Tanzanya
Tanzanya Afrika’nın en güvenli ülkelerinden biri. Nüfusun yarısı Müslüman, yarısı Hristiyan ama dinler arası çatışmaların olmadığı ender Afrika ülkelerinden. Eski İngiliz sömürgesi olmasından belki de her şey İngiliz usulü… Trafik soldan mesela.
Ekvatorun biraz altındaki ülke yıl boyunca 25-30 derecede seyreden bir hava sıcaklığına sahip. Hint Okyanusu'nun hemen yanında olması nem oranlarını sürekli yüksek tutsa da kış mevsimini sevmeyenler için ideal.
Swahili’nin resmi dil olduğu ülkede bir iki hafta geçirdikten sonra aslında dillerinde ne kadar çok Arapça ve Farsça kelime olduğunu fark ediyorsunuz. Bir Türk olarak bizim dilimizde de bu tür kelimeler olduğundan kendinizi Swahilice anlıyor sanmanız işten bile değil.
Herkes gülümsüyor
Fakirlik burada yeni bir anlam kazandı benim için. Fukaralığın ne olduğunu gördüm. Fukaralık fakirlikten başka… Ülkenin içerlerine gittikçe evlerde elektriğin olmadığını, elektriği bırakın, kapıların bile olmadığını görüyorsunuz.
Ama gelin görün herkesin elinde bir cep telefonu. Akıllı olmayanlardan da olsa yolda gördüğüm iki Tanzanyalı‘dan birinde bir cep telefonu var.
O nedenle olsa gerek en ücra yerlerde bile bir cep telefonu hattı satan kulübe görmek şaşırtmıyor insanı.
Rahat insanlar, sıcaktan olsa gerek, her şey yavaş. Benim gibi tezcanlıysanız yandınız. Dünyanın burasında 15 dakikada olacak bir iş orda iki saat sürebiliyor. Sinirleri alınmış herkesin, siz bu yavaşlıktan çıldırıp homurdansanız hatta saçınızı başınızı yolsanız bile herkes gülümsüyor.
Trafik istanbul’u aratmıyor
Trafik de her şey gibi yavaş. İstanbul cennet yanında. Dar esselaam’da bir yerden bir yere gitmek ölüm. Ama şehirlerarası yollar daha beter. Kentlerin dışında hız sınırı saatte 50 kilometre. Hemen hemen her 20-30 kilometrede bir ekip otosu evraklarınızı görmek için sizi kenara çekiyor.
Yollar otellerle dolu. Ama durun öyle bildiğiniz otellerden değil. Tek kişilik üstü kapalı, kapısı olan kulübeler bunlar. Konukevi deniyor bu odacıklara. Ve her “ konukevi”nin yanıbaşında bir bakkal. Eskiden çerçiler varmış Türkiye’de. At arabasında bakkallarda bulunan ürünleri satan hani. İşte bu Tanzanya bakkalları da öyle. At arabasında değiller kulübedeler sadece.
Ama yine de kilometrelerce yol giden çobanlara ve kamyon şoförlerine vaha gibi geliyorlar.
Un hayat kaynağı
Tanzanya’da ekmek yok. Ungari var. Pilav kıvamında pişirilen un. Nasıl yapıldığını sormayın, bir türlü öğrenemedim. Ama ungari olmadan yemek olmuyor. Hemen herkesin elle yemek yediği Tanzanya’da siz de öyle yapmaya başlıyorsunuz ve Hint Okyanusu'ndan çıkan ömrünüzde hiç görmediğiniz şekil ve büyüklükte balıklarla bu ungari pek bir güzel gidiyor.
Türklere ve Türkiye’ye bayılıyorlar
Neden bilmiyorum. Ama ilginç bir şekilde hemen herkes Türkiye’nin haritada yerini gösterebilir size. Gülen cemaatinin Dar esselaam’daki Feza okulları belki bir etkendir buna diye düşünebilirsiniz ama bunun ötesinde bir şey. Sanıyorum pek çok Tanzanyalı üniversite öğrencisinin bizim buralara okumaya gelmiş olmasındandır.
Tanzanya'da İzmir Eczanesi
Zanzibar bir ada ve Tanzanya’nın en meşhur yeri. Hint Okyanusu'ndaki bu ada özellikle dalış severler için cennet. Bembeyaz sahilleri kilometrelerce uzanıyor ve dünyanın dört bir yanından turistler 12 ay buraya akın ediyor.
Ama adaya iner inmez yakanıza bir “tur operatörü” yapışıyor. Resmi değiller tabii. Ama önce sizin nereye gittiğinizi sorup sonra “Ben de oraya gidiyorum yardım edeyim” diyen, kabul edecek olur ve onunla biraz yürürseniz de hizmeti karşılığı sizden 100 dolar isteyen adamlar bunlar.
Ben de ilk gittiğimde bir tur operatöründen nasıl kurtulurum diye çaresizce sağa sola bakarken gördüm orayı. İzmir Eczanesi yazıyordu kapısında.
Altın bulmuş gibi girdim dükkandan içeriye. Gözlerim bir beyaz arıyor ama yok. İngilizce “Türk var mı burada” diye sorunca telefona sarılıyor eczacı çırağı.
- Bir dakika bizim patron var.
Mutluyum. Beş dakika geçmeden kapıdan giriyor Nizar. 35 yaşlarında kapkara bir adam.
“Buyurun Türk sormuşsunuz“ diyor Türkçe.
Şaşkınlıktan derdimi anlatamıyorum ama o anlıyor. Yakama yapışan “tur operatörü”nden hemen kurtarıyor beni.
Gel abla bir kahve ısmarlayayım sana, diyor.
İki saat hikayesini dinliyorum. Ege Üniversitesi'nde eczacılık okumuş. Masterını da yapmış. Hatta bir de Türk kızına aşık olup evlenmiş. Adı Özlem. Sarışın, mavi gözlü güzel bir İzmir kızı. Bir de oğulları var, adı Emirate. Ne siyah, ne beyaz. Sütlükahve paşam! Bir de şirin ki sürekli ısırmak istiyorsunuz bu 4 yaşındaki oğlan çocuğunu…
Nizar’ın dükkan kalabalık bir sokakta. Herkes bir şeyler satmaya çalışıyor. “Burası ne Nizar” diyorum.
Yav bizim İkiçeşmelik işte abla, deyiveriyor.
İkiçeşmelik İzmir’in antikacılarının ve bit pazarının olduğu semttir, bilmeyenler için.
Nizar İzmirli olmuş belli…
Hakuna matata
Aslan Kral filmini seyrettiniz mi? O filmde yavru aslana babası böyle der üzüldüğü zaman: “Hakuna matata“, yani “Takma kafana.”
Tanzanya’da en çok duyacağınız laf bu. Sanırım bu biraz da hayatı kafalarına çok takmadıkları için. Zira onca yokluk, fakirlik kafaya takılarak yaşanmaz.
Tanzanya’da dönünce evinizdeki bütün eşyalar fazla geliyor size, dolaplarınızda yıllardır duran kıyafetleriniz utandırıyor sizi. Alışveriş merkezlerinde vitrinlere bakasınız gelmiyor artık. Onca yokluğa rağmen yaşanılan hayatları hatırlayıp kendi kendinize konuşuyorsunuz. Artık sizin için de her alamadığınız terfi, her edinemediğiniz mal, her ettiğiniz kavga, her öfke hakuna matata oluveriyor.