08 Haziran 2011 03:00
Batur Fatih İLHAN – MEDYATAVA
MEDYA HİÇBİR GÖRÜŞTE OLMAMAZLIK EDEMEZ!
Sizi cevaplarken, sanki yazıyormuşçasına konuşan biri o. Ve biliyor musunuz ben bu röportajı yapmasaydım, neyi bilemeyecektim? Türk müziğinin yaşayan en mahir bestekâr ve yorumcularından biri olan Sezen Aksu’nun, kalbimize işlemiş o unutulamaz şarkısı ‘KAVAKLAR’ (Sezen Aksu ’88 - Beste: Onno Tunç) şiirinin yazarı (Küçük Tragedyalar – Tan Yay./1982) Metin Altok’un biricik kızı o…
Yetti mi? Sanmam. O kim, biliyor musunuz? Türkiye’de yetişen en büyük filozoflardan, eleştirmenlerden, deneme yazarlarından ve de seçici kurul juri üyelerinden Füsun Akatlı’nın kızı…
Ağlamaklıydı bulduğumda onu. Nasıl olmasın, insaf!? Ananızı, babanızı alınca ölüm sizden yaşamın ıssızlığında, bir erguvan yalnızlığında*, tabiatıyla sizi de alır/almıştır/alacaktır elbet derinden, yamanından ve efendim en koyusundan bir keder…
Doğan Kitap için evvelce Milliyet Sanat Dergisi’nde kaleme aldığı makalelerini bütünleştirdiği, çok sevgi dolu kapağı olan faydalı bir kitap yazmış. Onu karşımda bulmuşken; Sivas Kıyımı’ndan, günümüz Türk medyasına, edebiyattan, şiirden aşka hatta evliliğe, merhum ana-babasından, günümüz kütür-sanat camiasına sordum da sordum. Ne mutlu bana ki cevapladı da cevapladı. Zeynep Altıok Akatlı’yı takdimimdir efendim…
Bugün Türk medyasına bakınca gördüğünüz nedir?
Rating (izlenirlik) yarışları çerçevesinden Türk medyasına bakılacak olursa, tablonun aslında Türkiye’yi yansıttığı görülür. Medyanın topluma öncülük etmek gibi bir misyonu da olmalı ancak Türk medyasında ne yazık ki böyle bir uygulama yok!
Bu tam olarak ne demek, ifadenizi açar mısınız?
Bir basın organının hangi görüşte olduğu önemli değildir. Herhangi bir görüşte olabilir ama haber aktarırken tarafsız olmalıdır. Diğer yandan hiçbir görüşte olmamazlık edemez medya. Oysa ki bizde bir kavram kargaşası var. Sadece magazinsel, daha popüler, o gün gündemde olan, yorumdan kaçınan, günü kurtaran, canı istediğini haber yapan istemediğiniyse yapmayan… Genele bakılınca medyadaki çizgi bu!
Sizin idealinizdeki medya nasıl olmalı peki?
Şimdi yukarıda çok sert konuşmuş gibi görünebilirim ancak şunu anlatmak istiyorum. Elbette hiçbir gazete birinci sayfasında hiç kimseyi eğitmek amacında değildir. Haber vermeyi, haberleri okuruna yansıtmayı amaçlar ama öncelikle objektif olmak ve haberleri nesnel bir netlikte aktarmakla yükümlüdür.
Medyanın kültür-sanat olgusuna yaklaşımı konusunda neler söylersiniz?
Bugün (satış rakamları bağlamında) öncü diyebileceğimiz hiçbir gazetenin değil bir kültür-sanat sayfası, kültür-sanat sütununun bile olmadığını görüyoruz. Yerleşmiş kitap ekleri bile bir bakıyorsunuz, çıkmaz olmuş. İçerikler popüleri tutmaya yakın ne yazık ki! Hele televizyonların hali daha da içler acısı!..
Siz medyada oluşturulan gündemlerle genelde hemfikir değilsiniz o halde?
Tabii ki hayır!..Gerçi çok genelleme yanlış olur zira elbette çizgisi ve duruşu belli yayınlar var. Bazı yorumlara katıldığım söylenebilir. Bunu tek tek haber özelinde değerlendirmek lâzım. Ama genele vurunca gündemi takip etmeye değer bulmuyorum…
Annesi Füsun Akatlı ile
KURGU GÜNDEMLERİ DEĞERLENDİRMEYE GEREK BİLE YOK!
Mesela?
Mesela, “Madımak’la ilgili PKK’lı dört kişi bulundu!”, “Dört ölü PKK’lı yakaladık aman ne iyi!”, “Meğerse Sivas Olayları’nın sorumlusu da PKK’ymış!” gibi zamanı ve amacı belli, yaratılmış bir gündemi değerlendirmeye dahi gerek görmüyorum. Keşke her şey bu kadar basit olsaydı…
Medyadan kırgın ya da kızgın olduğunuz kişiler-kurumlar var mı?
Elbette var! Örneğin basında öncü konumdaki bir gazetenin baş yazarı ‘Yeter! Bu Sivas Olayları’nı ısıtıp ısıtıp önümüze getirmeyin artık!’ dediğinde incinmemek mümkün mü!? Bu kişinin aynı zamanda anne-babamın eski dostu olan ve benim de sevdiğim biri olması incinmeyi daha da başka boyuta taşıyor. ‘Beni dostun gülü yareler…’ denir ya…
Elbette genel olarak basının tepkisizliğine inciniyorsunuz. Ama formasyonu ve konumu ile toplumsal olaylara duyarsız kalmamasını beklediğiniz isimler ya da basın organlarının tepkisizliğine baksa içerliyor insan. Bir de aynı bakışla ‘taraf’ olmayı seçenlere kırgınlığım var. Annemin kuruluşundan itibaren desteklediği AÇIK RADYO bunlardan biri. Oldukça kırgınım. Çünkü bu radyonun giderek; daha agresif, sarkastik(iğneleyici) ve hatta insanları küçümseyen bir tavır benimsediğini düşünüyorum. Kainatın bütün renklerine açık radyonun kapalı olduğu tek renk Cumhuriyetçi görüş. Bu sıfat/lar bana öyle uzak ki!.. Yaftalamalar ve bu yaklaşım beni oldukça rahatsız ediyor.
Eve hangi gazeteler girer?
Ben gazeteyi hâlâ elinde tutarak okumayı sevenlerdenim. Ama elbette bütün gazeteleri alıp herkesi takip etmek mümkün değil. Eve düzenli olarak CUMHURİYET alınır. Belli günlerde de HÜRRİYET ve RADİKAL alırım.
Evde hangi TV kanalları izlenir?
İnanır mısınız yalnızca DIGITURK’teki bazı dizileri seyrediyorum.
Aa! Neden!?
Çünkü sinirlerimi korumak zorundayım! Mevcut TV içeriklerini yüreğim kaldırmıyor! Kendimi korumaya dönük bir kaçaklık hali bu… Haberlerin kirliliği, aynı lafların on kez tekrarı beni yoruyor dahası, umudumu yitiriyorum.
KİTABIMDAKİ İSİMLERİN HEPSİ TÜRKİYE’Yİ AYDINLATAN YILDIZLAR!
Kitabınıza; ‘Türkiye göğünü aydınlatan yıldızların tarihi’ tarihi demek doğru mu?
Ben kendi göğümü aydınlatan yıldızlar olarak nitelendirdim kitabımı. Çünkü kitapta yer verdiğim her yıldız, bir dönem benim dünyamdaydı ve beni ben yapan beslenme ve biriktirme sürecimde çok önemli rol oynamış insanlardı bu kişilerin tümü. Kuşkusuz ki bu isimlerin hepsi Türkiye’yi aydınlatan yıldızlardı. Dolayısıyla evet, sizin sorduğunuz gibi bakmak da mümkün…
Peki ne koydunuz geçen ay Doğan Kitap’tan çıkan Yıldız İzi’nin sayfaları içine okurları bekleyen?
Kitabın kapağına bir tanım cümlesi koyduk: “ANILAR, ACILAR, YAŞANMIŞLIKLAR…” Tek cümleyle özetleyecek olursak aslında, okura sunduğum bu! Galiba en çok kendimi koydum.
Bunları neden kamuyla paylaşma ihtiyacı hissettiniz?
Her biri ayrı ayrı “isim” olan insanlar söz konusu olduğunda, ‘Anılar ve mektuplar ya da yaşanmış olaylar ne kadar mahremdir ve ne kadar değildir?’ tartmak zorundasınız. Bu noktada çok adil bir süzgeç gerekir. O süzgeci doğru kullanarak paylaşımın olması gerektiğini düşünenlerdenim. Benim burada anlattığım bu insanların benim gözümden yakaladıklarım; küçük Zeynep’in hayatı boyunca bir bahçeden topladığı çakıl taşlarının hayata yansıması. Yalın biçimde ve çocuk gözüyle aktarmaya çalıştıklarımdır. Bir kişi bile bu paylaşımdan bir şeyler bulursa kendinde, ne mutlu bana!
Merhum babanız Metin Altok’u nasıl anlatırsınız?
Son derece naif, umursayan, duyarlı ve hayatının odağında tüm bu duyarlılıkların kendisinde yarattığı acılar olan biriydi Metin Altok! Bu acılarla özdeşleşmiş biriydi. Dolayısıyla da imgesi çok kuvvetliydi. Çok özel ve derin bir bakışı vardı. Pek rastlanmayan türde ‘bilicilik’ yönü de olan, farklı bir bilgeydi…
Merhum anneniz Füsun Akatlı’yı nasıl anlatırsınız?
Annem, hayatımda tanıdığım en ilkeli, en ödünsüz ancak bir o kadar da katılmadığı görüşlere açık ve hoşgörülü bir insandı. O son derece adaletli bir kişilikti. Büyük bir akıldı…
Zeynep Altıok Akatlı, henüz bir bebekken ailesiyle
Neden yazıyorsunuz?
Herhalde paylaşma duygusu olsa gerek. Ben kendimi her zaman yazarak daha iyi ifade etmişimdir. Yazmak bana iyi geliyor.
Neden hiç evlenmediniz?
Evlenmek şart değil bence! Doğru koşullar ortaya çıkarsa evlenmeye de karşı değilim ama herhalde hayatımda buna sıra gelmedi…
‘SİVAS KIYIMI’ İNSANLIK SUÇUDUR!
2 Temmuz 1993’te, Sivas'ta; Pir Sultan Abdal Şenlikleri henüz başlamışken Madımak Oteli yakıldı ve 37 can hayata erkenden veda etti. Vefat edenlerin içinde rahmetli babanız Metin Altıok da vardı…
Evvela olayda ölenlerin sayısına biz 35 diyoruz. İsterseniz siz de bunu öyle kullanın!
“35 aydın artı iki de otel görevlisi etti 37” gibi düşündüm ama…
Hayır! Sayı, otel görevlileri dahil 35’tir. Diğer ikisi saldırganlardandır. Çok karıştırılıyor ancak doğrusu bu!..
Bu elim olayın üzerinden 18 yıl geçmesine bir ay kala, genel düşünceleriniz neler?
Bu bir insanlık suçudur! Her şeyden önce Devlet’in ve yüksek mercilerin bunu kabul etmesini ve bu doğrultuda hareket etmesini bekliyorum. Bugün ortada ne var derseniz; size, “Hâlâ çözülememiş ve hâlâ karanlıkta kalan taraflarıyla gerçek suçluların ve gerçek elebaşlarının ortaya çıkarılmadığı bir davanın zaman aşımıyla yüz yüze kalması vahameti ve ayrıca da hâlen devam eden uzun yargı süreci sonucu 33 idam cezası var” derim.
Ama bu 33 idam cezasına varan süreçte, bir kısım tutuklunun şu ve bu nedenle süreç içerisinde, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılanlardan bazılarının kaçışı, bazılarınınsa -bana göre çok adaletsizce- serbest bırakılması, bazılarının da yattıkları hapis cezasının indirimlerle yeterli sayılmasıyla elene elene/kala kala yargılanan bir avuç suçlu kaldı. İdam kararı çıkması ve bu suçun tutanaklara geçmesi önemli bir şey. Bu insanlar suçsuzdur demiyorum. Bana göre zaten bu olayı uzaktan izlemek bile suç! Orada toplanıp da hiçbir şey yapmamak bile suçtur. Onlar elbet yargılanmalı ve bir şekilde suçlarının cezasını bulmalı. Ancak yargı sürecine taşınan ve hüküm giyenler bu işi planlayanlar mıydı? Evet bu işi yapanlar arasındaydılar ama yaptıranlar değildiler. Ve yaptıranlardan hiç biri bu yargı sürecine intikal etmedi.
‘Sivas kıyımı’ yaşanmasaydı bugün siyaseten ve vicdanen nerede olurduk?
Bu ülkenin tek kara lekesi Sivas olsaydı bu soruya anlamlı bir cevap verebilirdim. Ama en son öldürülen Hrant Dink’e kadar yakın tarihimize baktığımızda alt alta koyduğunuz faili meçhuller ve “aydın” öldürülüşlerinin vahameti ve yaşanan süreçler gözler önündeyken “Türkiye başka bir yerde olabilirdi” demek mümkün değil. Ama Sivas kıyımı olduktan sonra yapılması gerekenlerin 10’da biri yapılsaydı, o günden bugüne planlı şekilde getirilen cumhuriyet ve laiklik karşıtı eylemlerin sonucu olarak bize sunulan tablodan daha farklı ve ileri bir yerde olurduk. Ancak o zaman Türkiye çok daha başka bir yükseklikte olabilirdi!..
Geçen 18 yıl yıl içinde, yazdığınız yazılardan ötürü hiç tehdit aldınız mı?
Hayır, hiç tehdit edilmedim. Ama bununla karşılaşabilirim ve hiç şaşırmam. Ciddi bir nefret potansiyeli var ama yüzdeye vurduğunuzda oran nedir, pek ciddiye almıyorum hakikaten…
(*) Mecaz: Yazar Zeynep Altıok Akatlı’ya aittir.
© Tüm hakları saklıdır.