Anayasa sanki bir bitki de, ne yapılırsa yapılsın bu topraklarda, başka coğrafyalarda olduğu gibi yeşerip büyümüyor, Ahlat Ağacı gibi insanın içini sızlatan bir görünümün dışına çıkamıyor, meyvesi hep tatsız.
Yeni bir bitki de değil, 1876’dan bu yana ekiliyor, ama nasıl oluyorsa ekilmesine neden olan amaç hasıl olmuyor, istenilen ürün alınamıyor.
Yoksa, biz ideal Anayasayı sadece ‘bir ihtimal’ olarak düşlemekten mi özel bir haz alıyoruz? Neden hep zeka küpünü sadece elimizde evirip çevirmekle yetiniyor, renkleri tam olarak bütünlemek gibi kaygımız hiç olmuyor?
Liseli yıllarımda, adına Anayasa dedikleri ama Demirel’in gömlek cebine sığacak kadar küçük bir kitapçığın neden her gün radyo ve tv haberlerinde o kadar yer aldığına bir anlam veremezdim.
Hukuk fakültesinin birinci sınıfında yüz yüze geldiğimde de anlamlandırmakta epey zorlanmıştım, beni epeyce bir süründürmüşlüğü vardır…
Kısacası Anayasa ile yıldızım pek barışmadı, içinde yer alan o afili cümlelerin, tüyler ürperten vurguların, evrensel tabanı olan o ilkelerin pratiğine ilişkin kuşkularım hiç azalmadı.
Murat Sevinç’in geçenlerde diken.com.tr’de yer alan “İhtiyacımız yeni anayasa değil, anayasasını sahiplenen bir toplum!” başlıklı yazısını, okuyunca derin bir oh çektim . Evet benim anayasa ile bir türlü bağdaşmayan meşrebimin nedenlerini bir bir ve çok açık bir şekilde anlattığı yazısı, doğrusu içime su serpti. Valla, ellerine sağlık.
Fakat itiraf etmeliyim ki, yazıyı bu kadar kendime yakın bulmamda, başka kişisel bir meselemle de ilgisi vardı.
1999 yılında benim de bir kenarında bulunduğum Sivil Anayasa Girişimi adlı bir oluşumun manifestosu da, Sevinç’in söyledikleriyle bire bir örtüşüyordu. İnsanın, 20 yıl önce dinlediği bir şarkı veya okuduğu bir şiirle karşılaşınca duyduğu küçük bir çarpıntı gibi bir şeye neden oldu bende...
Ben gruba dahil olduğumda, yaklaşık bir yıla yakın, düzenli olarak her pazartesi toplanıyordu.
Mebuse Tekay’ın müthiş koordinasyonu ile aksamasız her pazartesi akşamı yapılan toplantılarda doğal olarak siyasi gündem konuşuluyor, tartışılıyor ve grubun varoluş nedeni olan sivil bir anayasa veya diğer bir deyişle “ kendi Anayasasını yapmış toplum olma” şiarını bir ihtimal olma halinden pratiğe dönüştürmek üzere gerekli yol haritası üzerinde düşünceler aktarılıyordu.
Aslında grubun hedeflediği amaca bugünden bakınca, bir ihtimalden, hem de uzak bir ihtimalden öte bir anlam ifade etmeyeceği gibi bir izlenim çıkıyor ortaya, o zaman da öyleydi.
Mebuse Tekay 12.08.2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde yer alan yazısında şöyle anlatıyordu o günleri:
“Sivil Anayasa Girişimi'nin fikir babası olan Murat Belge, bir söyleşisinde "Bakkallar, ev kadınları, öğrenciler de anayasa konusunda ne düşündüğünü söylesin istiyoruz" demiş, gazete, Girişim'in telefon ve faks numarasını yayınlamıştı. Türkiye'nin her yerinden telefon ve faks yağmıştı”
Böylesi bir ilgiyle karşılaşmak inanılır gibi değildi. Benim aklıma “Onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” dizeleri geliyordu, ama sevincimden kimseye söylemiyordum.
Evet, öyle olmuştu. Şüphesiz ortaya atılan iddiaya bu denli kulak kabartılmasında, iddianın arkasında yer alan isimlerin kimler olduğu da önemliydi.
Grubun içinde Murat Belge dışında, Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Burhan Şenatalar, Bülent Atamer, Erol Katırcıoğlu, Ersin Salman, Esra Koç, Etyen Mahcupyan, Murat Aksoy, Korhan Gümüş, Kürşat Bumin, Mehmet Altan, Mete Tuncay, Metin Karadağ, Osman Kavala, Ömer Laçiner, Rüştü Dayday, Semra Somersan, Tarhan Erdem, Tarık Ziya Ekinci, Turgut Tarhanlı, Yüksel Selek gibi isimler de, katılımcılar arasındaydı.
Peki, bir ihtimal bile olsa kitleleri bu denli hareketlendiren ana neden neydi?
Tekay’ın yazısına dönelim:
“Anayasanın oluşum sürecine toplumun katılmasını sağlamak çok zor değil. Hükümet, toplumu kendi hayatı üzerine düşünmeye davet edebilir. Meclis içinde ve dışında farklı kimlik, farklı kesim ve farklı görüş temsilcileri bir araya getirilebilir. Dünyada bu sorunların nasıl çözüldüğü konusunda toplum bilgilendirilir. Kamuya açık sürdürülen konuşma/dinleme/anlama/tartışma süreci, sorunun taraflarını da dönüştürür. Anayasa ile ilgili bir web sitesi hazırlanabilir. Meslek odaları, sendikalar, sivil toplum kuruluşları hem kendi alanlarını ilgilendiren konularda hem anayasanın geneli hakkındaki görüşlerini açıklayabilirler. Toplumun bilgilendirilmesine ve katılımına açık yaşanacak demokratik bir tartışma sürecinde biz de yurttaşlar olarak nasıl bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz, tercihlerimiz ne, bizi ezen bir devlet mi bize hizmet veren bir devlet mi istiyoruz, birbirimizi ezmeden, ezdirmeden yan yana nasıl yaşarız gibi soruların yanıtlarını arayarak bulabiliriz. Farklı toplumsal kesimlerin, bir arada yaşamanın ortak kurallarını birlikte belirledikleri bir toplumsal sözleşme, giderek derinleşen, kamplaşan toplumun sorunlarının çözümünü de getirir. “
Bu girişim devam ederken AB üyeliği henüz onaylanmammış olduğunu, yani üyeliğinde o dönemde sadece bir ihtimal olduğunu da belirtelim.
Ama nihayetinde, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylandı.
Sivil Anayasa Girişimi ise 29 Ocak 2000 tarihinde kamuoyuna bir açıklama yaparak 'kendi Anayasası'nı yapmış toplum olmak için' çağrıda bulundu.
Çağrı büyük yankı buldu. Toplumun her kesiminden “ Biz ne yapabiliriz?” sorusu yöneltiliyor ve konuyu detaylı konuşmak için ülkenin dört bir yanından davetler geliyordu.
Peki geniş yığınlarda karşılığını bulan çağrı hedefine ulaştı mı diye soracak olursanız:
O dönemde AB uyum süreci ve Kopenhag Kriteleri çerçevesinde hükümet düzeyinde yapılan hummalı çalışmalar çağrıyı gölgede bıraktı diyebilirim. Hareket gittikçe sönümleşti ama sivil bir anayasa şiarına uygun pratik gelişmeler herkesi tatmin etti.
Ama ne oldu, bugün ortada ne AB uyum, ne kritelerin bir esamesi kaldı ve 2000 Türkiyesi’nin fabrika ayarlarına döndük ve ‘Anayasasını yapmış toplum olma ‘ önermesi yeniden gündeme geldi
Velhasılı başa dönecek olursak, Murat Sevinç’in “İhtiyacımız yeni anayasa değil, anayasasını sahiplenen bir toplum” önerisinin bu toplumda karşılığı olduğunu bire bir yaşamış kişi olarak şahadet etmek istedim.