Kültür-Sanat

Zeki Demirkubuz: Erdoğan çıkıp "Eyy Mars Grup, ben bu entellerin filmlerini oynatacağım, çekil kenara" dese...

"Sinemanın değerini ikinci filmimden sonra anladım, festivallere başvurmayı bile bilmezdim"

29 Nisan 2016 20:12

'Masumiyet', 'Kader', 'Yazgı', 'Üçüncü Sayfa' ve 'Bulantı' gibi filmlerin yönetmeni Zeki Demirkubuz, 'Sivas' filminin yönetmeni Kaan Müjdeci'nin 3 sinema yazarıyla birlikte çektiği 'Kapalı Gişe' belgeseliyle ilgili olarak, "Mesela Tayyip Erdoğan’a vahiy inse ve bütün bu vizyona giremeyen, haksızlığa uğradığını düşündüğümüz, benimkiler de dahil  bütün filmleri ve yönetmenlerini kastederek dese ki,  “ Eyy, Mars grubu, ben bu çocuklara çok üzülüyorum kardeşim, sen çekil kenara.” dese…Yani bazı alanlarda yaptığı müdahaleleri sanat sineması için de yapmaya karar verse, ve “Ben bu entellerin filmlerini bir sene boyunca oynatacağım.” dese, ne olur?  Mesela bir sene boyunca oynatsa, bununla da yetinmeyip, mesela bilet 10 TL mi, 8 TL’sini ben veriyorum milletim sadece 2 TL versin, aydınlansın dese ve dediğini yapsa kaç kişi izler bu filmleri?" dedi.

Filmloverss'tan Utku Ögetürk ve Gizem Çalışır'a konuşan Zeki Demirkubuz'un açıklamaları şöyle: 

Zeki Demirkubuz: Aslında sinemaya başladığım, ilk filmimi çektiğim dönemde bile kafamda ben sinema yapacağım diye bir fikir yoktu. Sinemaya  bir emekçi olarak başlamıştım ve  asistanlık yaparak hayatımı kazanıyordum.  Yönetmenliğe, piyasaya  ve işini iyi yapmayan  yönetmenlere duyduğum öfke yüzünden başlamaya karar verdim. “Bunlar film çekiyorsa ben de çekerim.” diyerek ilk adımı attım. Sinemayla gerçek bağım Masumiyet’ten sonra kuruldu. Sinemanın değerini ikinci filmimi yaptıktan sonra fark ettim. Çok komik ama o zamana kadar festivallere başvurmayı bile bilmezdim.

U.Ö: Masumiyet, Venedik’te gösterilmişti.

Z.D: Evet ama tesadüfen. İlk onlar istedi çünkü. Sinemaya dair  hiçbir bilgim ve hazırlığım yoktu. Daha doğrusu ilgisizdim, hala da öyleyim. Film yapma sürecini çok seviyorum ve tutkuyla yapıyorum ama sonraki aşamalarında çok sıkılıyorum.

Ve sinemanın anlamını edebiyatla benzer şekilde kurarak devam ettim. Zaten dikkat ederseniz, Masumiyet’ten sonra biçimden ahlaki tutumlarına kadar filmlerimde  çok değişiklikler oldu. Üçüncü Sayfa’dan itibaren filmler sadeleşmiş neredeyse başka bir yola girmiştir.

U.Ö: 34. İstanbul Film Festivali’nde jüri başkanıydınız ve Ulusal Yarışma’da Bakur filmine uygulanan sansür sebebiyle yarışmalar iptal edildi, yönetmenler filmlerini çekti. Bu sene benzer bir süreç yaşansaydı geçen sene diğer sinemacıların yaptığı gibi filminizi festivalden çeker miydiniz? 

Z.D: Benim  bu konularda hayatım boyunca genel kararlarım olmadı ve genel şeyler yapmadım. Bu, yaşanan duruma bağlı gelişebilecek bir şey. Yani bu sansüre uğrayan filmin derdine, filmi çekenin ne söylediğine bağlı olarak bende bir sorumluluk duygusu yaratırsa çekerdim. Yaratmazsa açıkçası umurumda olmazdı. Böyle şeyler Türkiye’de büyük tuzaklardır. Örneğin biri filmini artistlik olsun diye de çekebilir, ilgi görmek için de çekebilir. Ben onun böyle olduğunu düşünüyorsam neden filmimi çekeyim ki? Ama bende bir sorumluluk duygusu yaratıyorsa çekerim. Geçen sene öyle oldu. Zaten Festival sonrası Türkiye’deki gelişmeler Bakur filmine haksızlık yapıldığını doğruladı. Bakur filminin yasaklanması, katırların katledilmesi gibi küçük olaylarla başlayan süreç bugünkü bu utanç verici aşamaya kadar geldi. O yüzden ben böyle şeyleri Süleyman Demirel’in, dediği gibi ‘doğmamış çocuğa don biçmeden’ bizzat söz konusu olay üzerinde değerlendirmeye çalışırım.

Bundan sonra Türk jürilerine su bile yok.

 

"Kazasını tutarız"

 

G.Ç: Aslında festivallerle ilgili bir soru daha sormak istiyoruz. 2012 yılında Yeraltı’yla katıldığınız Adana Altın Koza’dan sonra tweet atmıştınız: “Kendileri jürilik yapsın diye film yaptığımı düşünen gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türk festivallerinde yarışmak yok”. Yanlış hatırlamıyorsam o zaman birçok sinema yazarı sizi destekledi, doğru söylediğinizi düşündüler. Peki, Türk festivallerinde yarışmak yok dediniz ama bu sene İstanbul Film Festivali’nde uluslararası yarışmada yarışıyorsunuz. Bu değişimin sebebini sormak istiyorum.

Birçok sinema yazarı desteklemedi, pek hatırlamıyorum ama en fazla bir iki kişidir. Sorunuza gelince; demek ki, daha ayrıntılı yazmak lazımmış. “Bundan sonra Türk jürilerin olduğu festivallere film yok, ya da uluslararası yarışmalar hariç” falan demek gerekiyormuş..

Şaka bir yana, aslında böyle şeyleri açıklamaya, angaje olmaya hiç gerek yok. Ne festivaller, ne seyirci, ne sektör kimsenin böyle şeyleri dert ettiği, hatırladığı da yok. Zaten Türkiye’de böyle şeyler ancak birilerinin işine geldiği zaman sana karşı kullanmak, seni sıkıştırmak ve vurmak için akla gelir, bunun dışında kimsenin umurunda olmaz.

Ayrıca ben buna Yeraltı’ndan sonra karar vermedim. İlk filmimden beri defalarca yaptım. Defalarca bazı adamlar jürilerde olduğu için festivallere film vermedim. Mesela Yeraltı ondan önceki yılki Adana festivali zamanında hazırdı ama jürideki bazı kişiler yüzünden vermedim.  Bunu boş verin 13 senedir SİYAD ödülü almıyorum, ister aday olsun ister ödül versinler gitmiyorum. Ama bu konuda benden ya da yazarlardan en ufak bir şey duydunuz mu bugüne kadar? Ne onların umurunda ne de benim.

Bu konudaki tek üzüldüğüm nokta, oyuncuları ve ekibi de angaje etmiş olmam. Biraz bencilce bir karar ama artık yapacak bir şey yok. Bundan sonra Türk jürilerine su bile yok artık.  Gerçi uluslararası yarışmalar hariç demeyi atlamışız ve sözümüzü yemişiz ama neyse… Kazasını tutarız.

 

"Tayyip Erdoğan 'Ben bu entellerin filmlerini bir sene boyunca oynatacağım' dese ne olur?"

 

U.Ö: Son sorumuz. Türkiye’de ciddi bir dağıtım sorunu yaşanıyor şu anda. Ve İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Kapalı Gişe belgeseliyle bu konu masaya yatırıldı. Siz Zeki Demirkubuz olarak bir isimsiniz. Tabii ki birçok yönetmenden bu konuda çok daha şanslısınız ancak sizin filmlerinizde kopya sayısı olarak büyük rakamlara ulaşmıyor bu ülkede. 

Z.D: 25, 30’dan fazla kopyayla girmiyor filmlerim açıkçası girse de ben sokmam.

U.Ö: Siz ne düşünüyorsunuz bu tekelleşme ile ilgili?

Z.D: Bu konunun iki yanı var. İlki tekelleşme ile ilgili eleştirilerin haklı olduğu, yani bir tekelleşme olduğudur. Diğer yanı için şöyle bir şey düşünelim.

Mesela Tayyip Erdoğan’a vahiy inse ve bütün bu vizyona giremeyen, haksızlığa uğradığını düşündüğümüz, benimkiler de dahil  bütün filmleri ve yönetmenlerini kastederek dese ki,  “ Eyy, Mars grubu, ben bu çocuklara çok üzülüyorum kardeşim, sen çekil kenara.” dese…Yani bazı alanlarda yaptığı müdahaleleri sanat sineması için de yapmaya karar verse, ve “Ben bu entellerin filmlerini bir sene boyunca oynatacağım.” dese, ne olur?  Mesela bir sene boyunca oynatsa, bununla da yetinmeyip, mesela bilet 10 TL mi, 8 TL’sini ben veriyorum milletim sadece 2 TL versin, aydınlansın dese ve dediğini yapsa kaç kişi izler bu filmleri?


* Filmloverss'ta yayımlanan söyleşinin tamamını okumak için tıklayın