03 Kasım 2022

Celal Şengör'e takipsizlik kararı verilmesi neden iyi oldu?

Keşke aynı feraset, Şebnem Korur Fincancı’nın yaşadığı olayda da gösterilseydi. Bir hekim olarak dile getirdiği şüphe, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilseydi, sağlanacak toplumsal fayda daha fazla olmaz mıydı?

Prof. Dr. Celal Şengör hakkında başlatılan soruşturma takipsizlikle sonuçlandı. İyi de oldu. Dava açılsaydı, İbrahim Peygamber var mıydı, yok muydu üzerinden yapılacak bir çekişme, zaten epeyce garip olurdu. Doğal olarak konu dönüp dolaşıp, Yahudi ve Hristiyanlığın sorgulanmasına neden olacaktı. Bu anlamda, her duruşmada yaşanan gelişmeler, kamuoyunda değişik ölçekte gerilimler yaratacaktı.

Bu nedenle, Celal Şengör’le ilgili şikayetin takipsizlikle sonuçlanması, bence yerinde bir karar oldu.

Savcılık, Fatih Altaylı’nın ‘Teke Tek’ programına katılan Şengör’ün "İbrahim diye bir adamın yaşadığı malum değil…Bütün bu söylenen kişiler tarihte yok. Bunların hepsi o üç tane kutsal kitap denilen, aslında… Mezopotamya din geleneğinden türemiş… Museviliğe bakıyorsun, Musa peygamber diyorlar. O adamı da tarih bilmiyor. Yok öyle bir isim. Musevilerin kitabında Mısır’dan çıkışı vardır, yok öyle bir olay” şeklindeki sözlerini, düşüncenin açıklanması çerçevesi içinde değerlendirmiş olmalı.

Bu nedenle, Celal Şengör olayında, savcının vermiş olduğu karar, değerlidir.  

Keşke aynı feraset, Şebnem Korur Fincancı’nın yaşadığı olayda da gösterilseydi. Gözaltı öncesi, sabaha karşı polis tarafından yapılan baskınla yakalanması ve evinde arama yapılması, sonrasında gelen tutuklama kararı…

Büyük ihtimalle hakkında dava açılacak.

Yakalama ve evinde arama yapılma sürecinde yaşanan gerilim, her duruşmada ileri sürülen delil ve tanıklar aracılığıyla tekrarlanarak, kamuoyunu tedirgin etmeye neden olacak gibi görünüyor.

Onun için diyorum, Celal Şengör olayında olduğu gibi, Fincancı üzerinden estirilen fırtına da, dindirilseydi…

Son olayla ilgili de takipsizlik kararı verilse ve Şebnem Korur Fincancı’nın bir hekim olarak dile getirdiği şüphe de, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilse, sağlanacak toplumsal fayda daha fazla olmaz mıydı?

***

Burhan kuzu öldürüldü mü?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Anayasa Hukuku hocası ve AKP Milletvekili Burhan Kuzu'nun öldürüldüğünü iddia etti.  

Ağbaba, TV42'de katıldığı Sümenaltı programında “ Benim iddiam Burhan Kuzu kendi eceliyle ölmedi. Büyük bir kepazeliğin üstü kapatılması için öldürüldü" şeklinde konuştu.

Bu iddiası üzerine yer yerinden oynamadı. Kimse ona “ Gel bildiklerini anlat” demedi. Suç duyurusunda bulunan olmadı. İfadeye çağrılmadı, hakkında fezleke düzenlenmedi.

Bu örneği, Celal Şengör ve Şebnem Korur Fincancı gibi onun hakkında da soruşturma başlatılsın, amacıyla vermedim. Sadece, cinayet gibi ağır bir suçlama içeren düşünceye karşı gösterilen resmi ve sivil toleransa vurgu yapmak istedim.

Galiba, çok sık olmasa da,  bazen bir düşüncenin açıklanmasını ifade özgürlüğü çerçevesinde görebiliyoruz.

Veli Ağbaba, her ne kadar Korona nedeniyle öldüğü açıklansa da, hala Burhan Kuzu’nun öldürülmüş olduğunu,  bir varsayım olarak düşünüyor olabilir. Düşünüyor ise ifade etmeye de hakkı olmalı.  
Ve düşüncelerini açıkladı diye, tabi ki üzerinde fırtınalar koparılmamalı. Öyle de oldu zaten, Ağbaba’nın ileri sürdüğü iddia, bir ihtimalin dile getirilmesi şeklinde algılandı.

Ancak aynı tolerans Şebnem Korur Fincancı’ya gösterilmedi. Video görüntüleri üzerinden kendisinde oluşan ‘Kimyasal silah’ izlemine ilişkin ifadesi, aynı şekilde bir ihtimalin dile getirilmesi olarak değerlendirilmedi. Adeta kıyamet koptu.

Sonuç olarak, bazen bir düşüncenin açıklanmasını ifade özgürlüğü çerçevesinde göremiyoruz. Bedeli de, her defasında topluma ağır oluyor.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü

"
"