22 Ağustos 2021

Arkasından teneke bağlanan kaymakamlar

Geçen hafta Ayancık'ta meydana gelen afatda, bizim Kaymakamın öngördüğü gibi, dere kenarındaki depoda istiflenen tomrukların sulara kapılarak…

İsmail Saymaz'ın eski Ayancık Kaymakamı Çağlayan Kaya ile ilgili yaptığı haberi, eski bir türküyü aniden hatırlar gibi, Yaşar Kemal'in 'Teneke' adlı romanını çağrıştırdı birden.

Çağlayan Kaya 2017'de Kaymakam olarak Ayancık'a tayin olduğunda, dere ile hemen yanında kurulmuş olan tomruk deposu arasındaki yaman çelişkiyi fark eder.

Bir gün bu dere taşarsa, depodaki tüm tomrukları önüne katıp, yıkıcı bir etki yaratabileceği ihtimalini düşünmüş. Daha sonra bu düşüncesinden ürkmüş olsa gerek, biraz araştırmaya başlamış. Bakmış ki, Ayancık 1963 yılında meydana gelen sel nedeniyle büyük facia yaşamış. Ve seller 70'lerde, 81'de, 92'de ve 2012'de devam etmiş.

Ne yapsam nasıl etsem de, tomruk deposunu dere kenarından daha yamaç bir yere taşısam diye düşünürken, bir de ne görsün: Tomruk deposunun ruhsatı yok.

Oturmuş kapsamlı bir rapor hazırlamış ve Valiliğe sunmuş. Bu arada da, ilçenin ilgili birimleri, muhtarları ve yörenin ileri gelenleri ile ayrı ayrı toplantılar yapıp, depodaki tomruk yığınların olası bir sel halinde oluşturacağı vahameti paylaşmış.

Teneke romanında da, benzer bir hikaye, Çukurova'da sıtmadan çoluk çocuk kırılan bir ilçeye (Osmaniye/Kadirli) tayin olan bir kaymakamın mücadelesi anlatılır.

Sıtmanın, yörede bataklığa dönüşmüş çeltik tarlalarından kaynaklandığı bir sır değildir aslında. Ancak yöre insanının kısık sesle dile getirdikleri itirazları, homurdanma makamından şikayetleri hiç bir sonuç vermez. Her zaman olduğu gibi, çeltik ağaların fendi, bu defa da köylüleri yener.

İşte böyle bir ortamda İlçeye atanan vicdanlı bir Kaymakam, çeltik ekimiyle ilgili ruhsat verme işlemlerini, sağlık tehdidi oluşturmayan bir dizi kurallara bağlar. Tabi bu surum, ağaların hiç hoşuna gitmez.

Ayancık'ı anlatıyordum aslında, bak şu çağrışımın işine, beni nerelere götürdü…

Şöyle olmuş: Ayancık'ın ileri gelenleri "Kaymakam ekmeğimizle oynuyor" diye yüksek makamlara dilekçeler yağdırmaya başlamışlar. Bu arada, Kaymakam aleyhinde çeşitli spekülasyonlar da almış başını yürümüş. Bir zaman direnmiş ama sabrın da bir sınırı var. Bakmış ki olacak gibi değil, tayini isteyip başka bir yere atanmış.

Az önce söylemeyi unuttum, Kadirli cenahında, çeltik ekimi konusunda verilen mücadele, ağaların siyasi lobicilik faaliyetleri sonucu, kaymakamın tayini ile sona erer ve giderken de bindiği arabanın arkasına teneke bağlarlar.

Geçen hafta Ayancık'ta meydana gelen afatda, bizim Kaymakamın öngördüğü gibi, dere kenarındaki depoda istiflenen tomrukların sulara kapılarak…

Çağlayan Kaya, şunları söylemiş İsmail Saymaz'a:

"Valiye raporu sunduktan bir ay sonra Yenikonak'ta bulunan tomruk deposunda toplantı yapan Kaya, 'Dedim ki siz dere yatağına tomruk deposu yapmışsınız. Neye göre yaptınız, belgesini çıkarın.' Belge çıkaramadılar. Ne Devlet Su İşleri'nden izin almışlar, ne Acil Afet Durum Genel Müdürlüğü'nden, ne de valilikten. Adamlar 2014'te tomruk deposunu izin almadan koymuşlar. Bunun üzerine 'Dağ yamaçlarında ağaçların az olduğu yerler tespit edelim, depoyu taşıyalım' dedim. Üç yer tespit ettim."

Anlaşılan o ki, Kaymakamın verdiği rapor Valinin sümeni altında öylece kalmış.

Yıllar önce Kadirli'de yaşanan sıtma dehşeti ise çeltik ağalarının yanına kar kalmadı. Kaymakamın arkasından teneke bağlamayı başardılar ama konu siyasi alana taşındı ve uzun polemiklerden sonra peyderpey çözüldü.

Hatta filmi bile yapıldı. 1978 yılında 'Kanal' adıyla Erden Kıral'ın yönetiminde çekildi. Tarık Akan ve Tuncel Kurtiz oynadılar. Romanı kadar ilgi görmedi film. Anlatım ve teknik hatalarıyla doluydu. Kim bilir hangi yoksunluklar ve zaman darlığı içinde çekildi?

Romanın kahramanı Kaymakamın Mehmet Can olduğunu, yıllar sonra Adalet Bakanı olduğunda mı öğrenmiştik acaba, çok zaman geçti üzerinden.

Bu iki örneği niye arda arda sıraladık?

Kaymakamlar, atandıkları yerlerde, siyasilerin şikayetine uğramadan, görev süresini zamanı kazasız belasız geçirerek daha bayındır bir beldeye tayin olmayı beklemekten başka bir hayali, düşüncesi ve enerjisi olmayan maslahat erbabından ibaret değildir mi, demek istiyoruz.

Evet hepsi öyle değildir.

Ancak, diğer cenahta kalanlar da, gittikleri yerde bir soruna çözüm üretmek, dağlardan yol aşırmak, sulama kanalları kurmak, yani deyim yerindeyse 'bir derde deva olmak' gibi kaygılar taşıyan kaymakamlar da oldu bu memlekette, hâlâ da vardır.

Ama hepsinin kaderlerinde, lanet olsun deyip tez elden tayin istemek veya arkalarından teneke bağlanarak gönderilmek vardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü