Gündem

Yılmaz Özdil'den "Ciğerimiz yandı" tepkisi: Başımıza her ne geliyorsa, bu yaklaşım yüzünden

"Lütfen Google'a girin, 'ciğerlerimiz yandı' diye arayın..."

22 Ağustos 2019 07:44

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Türkiye'deki orman yangınlarının ardından gazetelerin sıklıklı attığı "Ciğerimiz yandı" başlığına tepki gösterdi. Özdil, "Sayın gerizekalı basınımızın bıkıp usanmadığı başlıklardan birisidir bu, ciğerlerimiz yandı… Her orman yangınında fotokopi gibi aynı başlığı atarlar.
Lütfen Google'a girin, 'ciğerlerimiz yandı' diye arayın, bu başlıkla iki milyondan fazla haber olduğunu görürsünüz" ifadesini kullandı.

"17 yaşındaydım, 'ciğerlerimiz yandı' diye yazıyorlardı, emekli oldum, hâlâ 'ciğerlerimiz yandı' diye yazıyorlar" diyen Özdil'in "Ciğerlerimiz yandı!" başlığıyla yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:

Henüz 18 yaşındaydım.
Stajyer muhabir olarak işe başlamıştım.
Gündüz okul, gece çalışıyordum.
Saat 23 sularıydı, polis telsizinden cayır cayır anonslar geçmeye başladı, Nif Dağı'nda orman yangını çıkmıştı. Fırladık tabii…
Orman yangını denilen hadiseyi hayatımda ilk kez orada gördüm.
O güne kadar ben de sizler gibi sadece gazete sayfalarında veya televizyonda görmüştüm. Yakından hiç de öyle değildi…
İnanılmaz bir gürültü, derinden gelen bir uğultu vardı, sanki ağaçlar yanmıyor da, yanardağ patlıyor gibiydi, yer yarılıyormuş gibiydi, ağaçların arasından koştura koştura fil sürüsü çıkacakmış gibiydi.
Kor haline gelmiş kozalaklar, tetiğine basılmış mermi gibi, şarapnel gibi etrafa saçılıyordu, 20 metre uzağı, 30 metre uzağı tutuşturuyordu, ormanın öfkesi adeta makineli tüfekle ateş eder gibiydi.
Gündelik kıyafetleriyle, hiçbir koruma olmadan alevlerin üstüne atılan orman işçilerinin ne kadar cesur insanlar olduklarını, isimsiz kahramanlar olduklarını ilk o gece farketmiştim.
Havada geniz yakan, kesif bir is kokusu vardı, soluk almakta güçlük çektiğimi hatırlıyorum.
Güya uzakta durmaya çalışıyorduk ama, üstümüz başımız kül olmuştu, kül yağıyordu, öyle böyle değil, lapa lapa kül yağıyordu.
Hangi yönden estiği belli olmayan tuhaf bir rüzgar üfürüyordu, yüzümüzü tütsüler gibi yalıyordu.
Kaçamayan tavşanları, sincapları, kaçması mümkün olmayan kaplumbağaları, börtü böceği ilk o gece düşünmüştüm, o güne kadar hiç düşünmediğim için utanmıştım, zifiri dumana teslim olan minicik sığırcığın biblo misali cansız bedenini ilk o gece görmüştüm, kanatları bile kurtulmasına yetmemişti maalesef… Kavrulduğu için tekrar yeşermesi kimbilir kaç yıl sürecek olan kapkara toprağı ilk o gece avuçlamıştım.
Doğrusu, yangını söndürmeye gözyaşlarımız bile yeterdi ama, çaresizdik, çaresizce seyrettik, fotoğrafladık, yazdık, taşra baskısı bitmişti, şehir kalıplarına yetişmesi için yazıişlerine teslim ettik.

Şu başlığı attılar:
Ciğerlerimiz yandı!

Sayın gerizekalı basınımızın bıkıp usanmadığı başlıklardan birisidir bu, ciğerlerimiz yandı…
Her orman yangınında fotokopi gibi aynı başlığı atarlar.
Lütfen google'a girin, “ciğerlerimiz yandı” diye arayın, bu başlıkla iki milyondan fazla haber olduğunu görürsünüz.

17 yaşındaydım, “ciğerlerimiz yandı” diye yazıyorlardı, emekli oldum, hâlâ “ciğerlerimiz yandı” diye yazıyorlar.

Hissetmez.
Üzülmez.
Umursamaz.
Düşünmez.
Ama sanki taa ciğerinde hissetmiş gibi, öylesine yürekten kahrolmuş gibi rol yaparak, hep aynı başlığı atarlar, ciğerlerimiz yandı.

Zaten aslına bakarsanız, bu memlekette başımıza her ne geliyorsa, bu osuruktan yaklaşım yüzünden geliyor.