05 Şubat 2020 17:00
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Ocak ayında yaptıkları araştırmaya göre toplumun yüzde 80'inin çocuklarının geleceği için kaygılı olduğunu söyledi. Araştırmanın Ocak ayının ilk haftası yapıldığını belirten Ağırdır, "Bu yönetilebilir bir duygu hali değil. İktidar, bütün bu problemleri yeni gerilimler ve o gerilimlerin üreteceği şoven veya popülist duygu kabarmaları ile yönetmeye çalışıyor. Ama bütün sahiciliğini yitirdiği için bu gerilimler onun beklediği artıyı getirmiyor" dedi.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır ve T24 yazarı Murat Sabuncu, Sayıların Dili'nde bu hafta Türkiye dış politikasının iç siyasete etkilerini yorumladı.
İktidarın Libya ve Suriye'deki politikalarında sınıra geldiğini ifade eden Ağırdır, dış politikanın tartışılması gerektiğini söyledi. Dış politikada yaşanan sorunların giderek çözülemez boyuta geldiğini dile getiren Ağırdır, iktidarın politikalarının ülkenin bir çıkmaza saplanmasına neden olduğunu ifade ederek, "Bütün ülkenin geleceğini riske edecek ve büyük oranda ambargo altına alacak meselelerde bir kişi karar verebilir mi?Bunun denetlenebilirliği ve katılımcılığı nerede?" diye sordu.
"İktidar bütün bu meselelerinde kendi siyasi çıkarlarını mı gözetiyor yoksa ülkenin çıkarını mı gözetiyor?" sorusunun sorulması gerektiğini belirten Ağırdır, "Problemlerden bir tanesi kişiselleşmiş bir dış politika izlememiz. Cumhurbaşkanının bütün meselelerinde kişiselleştirilmiş bir durum var" yorumunu yaptı.
Elazığ'da yaşanan deprem sonrası yaşanan tartışmalara dikkat çeken Ağırdır, Kızılay, HDP'nin yardım konvoyunun reddedilmesi ve enkaz altındaki bir kişinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görmesi için bekletildiği haberlerini hatırlatarak şöyle konuştu:
"Depremin etrafındaki tartışmaya bakarsak ülkenin siyaset ve toplumsal kutuplaşma anlamında ne kadar saçma sapan bir noktaya geldiğini görüyoruz. Ülkenin ruhi iklimi ve zihinsel iklimi öyle bir hale gelmiş ki; ülkenin bir kesimi gerçekten enkazdan çıkarılan bir kadının Cumhurbaşkanı için bir saat bekletildiğine inanabiliyor veya yapıldıysa da bunu kabullenen ve doğru bulan birileri var. Bunu konuşmamız lazım. Enkazdan çıkan kadınlardan biri Kürtçe konuştu ve kıyamet de kopmadı. Çünkü Hrant Dink'in de dediği gibi 'insanın dili karın gurultusu gibidir bir tercih değildir'. Ve o insanlar, o yurttaşlar, o dil var. Biz yıllarca anadilde eğitim tartışıyoruz ama ortada bir vaka var. Gördük hepimiz."
Ülkenin içinde bulunduğu kutuplaşmada iktidarın payının büyük olduğunu belirten Ağırdır, iktidarın negatif kimliklenme ile kutuplaşma üzerinden medet umduğunu söyledi. Ülkenin geleceğini ve herkesin hayatını etkileyen meselelerin kutuplaşma üzerinden göğüslenemeyeceğini dile getiren Ağırdır, "Zaten ruhen bu hale geldiyseniz sorun buradadır. İlla birilerinin gelip harita çizmesine gerek yok ki. Siz zaten zihninizde haritaları çizmişsiniz. 'Biz' duygusu parçalandı. Bu ülkeyi yönetenlerde de var. Muhalefet edenlerde de var. Zihin dünyamızda biz duygusunun eksildiği bir ülkede ortak geleceği nasıl inşa edeceğiz" dedi.
Kasım-Aralık ayı araştırmalarında toplumun Suriyelileri bir sorun olarak görüp görmediğine yönelik araştırma yaptıklarını söyleyen Ağırdır, hükumetin ve muhalefetin Suriyeliler konusunda kullandığı dilin yanlış olduğunu söyledi. Suriyelilerin gitmesinin tartışmaların merkezine oturtulmasının aynı zamanda bir risk oluşturduğunu belirten Ağırdır şöyle konuştu:
"Kasım-Aralık ayı araştırmamızda Suriyeliler meselesi Türkiye toplumunun gündelik hayatının en önemli meselelerinden birisi. Üstelik AK Partili veya CHP'li fark etmiyor. Elinizde yetki olsa hangi 3 problemi çözersin demişiz. Suriyeliler konusu ilk üçün içinde yer alıyor. Hala iktidar güvenli bölge oluşturup insanları oraya göndermekten bahsediyor. Türkiye toplumu şu gerçeği kabullenmek zorunda Suriyeliler artık komşumuz. Kalacaklar ve gitmeyecekler ki zaten gitmeleri için bir sebep de yok. Canlarını tehlikede hissettikleri bir ülkeye veya Esad'ın diktatoryal politikaları meydandayken kim döner. Topluma bunu anlatmamız ve yeni baştan uyum süreci ve dili oluşturmamız lazım. Ama hâlâ iktidar da muhalefet de gidecekleri üzerinden bir dil kuruyor. O zaman da bu insanların kalıcı olduğu anlaşıldığı oranda bölüşüm kavgaları başlıyor. Diyelim bir sektördeki geçici işçiler Suriyeliler olmaya başladığı zaman öbür kesimler 'acaba hakkımız hukukumuz mu gidiyor' diye düşünmeye başlıyor. Suriyeliler yeni bir şaytanlaştırmanın objesi haline dönüştürüldü. Ve büyük tehlikelerden birisi budur."
© Tüm hakları saklıdır.