Milliyet yazarı Ali Eyüboğlu, geçtiğimiz pazar günü Yenikapı'da düzenlenen 'Demokrasi ve Şehitler Mitingi'yle ilgili olarak "Toplumun her kesimi gibi ünlüler de bu dayanışmanın bir parçasıydı. Ancak orada da şöyle bir cepheleşme, “sen - ben kavgası” söz konusu. Bir tarafta Poll Production’un sahibi Polat Yağcı, bir tarafta ise DMC Genel Müdürü Samsun Demir ile Avrupa Müzik’in ortakları Cengiz ve Deniz Erdem. Günlerdir iki grup arasında, 'Mitinge en çok ünlüyü biz getirdik' kavgası var" dedi.
Ali Eyüboğlu'nun "Mitinge en çok ünlüyü hangi yapımcı getirdi" başlığıyla yayımlanan (12 Ağustos 2016) yazısı şöyle:
Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri, toplumdaki kutuplaşmaydı.
15 Temmuz gecesi demokrasiye yapılan saldırı karşısında dünya görüşleri arasında dünyalar kadar fark olan milyonlar kendilerini sokağa atıp, kenetlendi ve “Darbeye dur” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çarşamba akşamı yaptığı konuşmayla ara verilen “Demokrasi nöbetleri”nde de tablo aynıydı.
Toplumun her kesiminden insan ülkesi, bayrağı, demokrasisi için el eleydi.
5 milyon insanın katıldığı “Demokrasi ve Şehitler Mitingi”yle bu birliktelik tavan yaptı.
Toplumun her kesimi gibi ünlüler de bu dayanışmanın bir parçasıydı.
Ancak orada da şöyle bir cepheleşme, “sen - ben kavgası” söz konusu.
Bir tarafta Poll Production’un sahibi Polat Yağcı, bir tarafta ise DMC Genel Müdürü Samsun Demir ile Avrupa Müzik’in ortakları Cengiz ve Deniz Erdem.
Günlerdir iki grup arasında, “Mitinge en çok ünlüyü biz getirdik” kavgası var…
Dün gazetelerde DMC ve Avrupa Müzik’in mitinge getirdikleri 69 ünlüye tam sayfa teşekkür ilanları vardı.
Bir tam sayfa ilan da Polat Yağcı’dan bekliyorum. Öyle ya, görelim bakalım o kaç ünlüyü getirmiş?
İşin ironisi bir yana, Atatürk’ün şu meşhur sözünü hatırlatmak gerekiyor taraflara:
“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.”
Hiç değilse böyle bir dönemde bırakın şu “sen - ben” kavgasını...
Ülke için, bayrak için, demokrasi için kavga değil, el ele verip, birlik olma zamanı...
"Asılsız 'İhbarcı'ların yarattığı mağdurlar"
Hürriyet’ten Toygun Atilla’nın haberine göre, özel bir hava yolu şirketinde pilotluk yapan Sefa Doğan ile İstanbul İtfaiyesi’nden Fatih Emin Kar, yeni aldıkları motosikletleriyle Ankara’ya gitmek için Adana’dan yola çıkmış. Nevşehir’de bir şirketin güvenlik görevlisine adres sormak için durmuşlar. O sırada işyerine gelen şirketin sahibi Halil Uluer, “Bunlar kaçak darbeci olabilir” gerekçesiyle silahını çekip, ikisini de rehin almış, ardından da Jandarma İl Alay Komutanı Albay Metin Alkaya’yı aramış.
Uluer, rehin aldığı kişilere, “Darbeciyseniz, hesabını verirsiniz. Değilseniz, sizi ağırlar, yemek ısmarlarım” demiş.
Jandarmanın gelip, gözaltına aldığı Doğan ve Kar’ın “Darbeci” olmadıkları anlaşılınca serbest bırakılmış.
Demokratik hukuk devletinde böyle bir şey olabilir mi?
Hakkında “Hürriyeti tehdit ve silah zoruyla adam alıkoymak”tan işlem yapılması gereken biri, “kahraman” gibi lanse edilir mi?
Adres soranlardan
“Kaçak darbeci” diye şüphelenen bir vatandaşın yapması gereken belli:
Arayacak güvenlik güçlerini, bildirecek plakaları...
Sonrası güvenlik güçlerinin işi...
Kendini “kolluk kuvveti” yerine koymak, ne demek?
Her yurttaş, şüphelendiğini silah zoruyla rehin alıp, güvenlik güçlerine teslim ederse, nereye varır bunun sonu?
Evet, Türkiye’de OHAL var; tamam ama demokrasi ve hukuk da rafa kaldırılmadı...
Birkaç gün önce İstanbul’dan Eskişehir Sivrihisar’a gidip, sonra Kartepe’ye döndüm. 750 kilometre boyunca hiçbir yerde aramaya rastlamadım.
Binlerce “darbeci” ve kaçak FETÖ’cünün arandığı bir ülkede polis, jandarma hiç değilse il sınırlarında kontrol noktası oluşturmazsa, olacağı bu...
“Asılsız ihbar”la “suçsuz insanlar”ı mağdur edenler ceza almadığı sürece, ne tam demokrasiden ne de işleyen bir hukuktan bahsetmek mümkündür.