Gündem

Zaman gazetesi yazarları davasında, mahkeme, Yargıtay’ın bozma kararına uydu, sanıklar beraat istedi

13 Nisan 2021 13:16

T24 Ankara

Kapatılan Zaman gazetesinin 11 yazar ve çalışanı hakkında açılan davada, Yargıtay’ın verdiği bozma kararları üzerine, dört sanık hakkındaki yeniden yargılama süreci başladı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ilk duruşmada, Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasına karar verdi.
Yeniden yargılanan isimlerden Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne ve Şahin Alpay, beraatlerini talep etti. Mahkeme, Bulaç, Türköne, Alpay ve Mehmet Özdemir ile ilgili Yargıtay’ın işaret ettiği delillerin toplanması için duruşmayı erteledi. Duruşmada savunmasını sunan yazar Şahin Alpay, tutuklanmasıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin iki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kez hak ihlali kararı verdiğini anımsatarak, ortaya konulan delillerin suç oluşturmadığını ve beraatine karar verilmesi gerektiğini vurguladı.

Yargıtay, 11 sanıklı davada 4 sanık hakkındaki beraat kararlarının, 3 sanık hakkındaki ceza kararlarının onanmasına karar verdi. Yargıtay, Türköne, Bulaç ve Alpay’a verilen cezaların ise hatalı olduğuna işaret ederek, farklı suç türlerinden değerlendirme yapılmasına hükmetti. Yargıtay, Alpay hakkında verilen AİHM ve AYM kararlarının da dikkate alınmasını istedi. Yargıtay, Mehmet Özdemir için de hakkındaki soruşturmanın genişletilerek kararı oluşturulmasına hükmetti. Bunun üzerine yeniden yargılama süreci bugün başladı.

Ali Bulaç: Bilerek ve isteyerek örgüte yardım ettiğim yönündeki suçlamayı reddediyorum

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, yeniden yargılanmasına karar verilen isimlerin avukatları, Yargıtay kararına uyulmasını istedi. Duruşma savcısının da Yargıtay kararına uyulmasını talep etmesinin ardından söz alan sanık Ali Bulaç, "Bilerek ve isteyerek örgüte yardım ettiğim yönündeki suçlamayı reddediyorum ve beraatımı talep ediyorum. Bu kara lekeyi alnımda taşımak ve böyle ölmek istemiyorum" dedi. Bulaç’ın avukatı da Yargıtay kararına uyulmasını talep etti.

Bozma kararına uyulmasını isteyen sanıklardan Şahin Alpay da beraatini talep etti. Gözaltına alınarak tutuklanması konusunda Anayasa Mahkemesi’nin iki kez, AİHM’nin bir kez hak ihlali kararı verdiğini anımsatan Alpay, tahliye edilmesinin ardından "Konutu terk etmemesine" karar verildiğini, Anayasa Mahkemesi’nin bu karar için de "hak ihlali" kararı verdiğini anımsattı. İddianamede, üç kez müebbet hapsinin istenildiğini, Yargıtay’ın ise "örgüte yardım" suçuna işaret ederek, AİHM ve AYM kararlarının da tartışılmasını istediğini anımsatan Alpay, yeniden yargılama sonunda beraatine karar verilmesi gerektiğini vurguladı.

Şahin Alpay: Dini inancım yok

Alpay, şunları söyledi: "Gülen cemaatinin ya da herhangi bir dini cemaatin üyesi olmam mümkün değildir. Zira dini inançlara saygılıyım ancak dini inançları olan bir kimse değilim… Zaman gazetesinde köşe yazdığım tarihlerde, cemaatin terör örgütü, Gülen’in de terör örgütü lideri olarak nitelenmesi söz konusu değildi. Cemaatin resmen (devletçe) terör örgütü, Gülen’in de terör örgütü lideri ilan edilmesi 31 Mayıs 2016 tarihinden itibaren söz konusu olmuştur…

Bütün yazı ve konuşmalarımda ifade, inanç ve girişim özgürlüklerini; iktidarların seçimle gelmesini savundum. Askeri vesayete ve askeri darbelere karşı çıktım. Savunmamda da belirttiğim üzere Gülen hareketinin suç örgütü olduğuna dair bir yargı kararı olsaydı bir gün bile Zaman’da yazmayı sürdürmezdim. Söz konusu hareketin kimi mensuplarının bir askeri darbe girişiminde rol alabilecekleri aklımın ucundan geçseydi asla Zaman’da yazmazdım.

15 Temmuz darbe girişimini lanetliyorum! Bu nedenle Zaman’da yazmış olmaktan da pişmanlık duyuyorum. Neden? Çünkü hayatım boyunca askeri darbelerin mağduru oldum. Yazarlık kariyerim boyunca askeri darbelere, darbe girişimlerine, yönetim üzerinde askeri vesayete karşı çıktım; demokrasiyi ve hukuk devletini savundum.15 Temmuz darbe girişimini şu veya bu şekilde desteklemem için aklımı kaçırmış olmam gerekir. Çok şükür aklım başımda. Gülen Hareketi’nin karanlık, gayrimeşru yüzünü maalesef göremediğim için büyük bir yanılgıya düştüm. Bu açıdan yalnız olmadığım ise muhakkak.

"Bütün kaynaklarım açık"

"Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin hakkımdaki kararında, kişisel bilgisayarımda yapılan incelemelere istinaden ileri sürülen iddialar ile ilgili olarak, Savcılığın esas hakkındaki mütalaasına verdiğim cevapta da ifade ettiğim şu hususları yeniden dikkatinize getirmek istiyorum:

a) 17 Aralık raporu isimli bir word belgesinden gizli olması gereken 17-25 Aralık soruşturmalarına ait fezlekeleri temin ettiğimin anlaşıldığından söz ediliyor. Bir siyaset bilimci ve köşe yazarı olarak ilgilendiğim bu ve bilgisayarımda bulunan bütün belgeleri açık kaynaklardan temin ettim; gizli hiç bir kaynağım olmamıştır.

b) Örgüt liderinin kardeşinin ölümü sebebiyle örgüt liderine başsağlığı dilekleri içeren bir taziye mesajı gönderdiğimden söz ediliyor. Söz konusu mesaj 13 Ekim 2012 tarihlidir. O tarihte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere AK Parti yöneticilerinin ve birçok başkalarının da taziye mesajı gönderdiği herkesin malumudur.

c) Örgüt liderine doğrudan soru sorabilme imkanımın bulunduğundan söz ediliyor. Söz konusu belgedeki sorular, Gülen ile mülakat yapmayı tasarlayan bir gazeteci arkadaşın, çeşitli meslektaşlara yönelttiği “Ne sorayım?” sorusuna cevaben önerilmişti. O tarihte ne cemaat terör örgütü, ne de Gülen onun lideri olarak niteleniyordu.

d) Terör örgütüyle irtibat ve iltisaklı eğitim kurumlarının listesini" bulundurduğumdan söz ediliyor. Bu listeyi de kamuya açık kaynaklardan temin ettim. O tarihte ne cemaat terör örgütü, ne de Gülen onun lideri olarak niteleniyordu.

1980’lerden itibaren Türkiye siyasetinde beni en çok ilgilendiren sorulardan biri, Cumhuriyet döneminin otoriter laiklik uygulamaları nedeniyle dini özgürlükleri kısıtlanan mütedeyyin toplum kesimlerinin demokratik kurum ve değerlere uyum sağlamasının nasıl sağlanabileceği oldu. Gerek siyasi partiler tarihimizin en liberal – özgürlükçü programını benimseyen, ilk iki iktidar döneminde Avrupa Birliği üyeliği hedefini programının merkezine yerleştiren Ak Parti’nin gerekse dini temelli bir sivil toplum hareketi olarak gördüğüm Gülen Hareketi’nin Türkiye’de mütedeyyin kitlelerin liberal demokratik kurum ve değerleri benimsemelerine hizmet ettiğini düşündüm.


14 yıldır köşe yazdığım gazeteye el konulmasına duyduğum tepkiyi göstermek amacıyla Zaman binasına gittiğim, orada bir de konuşma yaptığım doğrudur. O gün orada tepkilerini göstermek için sadece benim gibi Zaman yazarları ve çalışanları değil, Gazeteciler Cemiyeti’nden, hatırladığım kadarıyla, Orhan Birgit, Pınar Türenç ve başka gazeteciler yanında milletvekilleri de vardı. Bu nasıl bir suç delili olarak mütalaa edilebilir, anlamak mümkün değildir.


Gülen hareketi ile ilgili hayal kırıklığım 15 Temmuz 2016’daki askerî darbe girişimiyle patlak verdi. İtiraf edeyim ki, o güne kadar hareketin gayrimeşru işlere karışan bir karanlık yüzü olduğunun bilincinde değildim. Gülen hareketi ile ilgili yanılgı yaşayanlar arasında yalnız olmadığım da muhakkak. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle diyordu: “17- 25 Aralık sürecinde tüm arkadaşlarımız bizi tam anlamış olsalardı, 15 Temmuz belki olmayabilirdi. Anlayamadıkları gibi, bu alçaklara o dönemde toz kondurmayan, onların böyle kötü niyetlerinin olmadığından bahseden arkadaşlarımız da vardı… 15 Temmuz bahsettiğimiz arkadaşların da bunları tanımalarını sağladı. Onlar da insanlarımızın çoğu da bunların ne olduklarını anladı. Beraatimi istiyorum.
"

Deliller toplanacak

Mahkeme, Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasına, kararda işaret edilen konularla ilgili delillerin toplanmasına karar vererek duruşmayı erteledi.