22 Şubat 2014 11:20
Şarkıcı Yeşim Salkım, yaşamındaki yeni yol haritasını “Değerlerim değişti. Anladım ki nerede olduğumuz değil, kimle olduğumuz önemliymiş. Yanlış sularda yüzmüşüm. Dengim, eşim Hakan’mış” dedi.
43 yaşındaki ünlü şarkıcı Yeşim Salkım, Sabah gazetesinden Sonat Bahar’a konuştu.
Sonat Bahar’ın Yeşim Salkım ile yaptığı söyleşi şöyle:
- Uzun zamandır yoktunuz müzik piyasasında. Neden uzaklaştınız?
- Bizim gibi şarkı söyleyen insanlar zaman zaman piyasaya küsüyor. İstediğiniz gibi müzik yapamadığınızı fark edip arayış içine giriyorsunuz, bir şeyleri deniyorsunuz ve istediğiniz yere gelmediğini görüyorsunuz. Türkiye'nin müzik anlayışı değişmeye başladı, Amerikan toplumuna benzemeye başladık. Çabuk tüketiyoruz. Ben de bir dönem, 'Bu şarkıları okumak istemiyorum,' noktasına geldim.
- Ve dayanamayıp geri döndünüz...
- Evet. Hüsnü Şenlendirici ile Müslüm Gürses albümüne bir şarkı okuduk. Şu sıralar, Zeki Müren şarkılarından oluşan bir albüm hazırlıyorum. Bu ay şarkı söylemeye başlamamın 25. yılını kutluyorum. Tüm bu yıllar, sahne, müzikaller, tiyatro, sinema doluydu. 25. yıl anısına, kendimi anlatabilmek için Şarkıcı ismini verdiğim, müzikli bir gösteri hazırladım. Sloganı; Bir kadın ve bir hayat... İlk konser Garaj İstanbul'da gerçekleşti. Bu konserle Türkiye'yi gezeceğim.
- 25 yıl önceye dönersek? Küçük yaşta neden sahneye çıktınız?
- Ekmek parası (gülüyor). Konservatuara 16 yaşımda girdim, aynı dönem çalışmaya başladım çünkü annem ve babam ayrılmışlardı. Bu ayrılık kararıyla benim hayatımda da değişiklikler yaşandı. Bu ayrılık döneminde, annemin ailesi Ankara'da olduğu için İstanbul'dan Ankara'ya taşındık. Orada şarkı söylemeye başladım.
- İlk çıktığınız yer neresiydi Ankara'da?
- Merit Altınel Otel'in roof'unda caz söylemeye başladım. Üstüme bir kıyafet almıştım, ilk sahneye çıkacağım gece. Ama o kadar heyecanlıydım ki, kıyafetimi takside unuttum. Sahneye bir kot ve bir tişörtle çıktım. Ve üç yıl boyunca sahneye bir kot ve bir tişörtle çıktım. O benim tarzım oldu.
- İstanbul'a ne zaman geldiniz?
- Bir yıl sonra, Körfez Savaşı'nın çıktığı gün. Benim de savaşım başladı İstanbul'da. Çok meşakkatli iki yıl geçirdim. Savaşın getirdiği etkiler, işsizlik nedeniyle çok zorlandım. Gizem dünyaya gelmişti ama babasıyla ayrıydık...
- Bir yandan da sizin getireceğiniz paraya ihtiyacı olan bir aileniz vardı...
- 16 yaşımdan beri çalışıyordum, 20 yaşındayken, küçük bir bebek, bir anne ve bir erkek kardeşin sorumluluğu üzerimdeydi. Biz yapayalnız kaldık, hayata böyle başladım.
- O dönemleri bir müzisyen olarak nasıl hatırlıyorsunuz?
- Çok güzeldi. O dönem sahneye çıkıp duygularını ifade edenler de, onları dinlemeye gelenler de çok özeldi, bambaşkaydı. Ben 70'leri ve 90'ları çok severim. En güzel dönemler onlardı.
- İstanbul'da nasıl zorluklar yaşadınız?
- Paramı alamadığım günler oldu. Zorla şarkı söyletmek isteyen ya da elinde silahıyla en ön masaya oturup, adımı çiçeklerle yazdırmaya çalışanlar oldu... Zaman zaman epey zor saatler geçirdiğim süreçler yaşadım. Gençken insan çok cesur oluyor ve o cesaretle çok şey başarabiliyor. Benim bir amacım vardı. Ondan hiç şaşmadan yürümem gerekiyordu. O yüzden karşımdakini engel olarak görmedim. Haftada altı gece sahneye çıkardım, saat sabah 04.30 gibi sahne biterdi. Hiç para almadan, evime gelirdim, banyomu yapar, kızımın yanına yatardım. Ertesi gün paramı almaya giderdim. Uzun süre böyle yaşadım ben.
- Kızınız çok zorluk yaşadı mı?
- Yaşamıştır. Anneanneyle büyüdü ve annem ona şahane baktı. Zaten annem, erkek kardeşim ve kızım hep beraber oturuyorduk. Annem hepimize iyi baktı. Benim bir gün dahi gözüm arkada kalmadı. Amacım belliydi, ailenin erkeği pozisyonundaydım ve aileye bakmam gerekiyordu. Annem kızıma ve erkek kardeşime bakıyordu.
- Şaziye'de sizi dinlemeye gelen kitle üst segmentti... Nasıl sağladınız bunu?
- O dönem gezen insanlar öyleydi. Şimdi o insanlar gezmiyor. Daha çok aileleriyle, kendi gruplarıyla, evlerinin içinde ya da kendi organize ettikleri partilerde eğlenmeyi tercih ediyorlar. O kitle eğlenmeyi bilen, sahnedeki insana saygı duyan, para harcarken neden harcadığını biliyordu. 90'lardaki gençliğin dinlediklerine bakın, şimdikilere bakın... Onlar artık dışarıya çıkmıyor.
- Siz nasıl bir kadınsınız?
- Hayatı kolaylaştıran bir kadınım. Birlikte çalıştığım insana da, hayatımdaki erkeğe de kapris yapmam. Şımarık, çok fazla istekleri, talepleri olan bir kadın değilim. Hayatın ortak paylaşımında üzerine düşen görevi yeterince yerine getiren bir kadınım. Herkese de bunu tavsiye ediyorum. Kadınlar, eşlerine de, patronlarına da, dostlarına da böyle davransın. Hemen beklentiyle yaklaşmasınlar, 'Ne zaman?' baskısı yapmasınlar. Evlilik günümüzde moda gibi görülüyor, 'Aman evlenelim de, sonrası mühim değil' noktasındalar. Flörtöz bir kadın olmadım ben, bana sorsanız 'Flörtleriniz var mı?' diye, sayamam...
- Evet siz direkt evleniyorsunuz...
- Ben evleniyorum. Böyle bir durumum var. Ciddi bir kadınım. Birbirimizle tahammül edebileceğimiz noktada yürüyebiliyorsak yürüyelim. Çok fazla taviz vermem. Çok değerli bir kaledir eviniz. Doğru yaptığım bir şeyler var ki, insanlar benimle aynı yolda yürümek istiyorlar.
- Hayatınıza giren insanlar güçlü-paralı-nüfuslu... Eşiniz bu anlamda en sade olan kişi. Tercihleriniz mi değişti?
- Dengimi buldum. Dengim Hakan'mış da, yanlış sularda yüzüyormuşum.
- Bir röportajınızda 'Sakin ve mutlu bir yuva hayaliyle Hakan Uzan'la evlendim' demişsiniz... Sizi sahne hayatı bu kadar zorluyor muydu?
- Bir kadın çok genç yaşta hayata başladığında, tüm sorumlulukları üzerine aldığında, kadınlığını unutmaya başlar. Sadece gider çalışır, para kazanır evine getirir. Tıpkı erkeğe yüklenen sorumluluklar gibi. Benim için bu durum tabii ki zordu. Sabah 06.00'lara kadar şarkı söylüyordum, eve geliyordum, sabaha karşı uyuyup, akşam uyanıyordum. Metabolizmam bile değişmişti. Güneşi göremiyordum. Benim için tabii ki zordu, babasız bir çocuk büyütmeye çalışıyordum, bir de erkek kardeşimin babası olmuştum. 20 yaşımdayken, 14 yaşındaki erkek kardeşime hem annelik, hem babalık yapıyordum. Annem de hastaydı. O yüzden benim için zor bir dönemdi. Bir yuva kurup, şartlar bu kadar ağır olmadan hayatımı sürdürmek istemiştim.
- Hayatınızın hangi dönemi size neyi öğretti?
- Her dönem bir şey öğrendim. 20 yaşımdaki düşüncelerimle, 43 yaşımdakiler çok farklı. 35'imde bambaşkaydım. Hayatın plan ve programla yürümediğini, kaderin bize ne getireceğini bilmediğimizi öğrendim. Hayatta kazık yiyip, çok acı da çekebileceğimi, dostum dediğim insanların hatta hayatımı paylaştığım insanların bile sırtımdan vurabileceğini öğrendim. Düşmanlarımın ne kadar yakında olduğunu öğrendim. Şu dönemde ya da şu evliliğimde şunu yaşadım diyemiyorum, her birinde bir şey öğrendim. Hayat bana çok şey öğretti.
- Epey iniş çıkışlı bir hayatınız var...
- Evet, biraz ilginç bir yolum var. Kader... Bir tercih yaparken, mutlaka bir diğerinden vazgeçerek yapmışımdır. Hayatım içinde yeteneklerime ihanet ettiğim dönemler oldu. Ve hayat en çok bu anlamda beni üzdü. Şarkı söyleyebilen, oyunculuk yapabilen bir kadınım ve bunları yapmam lazım. Fakat dönem dönem bu vazgeçmelerim, küsmelerim yaptığım hatadır.
- Birine sığınma ihtiyacı mı yaşadınız hep. Bu yüzden bu kadar çok evlilik yapmış olabilir misiniz?
- Aslında burada bir cehalet var. Hayatta sizi sizden daha iyi koruyup, kollayabilecek kimse yoktur. Buna anne-baba-eş dahil. Benim orada bir cahilliğim olmuş. Anne ve babamın evliliğinin 26 sene sonra bitmesi bende, 'Onlar başaramadı, ben başarırım' hissi yarattı. Galiba ben biraz bu çabayı gösterdim ve inatla bu işin üzerine gittim. Çok gerekli miymiş? Değilmiş!
- Geçmişinize dair konuşmak sizi ya da eşinizi rahatsız ediyor mu?
- Mesleğimde beni destekleyen, yan yana durduğum bir arkadaşım var yanımda. O insanın kırılmasını üzülmesini hiç istemiyorum. İnsanlar geçmişe dönerek 100 metre engelli koşamaz. Biz uzun bir maratondayız eşimle beraber. Eğer arkamıza dönüp bakarak, koşmaya çalışırsak düşeriz. O yüzden biz hiç arkamıza bakmamaya çalışıyoruz. Sadece ileriye bakıyoruz, çocuğumuzu yetiştirmeye odaklandık.
- Ada ve Gizem desem...
- Ada'ya her şeyi yapıyorum. Gizem'in çocukluğuyla ilgili bir şey hatırlamaya çalışıyorum, bulamıyorum. Bu o kadar acı bir şey ki, Gizem'i yıkadığım dönemi hatırlayamıyorum. Bu çok ağır bir şey benim için. Ama şimdi Ada'nın her saniyesini hatırlıyorum. O zaman da yapabilirmişim ama çok gençtim. Gençken sorumluluğu daha çabuk atabiliyorsunuz üzerinizden...
- Gizem nasıl bir kız?
- Şahane bir kız. İlk göz ağrım, en iyi dostum. Benim evladım ya! Gizem yurtdışında felsefe, psikoloji ve tiyatro eğitim aldı. Bu sene üniversite sınavlarına giriyor, İngiliz dili ve edebiyatı okuyor. Sözlendi. Aslında hayata ne kadar erken başlanırsa, o kadar iyi. 30 yaşından sonra, armudun sapı, üzümün çöpü derken yalnız kalıyor insan. Damat adayımız çok tatlı, Suudi Arabistan'da pilot. İyi bir aile. Dünürüm eski Türkiye güzeli Merih Ermakastar, çok güzel bir kadın.
- Bu yaşta kayınvalide olmak ağırınıza gitmiyor mu?
- Yok... O kadar hoşuma gidiyor ki. Erkek çocuğum olmadığı için özlem gideriyorum. Ailemizde erkek evlat var. Bana 'Yeşim anne' diyor. Beni annesi gibi görmesini çok isterim.
- İki kız çocuğunuz var. Biri beş, diğeri 23 yaşında... Denge nasıl sağlanıyor?
- Hayatımın en zor beş senesini geçirdim. 'Allah'ım ben ne yapacağım?' diye hüngür hüngür ağladığım zamanlar oldu. Sabah erkenden sete gideceğim diye, gece kabak dolması yaptığımı bilirim. Bu derece zor bir süreçten geçtim. Ada'nın doktorundan koşa koşa çekime gittim, o hasta olduğunda üç saat ayakta kaldığım zamanlar oldu. İlk altı ay Ada'ya kendim baktım, bakıcı tutmadım. İki saat boyunca, Hakan'ın yanımda uyuduğunu görmek korkunç bir şeydi. Tekmeyle onu yataktan atmak istedim. Büyük kızım ergenliği yeni bitirmişti. Çaresizlik içinde psikiyatra gidip 'Bana yardım edin' dedim. Bu beş sene beni çok büyüttü. Artık benim için önemli olan, sadece iyi şarkı söyleyebilmek, alkış sesini duyabilmek. Ne bindiğim araba, ne giydiğim kıyafet, ne de hangi konumda olduğumun hiçbir önemi yok.
- Değerleriniz de değişti yani...
- Bundan 10 sene önce, 'Niye ben kendime jeep almıyorum?' dediğim günler olmuştur. Şu an da taksiye binmeyi tercih ederim çünkü bu arabaların vergilerini ödemek anlamsız geliyor. Öyle küçük şeyleri hesaplamaya başladım ki... Bunun para kazanmakla ilgisi yok, bir şey alırken, 'Ne gerek var?' diyebiliyorum. Nerede olduğunuz değil, kiminle olduğunuz önemliymiş. Geceleri yastığa başıma koyduğumda, sabah kimsenin kötü haberini almamayım diye uyuyorum. Galiba tekamül etme dönemimdeyim, bundan da çok mutluyum. 10 sene önce hangi otelde kaldığım, nerelere seyahat ettiğim, ne giydiğim, hangi arabaya bindiğim çok önemliydi. Artık değil! Küçük şeyler mutlu ediyor beni.
- Stratejileri olan biri misiniz?
- Hayatım boyunca stratejiyle yaşamadım, plan program yapmadım. Geceden sabaha kadar ne olacağını bilemezsiniz. Kadere inanırım... Dışarıdan daha planlı bir kadın gibi dururum ama değilim. Kul kurar, kader güler. Evrenin size bir planı vardır, mutlaka o önünüze gelir. Hayatımda hiçbir şeyi planlamadım, hayat bana getirdi. Ben de kabul ettim.
- Aksine tam bir plan program insanı imajı çiziyorsunuz...
- Küçük yaşta sorumluluk almış bir kadın olduğum için her zaman duvarlarım oldu. Çünkü korkularım da bir o kadar büyüktü. Kendimi çok açtığımda aldığım zararların ne kadar büyük olabildiğini gördüm, o yüzden dışarıdan bakıldığında insanlara uzak, snop görünen bir kadınım. Ama beni iyi tanıyanlar öyle olmadığımı bilir. Yaptığımız meslek biraz daha uzak durmayı gerektiriyor. Nereden ne kadar büyük zararlar görebileceğinizi bilmiyorsunuz. Duygularıyla yaşamayan biri olsanız önemsemezsiniz ama ben öyle değilim. Üzüldüğümü de belli edemiyorum, üç ay duvarlara bakıp ağladığımı bilirim.
- Neden?
- Çok şey için. Yanlış anlaşılmayı hiç sevmiyorum ama koyduğum duvarlar insanların beni yanlış tanımasına neden oluyor.
- Sizi en iyi kim tanır?
- Annem, eşim... Kızım Gizem büyüdükçe beni çok iyi tanıdı. Hatta geçenlerde 'Anne sen o kadar güçlü duruyorsun ki, ben senin gibi olamam' dedi. Bunu söylemesi beni çok etkiledi. Çocuklarımın yemeğini, onların ve eşimin alışverişini ben yaparım. Çocuğumu ben yıkarım. Gizemle uyurum, saçını okşarım. Ama bunlar bana ait özel şeyler.
© Tüm hakları saklıdır.