Eğer korkunç bir olay gözlerimizin önünde durdurulamaz bir şekilde cereyan ediyorsa, “Ben daha önce söylemiştim” demek siyasette bir argüman olamaz. Ama ne yazık ki, bazen siyasi kararlar daha doğrusu biliniyor olmasına rağmen yine de alınıyor. Çünkü ya daha iyi koşullar ümit ediliyor ya da bir soruna derhal çözüm bulunması gerekiyor. Bu ikinci neden, geçen sonbaharda Almanya Başbakanı Angela Merkel’i mülteci krizini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yardımı ile çözmeye zorladı. Krizden bir çıkış yoluna ihtiyaç duyan Merkel kartını en azından bir dereceye kadar demokratik istikrarın olduğu Türkiye’den yana oynadı. Ancak artık bu umudun bir ilüzyon olduğu ortaya çıktı.
Stalinvari temizlik dalgası
Avrupa Birliği’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn en açık konuşan siyasetçi oldu. Hahn, gözaltına alınacak binlerce kişinin adını içeren listelerin Türk hükümeti tarafından belli ki çok önceden hazırladığını ve şimdi bu listelerin sadece çekmeceden çıkartıldığını söyledi. Türkiye’de halihazırda yaşananlar, askere darbe girişimine yönelik anlık bir tepki değil, AKP hükümeti ile Cumhurbaşkanı'na muhalif isimlerin çok önceden planlanan tasfiyesi. Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden de yaşananların Stalinvari bir temizlik dalgası olduğu şeklinde açıklamalar geldi. Gidilen yön ise gayet açık: Recep Tayyip Erdoğan sonunda iktidarın mutlak hâkimi olacak, muhalifler hapishanelerde yok olacak ve Türkiye demokrasiden diktatörlüğe dönüşecek.
Cumhurbaşkanı'na muhalif olanlar, eğer sadece hapishaneye girseler bile mutlu olacaklar. Zira Erdoğan popülizmin gücünü alarak idam cezasının yeniden yürürlüğe konmasını gündeme getirdi. Bu konuda en azından Brüksel’den gelen mesajlar son derece açık: Bu Türkiye ile AB üyelik müzakarelerinin derhal son bulmasına yol açar. Federal Alman hükümetinin Ankara’ya yönelik ihtiyatlı bir tavır sergilemesine, Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in artık uygunsuz kaçan diplomatik temkinliliğine rağmen, Berlin bile idam cezası konusunda Brüksel ile aynı görüşü paylaşıyor. Ancak bir yandan da diplomatik açıdan çekimser bir tavır sergileniyor.
Bu nedenle de Cumhurbaşkanı Erdoğan diktatörlük arzusunu istediği gibi gerçekleştiriyor, zira Avrupa ve ABD’nin ona, Erdoğan’ın onlara duyduğundan çok ihtiyacı olduğundan emin. Bu ilk bakışta doğru gözüküyor: Mülteci anlaşması ile Avrupa bir anlamda Erdoğan’ın eline düştü. Fakat bu yüzden AB’nin eli kolu bağlı durmaması gerekiyor. Erdoğan, Avrupa’ya ne yapabilir ki? Suriye’deki savaştan kaçan bir kaç milyon mülteci için kapıları mı açar? Böyle bile olsa, mültecilerin Avrupa’ya gelmesinin engellenmesinde Türkiye’nin etkisinin mi yoksa Balkan güzergahının kapatılmasının mı daha caydırıcı olduğu konusunda kuşkular var. Erdoğan, açıkça izlenen bir tutumla birlikte kesin sözlerden anlıyor. Eğer Avrupalılar bu mülteci pazarlığını dikkate almaktan vazgeçerse, o zaman Erdoğan’ı yaptıklarının sonuçları konusunda inandırıcı bir şekilde uyarabilir ve ilişkileri sona erdirmekle tehdit edebilirler. Buna daha zaman var, ama eğer Erdoğan püskürtülen darbeyi mutlak hâkimiyetini inşa etmek için kullanırsa, AB’nin buna tepki göstermesi gerekir ya da kendine ihanet eder.
Avrupa ve ABD Erdoğan’ı durduramıyor
Çok daha önemli olan bir konuda Türkiye ile NATO çerçevesindeki işbirliği. Türkiye coğrafi konumu nedeniyle IŞİD’e karşı savaşta ve Suriye’ki iç savaşa olası bir çözümde en önemli müttefik ülke konumunda bulunuyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, bu nedenle NATO üyeliğinin demokrasiyi kabul etme anlamına geldiğine dikkati çekti. Eğer şimdi Erdoğan iktidarını pekiştirme sarhoşluğu içinde saldırgan bir tutumla ABD ile olan ilişkilerini riske atarsa, siyasi açıdan riayet edilmesi unsurlarla artık ilgilenmediğini göstermiş olur. Üstelik önümüzdeki ay Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile planlanan görüşme de Ankara’nın strateji değişikliğinin bir işareti olarak görülebilir.
Boğaziçi’nin sultanının siyasi yöntemlerle durdurulması pek mümkün değil. Erdoğan’ı sadece ekonomik bir kriz zor duruma sokabilir. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizmin çökmesi, Batılı firma ve yatırımcıların çekilmesiyle kriz başladı bile. AB ve ABD, şu sıralar sadece olayları izliyor. Erdoğan mutlak hâkimiyetini sağlamak için bütün bağları kopartırsa, Avrupa Türk halkı için üzülmekten başka bir şey yapamayacak.