Özel Dosya

'Yerli-yabancılar' olarak gayrimüslimlerin vatandaşlık halleri

Lozan ile getirilen eşit vatandaşlık ilkesinin, uzun zaman siyasiler, bürokratlar ve daha üzücü olan yanı, hukukçular ve yargıçlarca benimsenemediği görülmektedir

14 Ağustos 2013 10:54

Av. Nazım Tural 

[email protected]

 

Giriş             

‘Cumhuriyetin gizli soy kodu’ başlığıyla gazete manşetlerinde yer alan haberde; nüfus kayıtlarında Rumların 1, Ermenilerin 2, Yahudilerin 3, Süryanilerin 4, diğerlerinin 5 olarak  kodlandığı bildirildi. Kamuoyunda geniş ilgi gören haber ‘’gayrimüslimlerin vatandaşlığı’’ konusunda halen sürmekte olan yaygın algı ve hak ihlallerinin hatırlanmasında yarar olduğunu ortaya koymakta.

Gayrımüslimlerin eşit vatandaş olarak kabullenilmemesinden kaynaklanan çok farklı sorunlar bulunmakla birlikte,  bu yazıda, gayrimüslimlerin ülkemizde yerli-yabancı sayılmalarının ardındaki düşünsel yapıya kısaca değinilerek, idare ve hukuk alanındaki yansımaları özetle anlatılmaktadır.

Osmanlıda uygulanan din temelli millet sisteme göre; gayrimüslim vatandaşlar, islam devleti sınırları içinde ‘’zımmi’’ olarak kabul edilmekte; mal ve can güvenliği korunmakta, devlet kademelerinde görev alabilmekteydiler. Ancak, gayrimüslimlerin Müslümanlara göre daha sınırlı haklar ve yükümlülükler altında yaşadıkları da not edilmelidir.

Cumhuriyet’in kuruluş döneminde yeni ulus devletin kuruluşu, ulusal bütünlük ve ulusal kimliğinin oluşturulması sürecinde gayrimüslimler idealize edilen ‘Türklük üzerine kurulacak ulusal bütünlük’’ için tehlike oluşturan unsurlar, ötekiler, güvenilmez gruplar olarak görüldüler. Çoğu zaman da yabancı olarak anıldılar veya tanımlandılar.

Cumhuriyet döneminde benimsenen, ülke içinde var olan tüm unsurları Türklük, Türk kimliği ve Türk vatandaşlığı altında birleştirme stratejisi içine gayrimüslimlerin dahil edilmelerinin Lozan’a rağmen kolay olmadığı gözlenmektedir. Lozan’ın gayrımüslim azınlıklara eşit vatandaşlık statüsü getirmesine, bunun temel yasa olarak kabul edilmesine, aykırı hiçbir yasal düzenleme yapılmayacağının kabul ve taahhüt edilmesine karşın Cumhuriyet’in gayrimüslim vatandaşlarına açık biçimde ayrımcılık yaptığı, ayrımcılığın bazı mevzuat ve yargı kararlarına yansıdığı görülmektedir.

 

1924 Anayasası vatandaşlık tanımı

 

1924 Anayasası’nın vatandaşlık tanımını düzenleyen maddesine ilişkin tartışmalar Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında gayrimüslimlere yönelik yerleşik anlayışı ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır. Ergun Özbudun’ un 1924 Anayasası kitabında bu konudaki tartışmalar özetle aktarılmaktadır:

Encümen önerisinin ilk fıkrasında ‘’Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın (Türk) ıtlak olunur (denilir)’’ denmekteydi.  Madde gerekçesi de şöyle açıklanmaktaydı:

‘’Devletimiz bir devlet-i milliyedir. Milletlerarası veyahut milletler üstü bir devlet değildir. Devlet, Türkten başka bir millet tanımaz. Memleket dahilinde eşit haklara sahip başka ırktan gelme kimseler bulunduğundan bunların ırki farklılıklarını milliyete engel tanımak caiz olamaz. Aynı şekilde hürriyeti vicdan tasdik tasdik edilmiş olduğundan, din farklılığı da milliyete engel addedilmemiştir...’’

Maddeninin görüşülmesi sırasında, Istanbul milletvekili Hamdullah Suphi Bey’in gayrimüslimlerin Türk dili ve kültürünü benimsememiş olmaları nedeniyle Türk sayılamıyacaklarını ileri sürmesi dikkat çekicidir: ‘’...fakat bir hakikat vardır. Onlar Türk olamazlar. Hatta Meclis’de firari rum ve ermenileri Türk yapamaz. Onlar da olmaz, imkanı yoktur... Buraya Türktür diye bir madde-i kanuniye geçiriniz, acaba aradaki farkı kaldırmış olurmusunuz ve hangimizi temin edebilir ki, bunlar Türk olmuşlardır ?... Başka memleketlerde, başka azınlıkların yaptığını kabul ediniz. Fransa’da yaşayan musevi nasıl Fransız gibi başka mektepten vaz geçmişse, nasıl başka lisan konuşmuyorsa, nasıl Fransa’yı benimsemiş ise, mekteplerinizi kapatınız, ermeniliği terkediniz. Türk kültürünü kabul ediniz. Ondan sonra size Türk deriz.’’

Bu görüşlere karşılık Encümen sözcüsü Celal Nuri Bey, uluslararası hukuktan kaynaklanan birtakım yükümlülükler olduğunu, gayrimüslim azınlıklara Türklük sıfatı verilmediği takdirde, ne deneceğinin belirlenmesi gereğine işaret ederek, ‘’Türkiyeli’’ deyiminin hiçbir yararlı anlam taşımadığını ifade etmiş, ardından bu Türk ve Müslüman olmayan unsurların ‘şükürler olsun ki’ azınlık olduklarını eklemiştir.

Yapılan tartışmalar sonucu, Hamdullan Suphi Bey’in değişiklik önergesi kabul edilmiş, maddeye ‘’ vatandaşlık itibariyle’’ ibaresi eklenerek, madde şu şekli almıştır : ‘’Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur (denilir).’’

Lozan’ın hemen ardından yapılan bu tartışmalarda; gayrımüslimler için kabul edilmiş olan eşit vatandaşlık ilkesi karşısında, Türklük ve Türk kültürü kavramlarının öne çıkması, yeni dönemde azınlıklar konusunda izlenecek politikanın da ipuclarını vermektedir.

 

 

İdari işlemlerde yabancılığın tescili

 

Lozan ile getirilen eşit vatandaşlık ilkesinin, uzun zaman siyasiler, bürokratlar ve daha üzücü olan yanı, hukukçular ve yargıçlarca benimsenemediği görülmektedir. Bu konuda öncelikle dikkat çeken husus, Cumhuriyet döneminde 1940’lara kadar gayrimüslim vatandaşların, nüfus idarelerinde "Ecanip Defterleri'ne, yani ‘’yabancılar defteri’’ine kaydedilmesidir.

Diğer yandan, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarına verilen çok sayfalı defter biçimindeki nüfus hüviyet cüzdanlarında, gayrimüslimlere ait olanların bazılarında, nüfus memurunun nüfus kütüğüne kayıtlı olduğu yer bölümüne el yazısı ile "yabancı" sözcüğünü eklemesi yerleşik zihniyetin, nufüs hüviyet belgesindeki hukusal garabetin farkında olmadığını göstermektedir.

Gayrimüslimleri resmi kayıtlarda yabancı sayma tutumunun yalnızca nufüs idaresi ile sınırlı olmadığı, Milli Eğitim sisteminde de gayrimüslimlerin okullarının ‘yabancı okul’ olarak kabul edildiği, duyulan güvensizlik nedeniyle Türk müdür yardımcısı uygulması dikkat çekicidir.

625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun 24. maddesi uyarınca, Türkçeden başka dilde öğretim yapan ve yabancılar tarafından açılmış bulunan özel okullarda, yasadaki terimle  "Türk müdür başyardımcısı” görevlendirilmesi öngörülmekteydi. Türkiye’de yabancılar tarafından açılmış okullar için getirilimiş bu hüküm, Türk vatandaşı olan gayrimülimlerin kurduğü azınlık okullarına da uygulanmıştır. Madde, başyardımcının niteliğini; ‘’Türk asıllı ve Türkiye Cumhuriyeti uyruklu’’ olarak ifade etmektedir.

Türk vatandaşı gayrimüslimler tarafından kurulan, Türk vatandaşı öğretmenlerin görev yaptığı okullara bu maddenin uygulanması gayrimüslim vatandaşları "yabancı" olarak tanımlamanın önemli bir örneği olmaktadır. Bu madde, 14.02.2007’de Resmi Gazetede yayımlanan yeni yasa ile değiştirilmiş; ancak, ‘’okulların özellik göstermesi gereken hususları yönetmelikle tespit edilir. Bu yönetmelikte, ilgili ülkelerin bu konulardaki mütekabil mevzuat ve uygulamaları dikkate alınmak suretiyle hazırlanır’’denerek, gayrimüslim vatandaşların dolaylı bir ifade ile yabancı sayılmaya devam ettiği görülmektedir.

Mütekabiliyet esası veya karşılıklılık ilkesi olarak bilinen ilke; yabancılar hukukuna ilşkin olup,  yabancılara ilişkin konuları düzenlemekte, devletler arasında karşılıklı benzer kurallar uygulamayı öngörmektedir. Bu nedenle, bazı siyasi nedenler ileri sürülerek, vatandaşlara uygulanması, ağır hukuk ihlali oluşturmaktadır.

Diğer bir örnek, azınlıkları “ülke güvenliği açısından’’ tehlikeli gören resmi görüşü yansıtmaktadır. Hazine tarafından Şubat 2003’te Üsküdardaki bir azınlık lisesinin (Surp Haç Ermeni Lisesi Vakfı)  tapusunun iptali için açılan dava dilekçesinde ‘’Ülke güvenliği açısından azınlık faaliyetlerinin kontolü ile görevli İçişleri Bakanlığı Azınlık Tali Komisyonu’nca alınan kararda; Surp Haç Ermeni Lisesi Vakfı adı altında bir vakfın hukuken mümkün  olmadığı, ....bu nedenle vakıf olarak adına tescil ettirdiği taşınmazların tapularının iptali ile Hazine adına sağlanması istenmektedir.’’

Burada,  yaklaşık on yıl öncesi bir tarihte gayri müslimlerin  ‘’ülke güvenliği açısından’’ tehlikeli görüldüğü, izlenmeleri için İçişleri Bakanlığı bünyesinde ‘’Azınlık Tali Komisyonu’’ adı altında kurulmuş olan bir Komisyon’un gayrimüslimlere ilişkin konularda idari tasarruflarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu Komisyon’un 1962’de gizli olarak kurulduğu, 2004’te kaldırıldığı bildirilmektedir.

28.12.1988’de Bakanlar Kurulu’nca çıkarılan ve 1991’e kadar yürürlükte kalan ‘’Sabotajlara Karşı Koruma Yönetmeliği, ise; 5/j Maddesinde kimlerin sabaotaj yapabileceğini sayarken ‘’Memleket içindeki yerli yabancılar (Türk tebaalı) ve yabancı ırktan olanlar" diyerek gayrimüslim Türk vatandaşlarını ‘’yerli - yabancı’’olarak tanımlamaktadır. Türk vatandaşı gayrimüslimlerin ‘’sabotaj yapabilecek kimseler arasında sayılması ve yabancı olarak tanımlanması’’ yerleşik zihniyeti göstermesi bakımından önemli bir diğer örnek olmaktadır.

 

Yargı kararlarında yabancılık tescili

 

"1936 Beyannamesi" olarak bilinen ve gayrimüslim vakıflarının 1936 yılından sonra, vasiyet, bağış, satınalma gibi çeşitli yollarla edindikleri gayrımenkullere el konulması ve eski sahiplerine iade edilmesi gibi mülkiyet hakkının ağır ihlalini oluşturan idari işlemlere ilişkin yargı kararlarında gayrimüslimlerin ‘’yabancı’’ kabul edilmeleri, Lozan Antlaşması yanında, mülkiyeti hakkını temel haklar arasında sayan hukuk devleti ilkelerinin de ihlali olmaktadır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 06.07.1971 tarihli ve 4449 E, 4399 K sayılı ilamının gerekçesinde aynen şu cümlelere yer verilmekte: "...görülüyor ki, Türk olmayanların meydana getirdikleri Tüzel kişiliklerin gayrimenkul iktisapları men edilmiştir: Zira, hükmî şahısların fertlere nazaran daha güçlü olmaları itibariyle, bunların iktisaplarının tahdit edilmemesi halinde Devlet'in çeşitli tehlikelere maruz kalacağı ve türlü mahsurlar doğabileceği muhakkaktır. Nitekim bu noktaî nazardan hareket edilerek 2644 sayılı tapu kanununun 35. Maddesi ile (kanunî hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olmak şartıyle yabancı hakiki şahısların Türkiye'de gayrımenkul mallara temellük ve tevasürü) mümkün kılınmış olduğu halde, tüzel kişiler bu imkandan mahrum kılınmışlardır.’’

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin oybirliğiyle aldığı bu bozma kararında Türk vatandaşlarının oluşturduğu vakıflar "Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişilikler" olarak tanımlanmaktadır. 

Konunun geldiği Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda, kararın benzer sözcüklerle tekrar edilerek hukuksuzluğun onaylandığı görülmektedir: ‘’Görülüyor ki Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır. Çünkü; tüzel kişiler gerçek kişilere oranla daha güçlü oldukları için bunların taşınmaz mal edinmelerinin kısıtlanmamış olması halinde devletin çeşitli tehlikelerle karşılaşacağı ve türlü sakıncalar doğabileceği açıktır... (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 08.05.1974 tarih ve 2/820-505 sayılı )

Yine Yargıtay 1. HD. 24/6/1975 tarih, 3648-6594 tarihli kararında, gayrımüslimleri yabancı olarak kabul etmekte "yabancıların Türkiye'de mal edinmeleri yasaklanmış olup bu hükümler kamu düzeni ile ilgili olduğu için davalı kurumun bu konudaki yasa dışı işlemine davacı idarenin karşı çıkmasında …kanuna aykırı bir yön yoktur" denmiştir. Bu karar da oybirliği ile alınmıştır. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay, 1975 yılında verdiği kararında, gayrımüslimleri yabancı sayan ifadenin ‘’ yabancıların Türkiye'de taşınmaz mal edinmelerini yasaklayan yasalardan söz edilmesinin bir yanılgı sonucu olduğunu’’ belirtmiş, onama ilamından çıkarılmasına karar vermiştir. Ancak, kararın dayanağı olan unsur değiştiği, gayrımülimlerin yabancı olmadığı kabul edildiği halde, bu hususa hiç değininmeden düzeltme isteğini reddetmiştir. (Aktarılan karar özetleri, B.Oran’ın kitabı ve F. Çetin’in tebliğinde yer almaktadır.)

Sonuç

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında benimsenen azınlıkları ‘’ulusal bütünlük’’ kavramı içinde, tehlikeli unsurlar olarak gören ‘’güvenlikçi’’ yaklaşımın halen varlığını duyurması, Lozan’da tanınan hakların ihlallerinin sürmesi, özellikle idarenin ve yargının gayrımüslimleri ‘eşit vatandaş’ olarak kabullenememesi sadece ağır hak ihlalleri olarak değerlendirilemeyecek boyutlarda olup, Cumhuriyet’in Hukuk Devletini gerçekleştirme sürecindeki önemli sorun alanı  olarak varlığını sürmektedir. Diğer bir anlatımla, gayrımüslimlerin haklarının ihlali ile geçen yıllar, Cumhuriyet’in hukuk devletini kurmada geç kalmasının başka bir görünümü olmaktadır.      

İdari makamların ve Yargıtay'ın çeşitli dairelerinin yıllarca gayrımüslim vatandaşları  "yabancı" oalarak saymaları ve mülkiyet haklarının ihlallerini yabancılara uygulanan düzenlemelerle gerekçelendirmeleri, insan hakları standartları ve yargıya yansımasını ortaya koyması nedeni ile düşündürücüdür.

Geçmişten gelen, güven duyulmayan, öteki ve yabancı algısının, Lozan’ın üzerinden 90 yıl geçmesine, Avrupa ile entegrasyon çabalarının elli yılı aşmış olmasına karşın halen varlığını sürdürmesi, ülkemizde kapsamlı bir demokratikleşme, insan hakları reformlarının gereğini ayrıca gerekli kılmaktadır.

Azınlık haklarının tartışılabildiği günümüzde, hazırlıkları süren demokratikleşme paketi özel bir önem taşımaktaır. Bugüne kadar süren hak ihlallerini sona erdirecek düzenlemelerle, gayrımüslimleri eşit vatandaşlar olarak içine alan bir hukuk devletini gerçekleştirmenin önünü açmak için fırsat oluşturmaktadır.


Faydalanılan Kaynaklar

Ergun Özbudun, 1924 Anayasası, 1.Baskı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012.

Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar, 6. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları 2010.

Fethiye Çetin, “Yerli Yabancılar”, Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, 2002.