T24 - Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Nobel Barış Ödülü alan Liberya'lı ekonomist ve ilk kadın Cumhurbaşkanı Ellen Jonhson-Sirleaf, Liberya'lı barış aktivisti Leymah Gbowee ve Yemen'li gazeteci Tevekkül Karman'ın, Türkiye'de yaşasaydı ne gibi sorunlarla mücadele edeceklerini yazdı.
İşte Yıldıray Oğur'un Taraf'ta "Nobel Tevekkül Ödülü" başlığıyla yayımlanan (9 Ekim 2011) yazısı şöyle:
Nobel Tevekkül Ödülü
Norveç Kraliyet Akademisi bu yıl Nobel Barış Ödülü’nü üç kadına verdi. Liberya’nın Harvardlı bir ekonomist olan ilk kadın Cumhurbaşkanı Ellen Johnson-Sirleaf, yine Liberya’da iç savaşa karşı seks grevi kampanyasıyla tanınan barış aktivisti Leymah Gbowee ve Yemen’de diktatör Salih’e karşı eylemlerde hep en önde yürüyen gazeteci Tevekkül Karman.
Yemen’deki “Zincirsiz Kadın Gazeteciler” adlı sivil toplum örgütünün başkanı, üç çocuk annesi, 32 yaşındaki gazeteci Tevekkül Karman, Yemen gibi ataerkillik bir toplumda diktatör Salih’i sallıyor.
Peki ya Nobel Barış Ödüllü insanlar listesine adını yazdırmış bu güçlü kadın Türkiye’de yaşasaydı;
Genel seçimlerde büyük partilerin hiçbiri onu milletvekilliğine aday göstermez, aday olup seçimleri kazansa bile Meclis genel kurul salonuna sokulmaz, içeri girse de muhtemelen yine birileri salon kapaklarına vurarak, “dışarı dışarı” diye bağırırdı.
Şayet bir ziyaret için Türkiye’ye gelse ve GATA’da yatmakta olan Libyalı, Somalili yaralıları ziyaret etmek istese içeri girmesine izin verilmezdi.
Yemen’de devrim olduğunda, yeni iktidar onu Ankara Büyükelçiliği’ne atasa, Ankara’daki askerî resepsiyonlara davet edilmezdi.
Hele başörtüsü yasağı kalktı haberlerine inanıp Türkiye’de bir üniversitede master yapmaya karar verirse başına gelmeyen kalmazdı:
ODTÜ’nün sadece dış kapısından içeri girebilir, Sosyoloji’de ya da Siyaset Bilimi’nde adı “Çokkültürlülük ve demokrasi” , “İnsan Hakları ve Barış” olan derslere girdiğinde ise o dersin hocaları tarafından ya dışarı çıkarılır ya da hakkında tutanak tutulurdu.
Ankara Üniversitesi’nin Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil Tarih Coğrafya fakültelerine adım bile atamaz, şayet Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi bölüm başkanıyla karşılaşırsa “Mikrop gibi ürüyorsunuz”gibi hakaretler de işitebilirdi.
Hadi diyelim okuldan mezun oldu.
Nobel Barış Ödüllü kadının karar verirken tarafsız davranamayacağı iddia edilerek hâkim, savcı ya da avukat olmasına izin verilmezdi.
Nobel Barış Ödüllü Karman’ın çocuklarına kötü rol model olacağı gerekçesiyle öğretmen olmasına da izin verilmeyecekti.
TRT’ye Nobel Barış Ödülleri konulu bir belgesel hazırlayıp ekrana çıkması, Kültür Bakanlığı’nda, Türkiye’nin tanıtımı dairesinde çalışması ise tasavvur dahi edilemezdi.
Gazeteci Karman olarak Yemen’i terk edip Türkiye’de gazetelerde çalışmak istese muhafazakâr birkaç gazete dışında iş bulamayacak, bu gazetelerde de ancak belli bir pozisyona kadar yükselebilecekti.
Elindeki Nobel Barış Ödülü, demokrasi, insan hakları, çokkültürlülük gibi konularda dünyanın her yerinden fon alan sivil toplum örgütlerinde profesyonel olarak çalışmak için başvurmaya cesaret etmesine bile yetmezdi.
En kötüsü de Yemen’de diktatör Salih’e karşı bile mücadele edecek bir yol bulabilmiş bu genç kadın, Türkiye’de karşılaşacağı tüm bu haksız muameleler karşısında nereye ve kime başvurabileceğini bile bilemeyecekti. Yasağa karşı sesini çıkardığında “Tamam çözeceğiz, sabret, daha zamanı gelmedi” diye geri püskürtülecek, sokağa çıktığında arkasında bir avuç insan bulacaktı.
Nobelli kadının hakları için liberaller, en fazla hizmet alan hizmet veren ayrımı kadar demokratlıklarını esnetebilecek, otobüslerde Kemalist amcalar ve teyzeler tarafından sözlü tacize uğrayacak, feministler diktatöre meydan okuyan bu Nobel Barış Ödüllü kadının aslında özgür olmadığını, erkek egemen ideolojinin baskısı altından kurtarılması gerektiğini iddia edecekti.
Bu kadar zorbalığa karşı kafası kızıp dağa çıksa orada da başörtüsünün yasak olduğu gerçeğiyle karışılacaktı.
Yani eğer Tevekkül Karman Türkiye’de yaşasaydı bir Nobel Barış Ödülü’nü daha almayı hak edecek kadar bir mücadele vermek zorunda kalacaktı.
Tıpkı yıllardır bu dertleri çeken Türkiye’deki diğer başörtülü kadınlar gibi. Sonuç hep eksik, sonuç hep bitmeyen bir ayrımcılık...
İyi ki Norveç Kraliyet Akademisi Türkiye’de değil. Yoksa hakkında laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak suçlamasıyla kapatma davası bile açılabilirdi.
Bu arada Türkiye’nin başörtülü kadınları bu yıl da Nobel Tevekkül Ödülü’nü aldı, duydunuz mu?