Medya

Yılmaz Özdil: Ankara'da Kürdistan konsolosluğu açılacak, ahalimiz hâlâ açıklamalara sevinip, alkışlıyor

"Adını bile ilk defa duyduğumuz yerlerden şehit üstüne şehit gelirken..."

27 Aralık 2016 14:01

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında Suriye'de düzenlenen El Bab operasyonunda şehit olan askerlerle ilgili olarak "Adını bile ilk defa duyduğumuz yerlerden şehit üstüne şehit gelirken, ocak ayı içinde Ankara'da Kürdistan konsolosluğu açılacağı resmen ilan edilirken. Sayın ahalimiz hâlâ, televizyon haberlerinde film gibi seyrediyor, sevinip alkışlıyor, 'Suriye'de istiklal savaşı veriyoruz, El Bab'a girdik, sırada Münbiç var, Rakka'ya gireceğiz' filan" görüşünü savundu.

Yılmaz Özdil'in "El Bab filan..." başlığıyla yayımlanan (27 Aralık 2016) yazısı şöyle:

Robert Booker Baer, kısaca Bob adıyla tanınıyordu, CIA'in Irak şefiydi. Irak'tan önce Fransa'da Hindistan'da Lübnan'da Sudan'da Fas'ta Tacikistan'da görev yapmıştı. Anadili seviyesinde Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, Rusça, Tacikçe konuşuyordu, anca Belucistan'da duyabileceğiniz Beluçça'yı bile biliyordu. 

*

Peşmergeleri örgütledi, 1995'te Saddam'ı devirmek için darbe organize etti. Beceremediler, çuvalladılar, fiyaskoyla sonuçlandı. E haliyle yanlarına kalmayacaktı, Saddam hepsini imha edecekti.

*

CIA apar topar tahliye operasyonu başlattı, maşa olarak kullandığı 10 bin civarında peşmergeyi kaçırdı. Aileleriyle birlikte Habur'dan Türkiye'ye soktular, Batman'dan nakliye uçaklarına bindirdiler, tee pasifik okyanusundaki Guam adasına götürdüler.

*

Peki niye tee oraya götürdüler? Çünkü, adeta Allah'ın unuttuğu yerdeki bu adada ABD'nin en önemli hava ve deniz üslerinden biri vardı. Bu seferki girişimlerinde başarısız olan peşmergeleri, bir dahaki sefere başarılı olmaları için eğiteceklerdi.

*

Bazılarını, Special Activities Division, Özel Operasyon Bölümü tarafından eğitip, adı üstünde, örtülü operasyonlarda kullanacaklardı. Bazılarını da, akademik konularda eğitip, merkez bankası, nüfus idaresi, tapu dairesi, vergi dairesi gibi, yakında kurulacak olan Kürdistan'ın bürokrat kadrosunu yetiştireceklerdi.

*

Küçük bi pürüz vardı… CIA'in peşmergeleri ABD Adana Konsolosluğu denetiminde sınırdan geçirilip Silopi'deki hac konaklama tesislerine yerleştirilmişti ama, pasaportları yoktu, kimlik bilgileri yoktu. Daha doğrusu, elbette vardı ama, Amerikalılar yok diyor, yok dedirtiyordu, maşalarının kimlik bilgilerini Türkiye'ye vermek istemiyorlardı.

*

Akıl öğrettiler… “Sizin pasaport kanununuzda bu tür durumlara uygun madde var, parmak izlerini alın, geçirin” dediler. Bizimkiler hık mık etti ama, elleri mecburdu, geçirmiyoruz birader diyecek halleri yoktu. Ankara'dan beş kişilik uzman ekip getirildi, peşmergelerin tek tek parmak izleri alındı, buyrun geçin denildi. Parmak izi bilgileri, MİT arşivine kaldırıldı.

*

(Parantez açalım… CIA peşmergelerinin Habur'dan Batman'a transferi sırasında ABD Ankara Büyükelçiliği'nde Batman doğumlu Kürt kökenli bir genç çalışıyordu. Elçilik tarafından Silopi'ye getirildi, Amerikalılarla peşmergeler arasında tercümanlık yaptı. Gel zaman git zaman, bu kabiliyetli gencimiz, Türkiye Cumhuriyeti'ne bakan oldu.)

*

(Aynı günlerde, ABD İstanbul Başkonsolosluğu'nda siyasi ataşe olarak çalışan Amerikalı'nın adı neydi biliyor musunuz? James B. Bond'tu! Şaka değil, gerçek… Hem adı, hem işlevi açısından James Bond'tu. Almanya'da yayınlanan Geheim‐Gizli dergisi, 1995'te Türkiye'de görev yapan CIA ajanlarının listesini yayınlamıştı, bu arkadaşın adı da o listedeydi. Parantezi kapatalım.)

*

Üç sene sonra… Guam'a götürülen peşmergeler artık iyice pişmiş, olgunlaşmış, “Guamerge” olmuşlardı. Gene Türkiye üzerinden, bazıları da Ürdün üzerinden, Kuzey Irak'a sokuldular.

*

Bu dönemde, Kuzey Irak'taki otorite boşluğundan en çok PKK faydalanmıştı, Kandil dağına iyiden iyiye yerleşmişti. Özellikle Guamergeler döndükten sonra, PKK'nın bölgeye geçişi hızlanmıştı. Peşmergeyle PKK'nın işbirliği ayyuka çıkmıştı.

*

Acaba… Guam'a götürülenler arasında PKK'lılar da var mıydı?

*

Bu sorunun cevabını bulmaya çalışan Türk istihbaratı, Barzani'ye haber saldı, PKK faaliyetleri hakkında konuşmak üzere, bölgedeki aşiret liderlerini toplantıya davet etti. Randevu ayarlandı. Kuzey Irak'ta, bizim kontrolümüzdeki bir adreste buluşuldu. Biraz sohbet edildi, bilahare mevzuya gelindi. Türk tarafı rahatsızlığını dile getirdi, aşiret liderleri sessizce dinledi. O sırada çay servisi yapılıyordu. Garsonlar tabii ki garson değildi. Çaylar içildi, çay bardakları garsonlar (!) tarafından toplandı, mutfağa götürüldü, o bardağı kim kullandıysa onun adıyla etiketlendi, kolilendi, Ankara'ya getirildi.

*

Üç sene önce Guam'a götürülenlerin parmak izleriyle eşleştirildi. Bingo… PKK'ya açık destek veren 17 aşiret lideri, Guamerge'ydi!

*

Yedi sene sonra, Syriana filmi vizyona girdi. Başrolünde George Clooney vardı. Senaryosu pek sürükleyiciydi, Amerikan petrol şirketleri, gizli servisler, suikastler, köktendinci örgütler ve Ortadoğu hükümetleri arasında dönen dolapları anlatıyordu. Suriye'yi andıran Syriana kelimesi, Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme projesinin, yani, Büyük Ortadoğu Projesi'nin kodadıydı.

*

(Hani şu asrın liderimizin “eşbaşkanıyım” dediği Büyük Ortadoğu Projesi var ya… İşte onun kodadıydı Syriana.)

*

Bu filmdeki rolüyle Oscar ödülü kazanan George Clooney, tecrübeli CIA ajanı Bob Barnes'ı canlandırıyordu. Bilmiyorum Bob Barnes adı size birini hatırlattı mı? Evet… Filmdeki hayali karakter Bob Barnes, aslında, kısaca Bob adıyla tanınan, Robert Booker Baer'di.

*

Çünkü… Syriana filminin senaryosu, bizzat Robert Booker Baer'in yazdığı “See No Evil” adlı kitabından uyarlanmıştı. Kitaptaki hadiseler, Robert Booker Baer'in hatıralarından oluşuyordu.

*

Büyük Ortadoğu Projesi'nin kodadı… Syriana'nın birebir ilham kaynağı, Guamergelerin mucidiydi!

*

Bu maharetli Bob'un, dünyada büyük ilgi uyandıran bir kitabı daha var, The Devil We Know… Suriye'deki içsavaşın başlamasından hemen önce, 2008'de yazmıştı. Ve bu kitabında, yeni Ortadoğu'yu inşa etmek için bir başka aksiyon filmini, Mad Max'i öneriyordu.

*

Kelimesine kelimesine şunu diyordu… “Yeni Ortadoğu'yu kurabilmenin tek yolu, Mad Max seçeneğiyle, bölgede geniş çaplı şii‐sünni savaşını tetiklemekten geçiyor. Niye biz Amerikalılar ölelim ki? Bırakalım, müslümanlar kendi aralarında birbirlerini öldürsünler!”

*

Muhtemelen gözlerinize inanamıyorsunuz ama, doğru okudunuz… Kürdistan'ın mimarı açık açık böyle yazmıştı, “niye biz Amerikalılar ölelim ki? Bırakalım, müslümanlar birbirlerini öldürsünler!”

*

Vaziyet bu kadar net ve açıkken… Suriye'den, adını bile ilk defa duyduğumuz yerlerden şehit üstüne şehit gelirken… Ocak ayı içinde Ankara'da Kürdistan konsolosluğu açılacağı resmen ilan edilirken… Sayın ahalimiz hâlâ, televizyon haberlerinde film gibi seyrediyor, sevinip alkışlıyor, “Suriye'de istiklal savaşı veriyoruz, El Bab'a girdik, sırada Münbiç var, Rakka'ya gireceğiz” filan…