yaygın kanaatin bir örneğiydi.

Bu anlayışa göre, Adana’da meydana gelen olayda, hırsız suçüstü yakalanmıştı ve her türlü eza ve cezayı hak ediyordu. Hatta polise teslim etmeye bile gerek yoktu, çevredeki boş bir araziye de atılabilirdi.

Haberde sadece hırsız zanlısının adliyeye sevke edildiği yer aldığı için, bina sakinlerinin yaptığı darp eyleminin üzerinde durulmadığı izlenimi doğuyordu.

Dileyelim ki haber eksik yazılmış olsun, suç üstü yakalanmış olsa bile hukuken henüz zanlı aşamasında olan bir kişiyi döverek cezalandırmayı kendilerinde hak gören kişiler hakkında da soruşturma açılmış olsun.

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü

İnsanlık tarihinin en komik tahliye davasının trajik hikâyesi

Hayatı boyunca hiç kiracı olmamış insanlar bile, mahkemenin kararını çok adaletsiz bulmuşlardır. Ev sahipleri ise, bu karar nedeniyle kendilerini bir miktar mahcup hissetmiş olabilirler