Ortaçağ’da kuşatma neyse, günümüzde de yaptırımlar aynı işlevi görüyor. Pazarı pazartesiye bağlayan gece yarısı ABD, İran etrafındaki kuşatmayı bir kez daha ciddi bir şekilde daralttı. Tahran rejimine "azami baski" uygulayabilmek için, "İran’a karşı yapılmış en ağır yaptırımlar” başlatıldı. Bu yaptırımlar, Tahran için hayati önem taşıyan petrol ve doğal gaz ihracatını sıfıra indirmeyi başaramasa da, enerji ve bankacılık sektörüne getirilen yaptırımlar, 60 gün önce devreye giren ilk yaptırım paketi ile birlikte İranlılar için can yakıcı, çok can yakıcı olacak.
Trump nasıl bir anlaşma hedefliyor?
Ancak bu yaptırımların, ABD Başkanı Donald Trump’ın, kavgacı Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun istedikleri hedefe ulaşmalarını sağlayıp sağlayamayacağı şüpheli. ABD Başkanı İran'ı tekrar müzakere masasına oturmaya zorlayarak 2015 tarihli nükleer anlaşmadan daha iyi bir anlaşma yapma sözü vermişti. Ancak İran ile anlaşmayı eleştirenler bile, Tahran yönetiminin bugüne kadar anlaşmaya uyduğunu, yaptırımların hafifletilmesi karşılığında nükleer programını küçülttüğünü ve dünyanın en sıkı teftişlerine izin verdiğini kabul ediyor.
İran’ın neden bariz bir şekilde Tahran’da rejim değişikliğini hedefleyen ve Tahran'ın meşru güvenlik endişelerine hiçbir şekilde anlayış göstermeyen bir hükümet ile müzakere masasına oturması gerektiği, Trump’ın bugüne kadar açıklamadığı bir nokta. Ayrıca yaptırımların geçmişte İran’daki sert tutumu savunan kesimleri güçlendirdiği de bilinen bir gerçek. Bu kesimler, başta ABD olmak üzere Batı’ya güvenilmemesi yönündeki görüşlerinde haklı olduklarını ve her türlü açılımın bir hata olduğunu savunuyorlar. Daha önce "ılımlı" olarak nitelendirilen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bile, ABD’nin uyguladığı baskı karşısında sert çizgiyi savunan bir lider görüntüsü veriyor. Tahran'a uygulanan baskı arttıkça, İran'ın güvenliğini sadece nükleer silahların garantileyebileceği görüşü daha ağır basacak. Tanker filoları limanlarda demirli kalırsa, santrifüjler yeniden dönmeye başlayabilir. Bunun sonuçlarını kestirmek ise imkansız.
Oysa ki İran ile nükleer anlaşmayı ABD tek başına müzakere etmedi. Anlaşmaya imza atanlar arasında bu iki ülkenin yanı sıra Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin de var. Bu ülkeler, anlaşmanın geçerliliğini sürdürmek istediklerini defalarca dile getirdiler. Ancak bunun için İran'ın, yaptırımların gevşetilmesinin etkisini hissetmesi, Hasan Ruhani’nin halka nükleer anlaşma karşılığında vaat ettiği ekonomik alışverişin kendini gösterebilmesi gerek.
Sadece biçare iyi niyet jestleri
ABD’den İran'a yaptırımların geleceğinin aylardır bilinmesine ve hazırlık yapmak için bu kadar süre olmasına rağmen, Washington'ın iradesine etkili bir şekilde karşı çıkabilmek için herhangi bir yöntemin geliştirilememiş olması, günümüz dünyasındaki güç dengeleri ve çıkar hesapları açısından manidar bir gösterge. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun, İran'a yönelik uygulanan yaptırımlardan Avrupalı şirketleri koruyabilmek amacıyla hazırladığı ve aynı zamanda ABD'nin yaptırımlarına uyulmasını da yasaklayan "Engelleme Mevzuatı”na rağmen, Avrupalı şirketlerin İran'ı terk etmesi engellenemedi. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temcilsici Federica Mogherini tarafından Eylül ayı sonunda açıklanan "Özel amaçlı kurum" (special purpose vehicle - SPV) isimli mekanizma da hazır değil. Bu mekanizma ile AB'nin, bir çeşit takas (barter) yöntemi ile İran'dan satın alınacak petrolün ödemesinin, ABD'nin finans sistemi tarafından saptanmadan, AB'den sunulacak ürün ve hizmetlerle yapılması hedefleniyor, ancak Washington'ı öfkelendirmemek için bugüne kadar hiçbir AB ülkesi söz konusu takas platformuna ev sahipliği görevini üstlenmeye yanaşmadı.
Avrupa Birliği'nin tüm bu adımları, görünüşe göre Tahran'a karşı iyi niyet jestlerinden öteye gidemiyor. Bu jestlerin, nükleer anlaşmanın İran'daki karşıtlarını bastırmaya ne kadar yeteceği belirsiz. Bu gelişmelerden çıkarılacak acı ders şu: Bugüne kadarki en önemli müttefiki, başına buyruk davranmanın da ötesine giderek görüşlerini dayatmaya başlarsa, Avrupa'nın her açıdan daha bağımsız ve daha fazla kendi ayakları üzerinde durabilecek konuma gelmesi zorunlu bir hal alır.
Matthias von Hein
© Deutsche Welle Türkçe