Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un "Bizim bu bağımsızlık meselesini ciddiye almamız lazım. Bizim için bağımsızlık gavura 'gavur' diyerek karşısına dikilebilmektir" açıklamasını eleştirdi. Atay, "Diyemeyeceğiniz tek şey, bunun 'intikamcı' bir anlayışa dayandığıdır. Sizin 'Yeni Türkiye'niz ise intikamcı bir tarih inşası yolunda sade Cumhuriyet’i değil, Osmanlı’yı bile parça pinçik edecek, öyle görünüyor" dedi.
Tayfun Atay'ın "Kurtulmuş nasıl ‘Kurtulmuş’ oldu?" başlığıyla yayımlanan (5 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Bizim için bağımsızlık, gâvuragâvur diyerek karşısına dikilebilmektir” dedi. Kastamonu’da partisinin yerel yönetimler istişare ve değerlendirme toplantısında yaptığı konuşmanın bu kilit cümlesi, bir başka AKP’linin (Tülay Babuşçu) Cumhuriyet’i kastederek serdettiği (90 yıllık) “reklam-arası” mecazının daha da uzun bir zaman dilimine göndermeyle işlerlikte olduğuna delil sayılabilir.
Kurtulmuş, ağzından “güm” diye çıkan sözün ağırlığını fark etmişçesine müteakiben sarf ettiği sözlerle onu “tartmaya” çalışmış sanki; “Gâvur, gayrimüslime verilen isim değildir, bizim lügatimizde gâvur, despota, zalime, insanlara karşı zulüm edene, emperyaliste verilen isimdir” diyerek…
Bu “tevil”, nafiledir. Söylenen söylenmiş, anlaşılacak anlaşılmıştır.
***
Hemen herkesçe bilindiği üzere “Bundan sonra gâvura gâvur denmeyecek”sözü, 1839 Tanzimat Fermanı’nı tanımlama yolunda popülerleşmiş bir ifadedir. İmparatorluğun gayrimüslim tebaasına yasalar önünde eşitlik getiren fermanın neyin nesi olduğuna cevap kısa ve özlüce böyle verilmiştir.
Tanzimat, bir yandan Osmanlı’nın yeni bir toplum olmaya, tarımcı bir imparatorluk devletinden modern-endüstriyel bir “ulus-devlet”e doğru siyaseten yol alış arzusunda ilk adım olarak değerlendirilebilir. O yüzden tebaayı “vatandaş” kılma yolunda bir çaba olarak da değerlendirilebilir gayrimüslimlere eşitlik ilkesi…
Ama Tanzimat, diğer yandan ve daha gerçekçi bir yaklaşımla Osmanlı’nın Batı kapitalizmine bağımlı şekilde dâhil olmasını kurumsallaştırma yolunda atılmış bir adımdır. Bu bakımdan 1838’de İngiltere ile gerçekleştirilen ticaret antlaşmasının devamı niteliğindedir ve fermanın ilanında Avrupa devletlerinin ağırlığı hissedilir.
Elbette bunlar boşlukta olmamıştır. İmparatorluğun içerisine düştüğü ekonomik çıkmaz ve askeri çaresizlik, daha somut olarak Mısır Valisi Mehmet AliPaşa’nın İstanbul’un kapısına kadar dayanmış olması ve bu badirenin İngiltere sayesinde atlatılması, Tanzimat’ın altyapısında yer alan etmenlerdir.
***
Numan Kurtulmuş, aslında AKP’nin “Yeni Türkiye”sinin tarih inşasında sadece Cumhuriyet’i paranteze alıp “Fetret” saymakla yetinmeyerek o parantezi Osmanlı’nın “en uzun yüzyılı”na da genişleteceğini, işte Tanzimat’la özdeş bir ifadenin “değillenmiş” formunu ağzından bakla gibi çıkararak deklare ediyor. Aynı konuşmasındaki şu sözler, bu iddiamızı desteklemekte:
“Tek parti zamanı, ondan sonraki siyasi dönemin önemli kısımlarında devleti temsil eden bir elit zihniyet, milletin tarzından, düşüncesinden farklı hareket ediyor ve 300 yıllık modernleşmemizin en önemli sorunu olarak devlet adına milleti şekillendirmeye çalışıyor. Bu sadece Cumhuriyet tarihimizde değil, Osmanlı’nın son dönemindeki yönetici elitlerin en büyük hastalığıdır.”
Durum net: AKP’nin “postseküler yeni-Osmanlıcı” tarih inşası, Cumhuriyet’in yanı sıra iki Meşrutiyet ve bir Tanzimat’ı (ve hiç kuşkusuz 18’inci yüzyılın Lale Devri’ni de) içine alan koca bir parantezle şekillenecek. Sorun şu ki bu parantezi, (şimdi dizisini yaparken fellik fellik oynayacak adam aradıkları) Sultan II. Abdülhamid döneminde açmak, sonra İttihat ve Terakki’nin seğirttiği dönemde tekrar kapamak durumundalar. Sultan Vahdettin için tekrar bir kısa açma, sonra tekrar kapama!..
Bu şekilde öyle görünüyor ki bir “Aç-kapa”, “Kapa-aç” komutuyla yürütülüp oyuncak edilecek bir tarih kurgusu ile karşı karşıya olacağız.
***
Türkiye’de muhafazakâr tarihçilik ve siyaset erbabı, Kemalist Cumhuriyet rejimini tarihimizi bir “kopuş” temelinde inşa etmekle; yani Selçuklu-Osmanlı İslâm mirasını göz ardı edip, “Malazgirt”e arkasını dönüp yüzünü “Ergenekon”a çevirmekle eleştirmiş, yermiş, suçlamıştır.
Bu eleştiri geçerli olsa bile 1930’ların sonundan başlayarak “muhafazakâr-modernist” kalem erbabının çabalarıyla ve bu çabaların sağ-siyaset bünyesinde dikkate alınmasıyla “kopuş” aşılmış, “Ergenekon”dan “Malazgirt”e, oradan Cumhuriyet’e uzanan iyikötü bir “sentezci” anlayış statükoya hâkim olmuştur. Aksi takdirde ne Necmettin Erbakan’ın, ne Turgut Özal’ın, ne Tayyip Erdoğan’ın, ne de Numan Kurtulmuş’un nasıl var oldukları açıklanabilirdir!..
Eğer Numan Kurtulmuş’un mevzubahis konuşmasındaki gibi, “milletin tarihinden, köklerinden kopartılması, Türkiye’nin kökleriyle, değerleriyle, medeniyetiyle uzaklaştırılması, arasının koparılması” projesi uygulanmış olsaydı…
Bırakın gâvura gâvur dememeyi, acaba Kurtulmuş’a “Kurtulmuş” dememiz bugün ne kadar mümkündü, onu sormak lâzım!..
***
Cumhuriyet’i kuranların tarih inşasını yanlış bulabilirsiniz. Bu, “yeni bir hayat” arayışı içinde “gelenekten kopuş” seçeneğinden istim alan radikal-modernist ve jakoben bir tarih inşasıdır da diyebilirsiniz.
Diyemeyeceğiniz tek şey, bunun “intikamcı” bir anlayışa dayandığıdır.
Sizin “Yeni Türkiye”niz ise intikamcı bir tarih inşası yolunda sade Cumhuriyet’i değil, Osmanlı’yı bile parça pinçik edecek, öyle görünüyor!..