12 Nisan 2022

Ehliyetsiz sürücüye neden ödül gibi ceza?

Hangi suç, nasıl işlenmiş olursa olsun, en ağır ceza, daha çok hapiste yatırma isteğinin, bir histeri belirtisi olarak toplumsal yaygınlığı var

HUKUK OMBUDSMANI

Geçtiğimiz hafta içinde Sabah Gazetesi'nde, medyanın genel olarak içinde bulunduğu zihniyetini ortaya koyan bir haber vardı. 

17 yaşındaki Abdulkadir Öz, ehliyeti olmadığı halde bir otomobil kiralamış, yanına 14 yaşındaki Eda Naz ve 16 yaşındaki arkadaşı Irmak'ı da alarak, Konya merkezinde gezintiye çıkmış. Ancak, kontrolsüz girdiği kavşakta bir arabayla çarpışınca, kendisi yaralı olarak kurtulduğu halde iki kız arkadaşı hayatını kaybetmiş.

Yapılan yargılama sonunda, Abdülkadir Öz için önce 9 yıl 4 ay hapis cezası verilmiş, 18 yaşından küçük olması nedeniyle cezası 6 yıl 2 ay 20 güne düşürülmüş, ardından da iyi hâl hükümlerini uygulanarak, 5 yıl 2 ay 6 güne indirilmiş.

Bu haber gazetede "Ehliyetsiz sürücüye ödül gibi ceza" başlığı ile yer aldı.

Verilen cezanın neden 'ödül' gibi gösterildiğini anlamak zor değil.

Çünkü, hangi suç, nasıl işlenmiş olursa olsun, en ağır ceza, daha çok hapiste yatırma isteğinin, bir histeri belirtisi olarak toplumsal yaygınlığı var.

Gazete, bu güdüyü okşayıp, okuyucusundan puan almaya çalışıyor.

Fakat gelgelelim, ortada kasten, önceden tasarlanmış bir olay olmadığı çok açıkken, sadece bir kaza nedeniyle 17 yaşında, henüz çocuk sayılan yaşta, bir insanın hayatını tümden karatmak istemenin altında yatan hıncı onaylamamız da mümkün değil.

Gazete de biliyor, Abdülkadir Öz'e verilen cezanın miktarı, yapılan indirimlerin hepsinin yasal ve tatminkâr olduğunu.

Ancak, yine de " Ehliyetsiz sürücüye ödül gibi ceza" şeklinde bir başlık atabiliyor.

Tanrı hepimizi bu tür histeri ve hınçtan korusun!

* * *

Gazete hakimin yerine karar verirse 

Yeniçağ Gazetesi'nde "Karısıyla Aşk Yaşayan İşçisini Öldürdü" şeklindeki haberin başlığı başarılı (!) sayılabilir, "Acaba nasıl olmuş?" dürtüsü ile kendini okutmayı başarıyor. 

Ama haberi okuyunca, olayın gelişiminin tam da başlıkta yer aldığı kesinlikte olmadığı, sadece tahmine dayandığı anlaşılıyor.

Haber şöyle: Çekmeköy'de bir börekçi işleten Salih K.(37), yanında çalışan Engin Ö.'yü (35) tabancayla vurarak öldürdükten sonra, Düzce'de yakalanmış ve adliyeye sevk edilmiş. 

Sadece haberin bir yerinde "Salih K.'nın babası M.K. gelini D.K.'nın Engin Ö. ile gönül ilişkisi yaşadığını, oğlunun bunu öğrendiğinde cinayet işlemiş olabileceğini söyledi" şeklinde bir ibare var.

Yani henüz cinayetle biten aşk ilişkisini destekleyen karakolda veya mahkemede verilmiş bir ifade yok. 

Anlaşılıyor ki, muhabir veya editör, henüz iddiadan ibaret olan bir bilgiye, inisiyatif kullanarak kesinlik kazandırmışlar.

Sonuç olarak, çarpıcı başlık nedeniyle belki haberi okutmayı başarmışlar ama, farkında olmadan mahkemenin yerine geçip, hüküm kurmuşlar.

Üstelik, yargılama sonucunda öldürme nedeninin, Engin Ö'nün karısı ile olan ilişkisi değil de, başka bir nedenle gerçekleştiği şeklinde bir karar çıkarsa, Salih K'nın gazeteye tazminat davası açma hakkı doğacaktır, o da ayrı bir konu.

* * *

Yaralanan polis, tetiği çeken eniştenin nesi olur?

Karar Gazetesi'ndeki haberi aşağıya koyacağım, okuyunca sizin de kafanız karışacak.

Haberi okuduğunuzda, karısının boşanma davası açması üzerine öfke kontrolünü kaybeden bir adamın, polis memuru olan kayınbiraderini, sokak ortasında tabanca ile vurduğu hemen anlamanız zor, ama tahmin etmesi zor değil. 

Haberi yazan arkadaşın çok umurunda olmayabilir, ama ona gereksiz hukuki detay gibi gelen bazı şeyler, olayla ilgili açılacak davayı derinden etkileyecek ayrıntılar olabilir.

Yaralanan kişinin aynı zamanda kayın birader ve polis olması, eniştenin alacağı cezanın artırılma nedeni olacaktır.

Haberde belirsiz olan diğer bir detay, enişte ile kayın biraderin, vurulma anında sokakta karşı karşıya gelmemelerinin, tesadüf veya eniştenin planlaması sonucu gerçekleşmiş olması… Ki bu da verilecek ceza açısından önemli.

Gazetede ki haber aynen şöyleydi: 

"Eniştesi tarafından vurulmuştu: O polis memuru bakın kim çıktı?

Geçtiğimiz hafta Adana'da, eniştesi tarafından vurulan polis memuru hakkında çarpıcı gerçek ortaya çıktı. Yaralanan polisin, eşinden şiddet gören ve öldürülme tehlikesiyle burun buruna gelen ablasını korumak isterken vurulduğu öğrenildi.

Olay, 25 Mart günü saat 13.00 sıralarında merkez Seyhan ilçesine bağlı Yeşilyurt Mahallesi'nde yaşandı. Aktarılana göre, eşiyle boşanma aşamasında olan Ramazan U. aynı zamanda eniştesi olan polis memuru Ramazan Y.'yi sokak ortasında tabancayla vurup yaralayıp kaçtı.

Polis memurunun vurulduğu günde aileyi takip eden Ramazan U., iki çocuğunu kaçırıp eşini de öldürmek istedi ancak buna polis memuru engel oldu. Bu nedenle daha sonra çocuklarını alan zanlı, polis memurunu da sokak ortasında vurdu.

Alınan bilgiye göre Ümmü U., Ramazan U., ile evlendikten sonra eşinden devamlı şiddet gördüğü için boşanma kararı aldı. 2 çocuğunu da alan Ümmü U., polis memuru kardeşi Ramazan Y.'ye sığındı.

Polis memurunun vurulduğu günde aileyi takip eden Ramazan U., iki çocuğunu kaçırıp eşini de öldürmek istedi ancak buna polis memuru engel oldu. Bu nedenle daha sonra çocuklarını alan zanlı, polis memurunu da sokak ortasında vurdu.

* * *

Busem'le göz göze gelmek

Hürriyet'te Musa Kesler'in "Busem'i de Gazi sayın" başlıklı haberinde, 2016 yılında, Ankara'da annesinin kucağında bindiği askeri servis aracında terör saldırısı kurbanı olan ve iki gözünü de kaybeden 4.5 yaşındaki Buse'nin trajik hikâyesi yer aldı.

Buse şu anda 10 yaşında, annesi Şenay Şenses, "Kızım 'terör mağduru' kabul ediliyor. İki gözü de görmediği için en ufak şeylerde bile sıkıntılar yaşıyoruz. Okullara almak istemeyenler bile oldu. Ölseydi şehit sayılacaktı. İleride işe giremez ise bile, kendi kendine yetsin istiyorum. 'Gazi' unvanı almasını bu yüzden çok istiyorum." diyor.

Haberde, anne Şenses'in kızına 'Gazi' unvanı alabilmek için, hangi hukuki yollara başvurduğu yer almıyor. 

Ancak, yine Hürriyet'in 21 Eylül 2021 tarihinde "Başında mermi çıktı! 43 yıl sonra 'gazi' sayıldı" başlıklı bir haberi aklıma geldi. 

Haberde, Suriye sınırında, 1978 yılında kaçakçılarla girdiği çatışmada ağır yaralanan ve tedavisinin ardından taburcu olup, terhis edilen Trabzonlu er Mustafa Tiryaki (64), girişimlerine rağmen gazi olamadığı yer alıyordu. Fakat, 5 yıl önce baş ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede başında mermi olduğu ortaya çıkan ve hukuk mücadelesini kazanan Tiryaki'ye 43 yıl sonra 'gazilik' unvanı ve madalyası verildi.

Mustafa Tiryaki şu sözleri ile Senay Şenses'e sanki yol gösteriyor: "Görüşmediğim, kapısını çalmadığım kimse kalmamıştı. Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği avukatları bana çok yardımcı oldu. Onların açtığı davalarla gazilik onurumu aldım."

Biliyorum, her iki olayda farklı, gazilik için vazife başında olmak gibi bazı kriterler var, tahmin edebiliyorum.

Ama şu da var:

Yarın sokakta Busem'le karşılaşırsak, gözlerine nasıl bakacağız?

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü