13 Haziran 2022

Öfkeli kalabalıkları tatmin etme amaçlı bir ‘tutuklama’ pratiği

Geçen yıl Emre Sayar, Konya'da süt toplama merkezindeki kazanda süt banyosu yaptığıyla ilgili görüntüleri dolaşıma soktuğunda, ortalık epeyce hareketlenmişti. Böylesi durumlarda artık ipte sallandırma, taş atarak linç etme gibi arkaik tepkiler verilmiyor. Yeni trend, fenomen kişinin bir an önce tutuklanıp kodese gönderilmesi konusunda histerik krizlere giriliyor

HUKUK OMBUDSMANI

O yaşlarda çılgın bir şey yapıp sonra da sosyal medyada paylaşarak gündem olmak marifet olarak görülebiliyor. Aslında etkisi uzun sürmüyor, ertesi gün değilse, öbür gün unutuluyor. Sonra yerine yeni bir fantastik görüntü veya sinirleri geren bir cümle geliyor.

Geçen yıl Emre Sayar (24) Konya'da süt toplama merkezindeki kazanda süt banyosu yaptığıyla ilgili görüntüleri dolaşıma soktuğunda, ortalık epeyce hareketlenmişti.

Böylesi durumlarda artık ipte sallandırma, taş atarak linç etme gibi arkaik tepkiler verilmiyor. Yeni trend, fenomen kişinin bir an önce tutuklanıp kodese gönderilmesi konusunda histerik krizlere giriliyor.

Emre Sayar da “Fotoğrafta görünen küvetin içindeki süt değildi, arkadaşlarla şaka yapmıştık” dese de, tutuklandı ve hakkında 15 yıla kadar hapis cezasıyla dava açıldı.

Sonra ne mi oldu? Beraat etti.

Bunun üzerine, 6 gün tutuklu kaldığı süre için devlete 20 bin lira maddi, 100 bin lira da manevi tazminat davası açtı.

Biliyorsunuz, haksız tutuklama veya gereksiz gözaltı yahut da lüzum göstermediği halde vatandaşın malına el konulması halleri söz konusu olduğunda tazminat davası açılabiliyor ve çoğunlukla da kazanılıyor. 

Hatırlatmak gerekirse, 2013 yılında Mehmet Aydan adlı bir kişi, Çorlu Polis Merkezi’nde 36 dakika haksız yere gözaltında tutulduğu için açtığı tazminat davası Anayasa Mahkemesi’ne kadar gitmiş ve 5 bin lira tazminat kazanmıştı. 

Süt görünümlü banyo yapan Emre Sayar da açmış olduğu tazminat davasını kazandı ama mahkeme onun istediği miktarı değil, sadece 450 lira maddi, 700 lira da manevi tazminat gibi, sembolik bedeller ödenmesine karar verdi.

Yerel mahkeme hâkimlerinin, devlete karşı açılan tazminat davalarında elleri çok titrer, o nedenle bu düşük miktarlara çok şaşmamak lazım. 

Nasıl olsa, onun açtığı davada yüksek mahkemelerin önüne gider, sonunda da mutlaka eline tatminkâr bir para geçer. 

Diyeceğim, öfkeli kalabalıklar tatmin olsun diye insanları özgürlüğünden alıkoymanın da bir bedeli var. 

***

Belediye başkanının makam odasına yapılan ‘şan olsun’  haczi 

Geçen hafta, Kadıköy Belediye Başkanı’nın makam odasındaki eşyaların haczedilmesi kamuoyunda şaşkınlık yarattı.

Belediyenin malı, devlet malı dolduğuna göre, nasıl haczedilebildi?

Haciz söz konusu olduğunda, belediye veya devlet malı olduğu değil, haczedilecek malın kamu hizmetinde olup olmadığına bakılıyor.

Mesela, önceki yıllarda bir belediye başkanı makam otosunun haczedildiği örnekler yaşandı. Yargıtay ”Belediye başkanının makam otosuna binmesi şart değil” diye karar verdi.

Bu çerçevede, bir belediye başkanının makam odasındaki çalışma masası ve oturduğu koltuk dışında kalan ve zaruri olmayan eşyalar haczedilebilir.

Zaten icra memurları da,  Kadıköy’de başkanın makam odasında bulunan sadece yemek masası ve koltuklar haczetmişler.

Yani haciz konusunda tüm işlemler usulüne uygun olarak yerine getirilmiş.

Ancak başkan Şerdil Dara Odabaşı’nın, haczi gerçekleştiren alacaklı tarafın avukatlarına “Buradan kaldırdıkları mobilyanın değeri 22 bin 500 lira. Borç ise 2 milyon 160 bin lira. Amaçlarının parayı tahsil etmek olmadığına ilişkin en büyük işareti budur” şeklinde sitem etmiş. 

Başkan Odabaşı’nın asıl mesleği avukatlık ve bu nedenle çok iyi bilmesi gerekiyor ki, bazı hacizler sadece taciz etmek amacıyla, borçlu konu-komşuya karşı rezil olsun diye yapılır. 

Başka bir deyişle, yapılan haczin alacağı tam karşılamadığı bilindiği halde, biraz da ‘şan olsun’ amacı taşır. 

Çünkü alacaklıların, bakiye kalan kısım için haciz yapma hakları devam ediyor. 

Belediye Başkanı, yeni yemek masası ve koltuk takımı alacak olsa, haciz memurları gelip onları da haczedebilirler. 

Ta ki, borç tamamen ödenene kadar bu haciz sarmalı devam eder.

*** 

Riya ve kaos ortamı olarak cenaze namazı buluşmaları 

Cenaze namazına gelen okur-yazar takımının cami avlusunda derin sohbetlere dalmaları, neşe içinde gelişen hoş-beşleri, avluda tabutun içinde ölü olarak yatan kişiye karşı en azından nezaketsiz karşılanabiliyor. Öyle ki davranış biçimi olarak, cami avlusuna gelmiş kişiler arasındaki coşkulu iletişim, bir ödül törenine katılmak üzere gelmiş davetliler arasındaki neşeli ortamla benzeşebiliyor. Cenaze törenlerindeki bu pürneşe hali konusunda ilk eleştirinin, yıllar önce Cem Mumcu’dan duyduğumu hatırlıyorum, “Bizler cenaze kaldırmayı bile bilmeyiz” mealinde sitemkâr şeyler söylemişti.

Karikatürist Latif Demirci'nin cenaze törenine katılan Hürriyet Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan da, benzer şeyler yazdı.

Ahmet Hakan “Bizim cami avlularında düzenlenen cenaze törenlerimizin düzelme ihtimali yok” diyerek, cami avlusunda bulunan insanları izlerken duyduğu sıkıntıyı şöyle anlattı: ”Cami avlusunda mübalağalı muhabbet öbekleri oluşturmak... Mavra yapmak, gülüşmek... Kaosa sürekli katkıda bulunmak... Buna karşılık Latif’in ruhaniyetiyle buluşmaktan alabildiğine kaçmak”.

Cenazelerin kaldırıldığı camilerde, gerçekten de büyük bir kaos yaşandığını herkes biliyor. Dini ritüeller ile seküler kaygılar birbirine karışabiliyor. Mezarlıkların peyzaj düzenlemesi konusunda büyük atılımlar sağlandı ama, cenaze avlusunda yaşanan bildik karmaşa devam ediyor.

Ne yapalım, bu vatan için ölmek veya nutuk çekmekten, seküler dini tören düzenleme geleneği oluşturmaya zamanımız olmadı galiba.

***

Rusya AİHM'den çekildi, darısı başımıza 

Rusya Parlamentosu, ülkenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden (AİHM) ayrılmasını öngören iki yasa tasarısını onayladı.

Bu kararla birlikte Rusya’nın omuzlarından büyük bir yük kalktı, artık kuşlar kadar hafif hissediyordur kendini.

AİHM'e giden davaların yüzde 24'ü Rusya'dan geliyordu çünkü…

Bundan sonra Rusya ne ‘yaşam hakkı’nı ihlal etti iddiasıyla suçlanacak, ne ‘işkence ve insanlık dışı muamele’ nedeniyle uyarılacak, ne ‘düşünce, vicdan ve din özgürlüğü’ne aykırılıktan sorumlu tutulacak, ne de bundan böyle ‘adil yargılama’ya zorlanacak demektir bu…

Çok yakında, Rusya da idam cezasının geri getirilmesi de bekleniyor.

Türkiye de epeydir AİHM’in baskısından ve çeşitli yaptırım uyarılarından bunalmış durumda.

O nedenle, zaman zaman “ AİHM’den çıksak” şeklinde düşünce sinyalleri de veriliyor zaten…

Yaşama hakkı konusunda hesap vermeyen, işkence ve insanlık dışı muamele konusunda denetlenmeyen, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü alanlarında evrensel standartlara bağlı olmayan ve yaşam hakkına saygı nedeniyle dürtüklenmeyen bir ülke olmak, bizde de birçok siyasetçi ve bürokratın hayalini süslüyordur, kim bilir?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü