Önce mümkün olduğu kadar eldeki bilgilere bakalım: 14 yaşındaki Susanna'nın Wiesbaden’da öldürülmesinden sonra baş zanlı Iraklı sığınmacı ülkesine döndü. Ve Almanya'da hemen bu ya da benzer başka vakalarda olduğu gibi açık sahnede münakaşa başladı.
Bu sahnede kimler var: Medya, resmi devlet daireleri ve hükümet, sağdan sola kadar siyasi partiler. Ortak noktaları ise artık olan biten konusunda müşterek bir dil bulamamaları. Ya da daha karamsar bir şekilde ifade etmek gerekirse, siyasi partilerin müşterek bir dillerinin olmadığı giderek daha somut biçimde görülüyor.
Medya
Duyguları olgulardan ayırmalıyız. İltica başvurusunda bulunanlar arasında uzun süredir Almanya'da yaşayanlara kıyasla suç işleme oranı daha yüksek değil. Ancak Almanya'ya kadınlardan daha çok genç erkekler geliyor. Ve böylesine genç yaş grubunda şiddet eğilimi daha yüksek. Almanlarda da bu durum böyle.
Ancak Wiesbaden'daki gibi korkunç bir olay sonrasında olgularla pek meşgul olmuyoruz. Peki, bunu yapan kim? Medya. Almanya'nın en fazla basılan bulvar gazetesi sığınmacı sorununa tamamen duygusal bir çizgide yaklaşıyor. Hikaye hep aynı: Almanya'da giderek daha fazla sığınmacı yasaları ihlal ediyor ve devlet daireleri ile siyasetçiler buna yüz çeviriyor. Büyük başlıklar, birçok fotoğraf ve duygular… Biz yani kendisini ciddi olarak nitelendiren medya bile çoğu zaman şu tepkiyi veriyoruz: Neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz, duraksıyor, tartışıyoruz.
Ve genellikle suç hakkında gecikmeli olarak tarafsız ve temkinli haber yapmamız gerektiği sonucuna varıyoruz. Ancak mevcut resmin mantığına dahil oluyoruz çünkü Almanlar arasındaki ilişki olayını asla haber yapmayız. Ya da çok nadiren yaparız. Almanya'nın daha güvensiz hale gelmesinin nedeninin sığınmacılar olduğu yönünde çizilen resmi besliyoruz.
Resmi daireler
Resmi devlet daireleri de odak noktasında. Resmi makamların başarısız olduğu suçlaması dile getiriliyor. Irak'a kaçan zanlı Iraklı uzun süredir polis tarafından biliniyordu buna rağmen kaçabildi. Aynı zamanda Almanya'da Federal Göçmen ve Mülteci Dairesi'ndeki skandal ve hatalarla ilgili tartışma yapılıyor. Hepsinin ortak tarafı şu: Çok az personel var, genel olarak emniyette, resmi dairelerde işin fazla geldiği duygusu yayılıyor. Siyaset ise halk arasındaki artan şiddet eğilimine, ortaya çıkan yeni duruma 150 bin mülteci almak yerine bir milyon mülteci kabul etmek gibi yöntemlerle karşılık verdi. Bu asla hele hele şimdi olumlu sonuçlanmayacaktır. İlk ve son kez söylemek gerekirse: Daha pahalıya mal olacak olsa da daha fazla kadroya, daha fazla uzman personele ihtiyaç var. Hem de mümkün olduğunca kısa sürede.
Siyaset ve toplum
Federal Meclis'te yapılan suç ve kaçış gibi konulu tartışmalar toplumdakilere benziyor. Merkez sağ ve daha uçtakiler birbirlerini anlamaksızın kapışıyor. Bunda hükümet ve özellikle de başbakan katkı sağlıyor. Angela Merkel daha çok idare ediyor, bu konuda kamuoyuna açıklama yapmıyor, halka hitap etmiyor. Daha çok arka planda müzakere ediyor ve bekliyor. Ancak toplumun göç, kaçış ve iltica konularında gelecekte nasıl davranacağının belirleneceği bir çerçevenin tanımlanmasına hiç bu kadar ihtiyaç duyulmamıştı.
Sert ekonomik ve sosyal politikaları 1980'lerde ülkeyi bölen İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher "Toplum diye bir şey yoktur" demişti. Belki de Almanya'da artık toplum diye bir şey yoktur. Ancak ortak bir dil bulunması gibi her çabanın sergilenmesine değer. Bütün zorluklara ve dönemsel eğilimlere karşı. Bu hukukun, karşılıklı dinlemenin ve gerçeklerin dili olabilir.
Jens Thurau
© Deutsche Welle Türkçe