Gündem

Yıldıray Oğur: Huysuz Virjin’in hikâyesi, bu toplumdaki çeşitliliği, onu bir kalıba dökmenin imkânsızlığını çok iyi anlatıyor

"Sevseniz de sevmeseniz de elimizdeki toplum bu"

Seyfi Dursunoğlu

20 Temmuz 2020 09:34

Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Huysuz Virjin karakteriyle tanınan Seyfi Dursunoğlu'nun ardından kaleme aldığı yazıda, "Trabzonlu dindar bir aileden gelip, kendisine Ermeni bir kantocunun adını seçerek, kadın kılığında Ramazan eğlencelerinde sahneye çıkmış Huysuz Virjin’in hikâyesi, bu toplumdaki çeşitliliği, onu bir kalıba dökmenin imkânsızlığını çok iyi anlatıyor. Sevseniz de sevmeseniz de elimizdeki toplum bu." düşüncesini dile getirdi. 

Oğur, "Bu toplumu o çeşitliliği ve renkliliğiyle kabul etmek de taviz vermek, eziklik, hoşgörü ya da geniş gönüllülük değil, bir mecburiyet. Bunca tecrübeden sonra da bu basit gerçeği anlamak için ille de Netflix izlemeye gerek yok." değerlendirmesinde bulundu. 

Oğur, "Haremlik-selamlık içinde bulunmuş ara formüllerden biri olan zenne kültürünün tarihi ise Türkiye’deki ideolojilerin pek çoğundan daha eskiye dayanmakta. Yani bugün bizim kültürümüz, bizim medeniyetimiz, öz değerlerimiz denilip bağra basılan pek çok şeyden daha eski bir kültürden bahsediyoruz. Huysuz Virjin’e ekran yasağına mal olmuş, şarkılarda, fıkralarda, dilde müstehcenlik, müstehcen espriler de dejenere bir kültürün ürünleri, Batı’dan bize gelmiş yabancı değerler değiller. Karagöz-Hacıvat’ın büyükler için olan orijinal versiyonunda, orta oyununda, Karadeniz’in yüzlerce yıllık atma türkülerinde, İç Anadolu’nun bozlaklarındaki zaman zaman yüz kızartan, yere baktıran müstehcenliğin yanında Huysuz Virjin’in esprileri Prime Time aile yayını gibi kalabilir." ifadesini kullandı. 

Oğur, "Yani bizim kültürümüz, bizim medeniyetimiz derken kültürün sadece meşrebinize uyan kısımlarını alıp, ahlaki veya siyasi normlarınıza uymayan kısımlarını yabancı, bize ait olmayan ya da dejenere ilan edemezsiniz.Bunu yaparsanız yüzlerce yıllık atma türküleri, bozlakları, Karagöz-Hacıvat’ı, deyimleri, fıkraları, içinde şarap, rakı geçen şarkıları, türküleri kesip biçmeniz gerekir.İki yüzyıla yakındır Ramazan eğlencelerinde kadın kılığında kanto söyleyen erkekleri, Niko’yu, Zeki Müren’i, Bülent Ersoy’u, onlar kadar meşhur olmamış nice ismi arşivlerden, gazetelerden çıkarmalısınız." görüşünü savundu. 

Oğur, "Huysuz Virjin yerli ve milli değil miydi?" başlıklı yazısında şunları kaydetti: 

90’lar boyunca ve 2000’lerin ortalarına kadar neredeyse bütün özel televizyonlarda reyting rekorları kıran programlar yaptı.Ta ki 2007 yılında RTÜK başkanının gayri resmi uyarısıyla ekranlara sadece Seyfi Dursunoğlu olarak çıkmasına izin verilinceye kadar.

O günlerde bu karar duyulmuş ve büyük bir gürültü kopmuştu. Örneğin Sabah’ta Nazlı Ilıcak kararı şöyle eleştirmişti:

“Seyfi Dursunoğlu, 30-40 yıldır sanatını "zenne" rolü ile icra ediyor. RTÜK'e söz düşer mi? İyi reyting alıyor ama, Huysuz Virjin olsa belki de sıralamada birinci ya da ikinci gelecek. 28 Şubat sürecinde, demokrat sandığımız bazı kişiler, bugün, tereddütsüzce başkalarının hakkını ve hukukunu çiğneyebiliyor. Derin bir hayal kırıklığı yaşıyorum.”

Yine o günlerin medya ortamının çok sesliliğini gösteren bir örnek olarak kararı alan RTÜK Başkanı Zahit Akman ile Seyfi Dursunoğlu NTV’de Can Dündar’ın sunduğu Neden programında karşı karşı gelip ve bu gizli yasağı konuşmuşlardı.

Programda RTÜK Başkanı “Huysuz Virjin sevilen bir sanatçı, tiplemeyle bir derdimiz yok, önemli bir sanatı yaşatmaya çalışıyor, ancak gelişme çağındaki gençler ve çocuklar için zararlı espriler yaptığı için prime-time’da değil, saat 23:00’ten sonra yayınlanacak programlar yapabileceğini” söylemiş, bu diyalog sansürün yumuşayacağına yorulmuştu. Fakat, buna rağmen Seyfi Dursunoğlu bir daha ekranlara Huysuz Virjin olarak çıkamadı, zaten 70’li yaşlarındaydı, geri çekildi ve geçen hafta da 88 yaşında hayatını kaybetti. Verdiği son röportajlarda da bu küskünlüğünü anlattı.

Seyfi Dursunoğlu’nun vefatından sonra onun televizyonlarda reyting rekorları kırmış gösterileri yeniden hatırlandı, 15-20 yıl önce televizyonlarda bu esprilerin yapılabildiği Türkiye’den Netflix’e sansürün konuşulduğu Türkiye’ye nasıl geldiğimiz ibretlik bir durum olarak hatırlandı, geniş bir kitleyi üzdü, kızdırdı, tedirgin etti.

Hem iktidarın hem de Türkiye’deki dindar muhafazakar insanların da üzerinde düşünmesi gereken bir tedirginlik bu.

Türkiye hayat tarzı dayatmalarından, topluma kendi dar gömleğini giydirmeye çalışan iktidarlardan, toplum mühendisliği projelerinden çok çekti.

Bundan en çok çekenler de uzun yıllar tam da bu kavramlarla eleştirilerini dillendirmiş dindarlar oldu. Hali hazırdaki mevcut toplumu, hayalindeki modern topluma benzetmek isteyen cumhuriyet rejiminin toplum mühendisliği projeleri, bir gerilik sembolü olarak gördüğü başörtüsünün modern hayatta görünür olmasına karşı uzun yıllar süren yasaklar, kısıtlamalar, saldırgan dil, hala etkileri süren büyük insani trajedilere, siyasi gerilimlere neden oldu.

Hâlâ daha orta ve orta yaş üstü laikler için başörtüsü tam olarak aşılamamış psikolojik bir eşik. Ama bugün görülüyor ki bu sadece laiklerin bir önyargısından ibaret değilmiş. Toplum mühendisliği bir tür iktidar etme biçimi, bir muktedirlik gösterme yoluymuş. Gücü elinde bulunduran bir süre sonra o güçle toplumu, hayatı, kültürü biçimlendirmeye, başkalarının hayatını da tayin etmeye meylediyormuş.

Türkiye’deki dindarlar geçmişte bizzat acısını çektikleri bu yanlışı bugün tekrarlamaktalar. Özel olarak Türkiye’deki iktidar değil, dindarlar diyorum. Çünkü bu sadece bir iktidar pratiği değil, geniş dindar halk kitleleri de devletin sopasıyla kültürel hayatı, yaşam tarzlarını bir şekle sokmasına destek veriyor.

RTÜK’ü siyasi ve ahlaki zabıta gibi kullanmak, alkollü içeceklere yüksek vergiler koymak, içeriğini beğenmedikleri için Netflix’i yasaklatmaya çalışmak, eşcinselliğin görünürlüğüne savaş açmak böyle toplum mühendisliği projeleri.

Yüzlerce yıldır farklı hayat tarzlarının iç içe olmasa da yan yana yaşandığı ve şehirleşmenin artmasıyla herkesin daha iç içe geçtiği, daha melez kimliklerin ortaya çıktığı bir topluma yine dar gelecek bir gömlek bu. Bu toplum mühendisliği projesi de masa başında kalmaya mahkum.

İktidarın sopasıyla bunu yapmaya çalışmak, yasakları dayatmak ise nasıl bugün eski toplum mühendisliği projelerinin yükü hala CHP’nin üzerindeyse, uzun yıllar dindarların ve dindar siyasetçilerin sırtına bugünlerin yükünü yükleyecek, güvensizlikler kalıcı olacak.

Ayrıca bu yasakçılık, şehirleşme ve artan üniversitelileşme oranıyla kendi cemaatlerinden çıkmamış daha önceki nesillerinkinden daha fazla farklı hayat tarzlarıyla birlikte yaşama tecrübesi edinmiş yeni nesiller için ise daha da anlaşılmaz bulunacak.

Youtube, Netflix gibi alanlara müdahale ise, kültürel hayat ve medyada yaşanan taşralaşmadan ve kalitesizleşmeden kaçmaya çalışanların son sığınaklarına da girilmesi anlamına gelecek, çoğunluğu genç ya da eğitimli insanların ülkeye karşı aidiyet hislerini zayıflatacak."