18 Temmuz 2018 03:00
Batuhan Avakado
24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri muhtelif tartışmalarla birlikte geride kaldı. Seçimin kendisi, seçim sonrası ortaya çıkan parlamento-hükümet bilançosu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan sonra nasıl bir politik tarz izleyeceği tartışıladursun; Türkiye’nin siyasi kurumları ve bürokrasisi, Tanzimat’tan bu yana görülmemiş ölçekte köklü bir değişim geçirdi.
Peki 24 Haziran ya da 16 Nisan referandumu; bolca tekrarlanan, klişe bir 'hayâti seçim' olmanın ötesinde Türkiye’nin geleceği için ne anlama geliyor? Referandumla kabul edilen ve geçen hafta itibariyle uygulamaya geçirilen başkanlık sistemi kurumsal anlamda neye tekabül ediyor? İlga edilen kurumlar tarihsel bağlamda hangi boşlukları dolduruyordu?
Yeni sistemle Bolşevik Devrimi'nin Rusya'da yaptığına benzer bir 'üstyapı' değişikliği gerçekleştirildiği değerlendirmesinde bulunan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü kurucularından Prof. Dr. Faruk Birtek, Osmanlı’dan, Fatih Sultan Mehmet’ten başlayan, Cumhuriyet’e kadar devam eden ve sonrasında da sürdürülen kurumsallaşmanın yok edildiğini söyledi.
"Abdülhamit bile bürokrasiye ihtiyaç duymuş, bazen başbakan bulmak için çırpınmıştır fakat onun yetkilerini üstüne almaya cesaret edememiştir" diyen Birtek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün bile 'kabinenin benimsemediği uygulamalarda ısrarcı olamadığını' ifade etti.
Son dönemlerindeki zayıflığına rağmen Osmanlı'yı ayakta tutan en önemli ayaklardan birinin 'kurumsallaşma' olduğunu belirten ve 'hariciye-dışişleri' örneğini veren siyaset sosyolojisi uzmanı, "Bu kurumlar, Osmanlı ve Cumhuriyet’in omurgasını teşkil ediyordu. Bugün bu kurumların hepsi kalkmış durumda. Hiçbir kurum yok, bürokrasi yok. Üstelik bunlar Amerika’dan bir transplantasyon yapıyorlar. Amerika’nın en büyük problemi devlet geleneğini geliştirmemiş olmasıdır; onu yaşatan, ekonomisinin gücüdür. Fakat biz şimdi kalkmışız, Amerika gibi siyasi olarak iptidai bir ülkeden buraya bir transplantasyon yapmışız" diye konuştu.
"Türkiye’nin yok olmakta olduğunu düşünmekteyim. Anayasa diye getirilen evrak, bir anayasa niteliği taşımayıp, sadece bir emirler komutalar zincirini tarif etmektedir. İçinde birçok muğlaklık vardır. Fakat hepsi külliye dedikleri bir saraya bağlanmıştır. Politikalar buradan tevarüs etmektedir. Başkanın o günkü sağlık durumu ne ise, ona göre politikalar üretilir. Çünkü omurgası kalmamıştır" diyen Birtek, ana muhalefet partisine de devletin yapısında yaşanan değişiklikleri 'yeteri kadar' anlatamadığı eleştirisinde bulundu:
"Hep Erdoğan’ın kişiliği konuşuldu. Yapısal değişim anlatılmadı. CHP de bunun belki pek farkında değil; Osmanlı karşıtlığı CHP’ye hep boyunduruk olmuştur. Eminim bu hususlar anlatılmış olsa idi, bir kısım AKP seçmeni de daha dikkatli oy kullanırdı."
Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Osmanlı’nın omurgasını teşkil etmiş kurumlarının geçirmekte olduğu değişimi ve Tanzimat’tan günümüze ülkeyi ayakta tutan kurumların yok oluşunu Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü kurucularından; siyaset sosyolojisi, tarihsel sosyoloji ve siyasal teori mütehassısı Prof. Dr. Faruk Birtek anlattı. İşte Birtek'in T24’le paylaştığı görüşler:
"Beş sene evvel endişeliyim demiştim;
şimdi bütün endişelerim korkuya döndü"
Seçimlerden sonra bir sürü tartışma oldu ama ağaçlardan ormanı kimse görmedi. Bu yeni seçimle Türkiye coğrafyası, -artık Türkiye demeye bile tereddüt ediyorum bir bütün olarak, bu yüzden de 'Türkiye coğrafyası' diyeceğim; çünkü geriye bir Türkiye kalmıyor kanaatindeyim- radikal bir değişim geçirmekte. Bundan beş sene evvel endişeliyim demiştim. Şimdi bütün endişelerim korkuya döndü.
Anayasanın esas görevi vatandaşla devlet ilişkisini tanzim etmek ve bilhassa, vatandaşın haklarını devlete karşı korumaktır. Bugün olan, belirsizliklerle dolu bir yönetim planıdır. Belirsizlikler, yönetenin kişisel kaprislerine payanda teşkil eder.
Ne oluyor? Bugün bu yeni yasa denen çakma yasayla, çakma anayasayla, Bolşevik Devrimi’nin Rusya’da yaptığı bir değişiklik kadar Türkiye’de üst yapı değişikliği yapılmakta. Bu yönetim planını yazanlar ne Osmanlı’yı, ne dünyayı ne de taklit edilmek istenen Amerika’yı bilmektedirler; ya cahildirler ya da tam suiniyet sahibi.
Bu öyle bir üst yapı değişikliğidir ki, Osmanlı’dan, Fatih Sultan Mehmet’ten başlayan, Cumhuriyet’e kadar devam eden, Cumhuriyet’te sürdürülen kurumsallaşmayı yok etmekte. Tanzimat; Fatih’ten gelen devlet geleneğini modernleştirmiş, dünyevi hale getirmiş, yenilemiş, vatandaşlık haklarını kısmen de olsa emniyete almış ve çok başarılı bir yapı yaratmıştı. Bu öyle bir devletti ki, bunca ekonomik alt yapı zayıflıklarına rağmen bu kadar başarılı oldu. Osmanlı’nın Balkanlardaki uzun tarihi yine bu kurumların mevcudiyetinde mevcut. Osmanlı’nın çıkardığı kanunnameler, kurumsallaşmanın fevkalade önemli örnekleridir. Osmanlı’yı yaşatan buydu. Cumhuriyet, tanzimattan gelen Osmanlı kurumlarının hepsini devam ettirdi.
Kısaca bakıldığında nelerin yok edildiğini anlayalım. Evvela altı yüz senelik başat kurum olan, sureli devletin temel direği olan sadrazamlık-başbakanlık müessesesi kaldırılmıştır. Aynen bugün ABD’de olduğu gibi. Klasik Osmanlı omurgasını bugünün diline bir çevirelim. Osmanlı’da yürütme Sadrazamın başında bulunduğu, onun tarafindan padişah onayı ile oluşturulmuş, vezaret heyetindedir. Bu heyetin çalışma usulu meşverettir, yani tartışma. Bu heyet haftada dört gün, aralıksız, aynı saatte sabah toplanır ve devlet meselelerini tartışıp karar verir. Heyette vezirler arasında iş bölümü, ihtisaslaşma vardır. Vezirler dört beş saatlik toplantıdan sonra konaklarına gider, halkın dilek ve ihtiyaçlarını dinlerler. Toplantı gün ve saatleri belli, iş bölümü belli bir organ; sosyolojik anlamda kurumsallaşmanın en uç örneğidir.
Avrupa’da ise kabine sisteminin gelişmesi ancak üç asır sonra olmuştur. O devirde devlet kararları kral ve yandaşlarının eğlence toplantılarında alınırdı. Osmanlı’nın bu devirde Avrupa’ya nazaran çok daha etkin olmasındaki esas unsur bu fevkalade gelişmiş devlet kurumlarındandır. İkinci fevkalade gelişmiş ve Avrupa’dan Osmanlı’yı ayrıştıran Osmanlı’daki gerek merkezde gerek taşra teşkilatında oluşturulmuş olan bürokrasidir. Avrupa’da bürokrasinin bir asilzadeler yönetiminden liyakat modeline geçisi çok sonradır.
Padişah bugünkü anlamda milleti şahsen temsil eder ve yasamaya tekabül eder. Padişah yürütmeyi denetler ve üst düzey kararları onaylar; padişahın mührü sadrazamdadır; padişahın tek başına karar aldığı pek görülmez, devlet uygulaması sadrazamın elindedir ve bundandır ki sadrazamlık çok güçlü ve çok riskli bir mevkidir. Sadrazam, padişah tarafından her an azledilebilir hatta idam edilebilir; bu son husus sadrazamın çok güçlü ve tam mesul bir konumda olmasındandır.
Osmanlı’nın beş yüz sene payidar kalması, ordusunun en zayıf zamanında süregelmesindeki esas, bu siyasi omurgadadır. Tanzimat yeni kurumları ile bu omurganın bürokratik ayağını güçlendirmiş ve padişahın yetkilerini daha da daraltmıştır; padişah bir valiyi bile azledememektedir, öyle ki Danıştay (Şura-yı devlet) kararı olmadıkça, Tanzimat’ı kısmî de olsa geri çevirmeye çalışan Abdülhamit bile Bab-i Ali’ye yani bürokrasiye ihtiyaç görmüş, bazen başbakan bulmak için çırpınmıştır fakat onun yetkilerini üstüne almaya cesaret edememiştir. Halifelik ise bir üstyapı kurumu değil bir altyapı kurumudur; Cumhuriyetin halifeliği lağvetmesi üstyapıda hiçbir değişikliği gerektirmemiştir.
Cumhuriyet bu devlet omurgasını tamamen devralmış; Atatürk bile kabinenin benimsemediği uygulamalarda ısrarcı olamamıştır. Bunlara en iyi örnek, Atatürk’ün güneydoğu için tasarladıklarını kabinenin kabul etmemesi ve Atatürk’ü görüşlerinden vazgeçirmesidir. Cumhuriyet’in gücü bu devlet omurgasının devamındadır. İttihat Terakki’nin büyük hatası kabineyi devre dışı bırakarak bir partizan müsellesle, Enver, Cemal ve Talat, devleti idareye çalışmasıdır.
Bu ileri derecede kurumsallaşmanın en önemli kurumunu son iki yüzyılda Hariciye Vekaleti teşkil eder. Askeri olarak yeni dünyaya göre çok zayıflamış Osmanlı; Hariciyesinin dünya bilgisi, becerisi ve liyakati sayesinde bekâsını sürdürmüştür.
Osmanlı Hariciyesi dünyayı çok iyi takip eden, kimlerin ne yaptığını çok iyi bilen ve Osmanlı devletini payidar kılan kurumdu. En zor zamanında bile, en güç şartlarda bile, en mağlup olduğumuz muharebelerden sonra, yine Osmanlı Hariciyesidir ki, Osmanlı’yı yaşatmıştır. Bugün bu kurum ortadan kaldırılmakta. Bu çok vahim bir şey. Cumhuriyet döneminde keza dışişleri genel sekreteri fevkalade önemli adamdı.
Cumhuriyetin en önemli kurumlarından biri de yine dışişleridir. Hariciye Vekaleti, sonra Dışişleri Bakanlığı; Cumhuriyet’in en önemli kurumudur. Cumhuriyet’in ortasındadır. Osmanlı’nın göbeğindedir. Burada, bildiğiniz gibi, dışişlerindeki müsteşara eskiden katib-i umumi denirdi. Sonra, genel sekreter dendi. Bu adam çok önemli bir bürokrattı. Ne yazık ki, bunun ismini de müsteşara çevirdiler. Fakat gücü yine de diğer müsteşarlardan çok farklıdır.
İkinci Dünya Harbi’nde bizi büyük bir başarı ile harbin dışında tutan, kırk milyon insanın telef olduğu, ülkelerin açlıktan yamyamlığa bile tevessül ettiği bir badireden ve muhtemelen Almanlardan korumak için veya Almanlardan kurtarmak için -Doğu Avrupa’da olduğu gibi- işgal edecek olan ve iki yüzyıldır tasarladığı gibi İstanbul’u ikinci başkent yapacak Kızıl Ordu’dan koruyan, İnönü'nün zekasının en önemli ortağı dışişleri müsteşarı Numan Menemencioğlu olmuştur.
Böyle kurumlar vardı. Bu kurumlar, Osmanlı ve Cumhuriyet’in omurgasını teşkil ediyordu. Bugün bu kurumların hepsi kalkmış durumda. Bugün hiçbir kurum yok. Bürokrasi yok. Bahsettiğim kurumların atama şekilleri tamamıyla değiştirildi ve Başkanlığa bağlanan biat kurumları haline geldi. Osmanlı’nın medreseleri bile bağımsız kurumlardı. Ta Fatih döneminde Fatih Medresesi padişahtan bağımsız çalışırdı. Bu kurumlar, Sayıştay, Danıştay vs. bağımsız kurumlardı. Bürokrasiyi bürokrasi yapan onun bağımsızlığıdır. Bu omurgayla Osmanlı; zayıf padişah, kuvvetli padişah, şu bu geldiği vakit hala devam etmiştir. Kurum, bu anlama gelir. Kişilerden bağımsız, bir devleti yaşatanlar bu kurumlardır. Türkiyeyi de tarihinde Türkiye yapan budur. Bu kurumlar bazen çöktüğü vakit zaten Osmanlı’nın başına da felaketler gelmiştir. Bugün bütün bunlar lağvedilmektedir. Nereye gideceği belli olmayan bir yapı ortaya çıkmıştır. Buna devlet demek bile güçtür.
Üstelik bunlar Amerika’dan bir transplantasyon yapıyorlar. Yargı ve yasamadan çıkarılmış bir başkanlık sistemini getiriyorlar. Amerika’da bir üçlünün içinde birbirini denetleyen, dengeleyen kurumlardan birini alıyorlar, ötekilerini almıyorlar. Onun için transplantasyon diyorum. Amerikan başkanlık sistemi bu üçgenin içinde olmadığı sürece son derece fevkalade zayıf bir kurumdur. Amerika’nın en büyük problemi devlet geleneğini geliştirmemiş olmasıdır. Amerika’nın büyük zâfiyeti Hariciye bürokrasisi gibi bir bürokrasinin eksikliğidir. Zaten bu beceriksizliklerin neticesinde, Amerika’nın başı beladan çıkmamıştır. Amerika’nın dış politikasının bugün batmasındaki sebep, kurumsallaşmanın olmamasıdır. Onun için Amerika, her başkan geldikçe tamamıyla birbirine zıt politika uygulamaktadır. Trump Obama’yı yok etmek istemekte, Obama ondan evvelkini yok etmek istemektedir. Amerika, bir bürokrasisi olmadığından için uluslararası anlamda fevkalade başarısız bir ülkedir. Devlet geleneği yoktur. Amerikayı yaşatan, ekonomisinin gücüdür.
Fakat biz şimdi kalkmışız, Amerika gibi siyasi olarak iptidai bir ülkeden buraya bir transplantasyon yapmışız. Bizi devlet yapan, yaşatan kurumlarımız, beş yüz sene bekâmızı sağlayan, bizi payidar eden kurumları yok etmiş bulunuyoruz. Benim istikbâlden fevkalade tereddütüm var. Korkum var. Bu Türkiye’nin yok olmakta olduğunu düşünmekteyim. Bu kurumları bir daha nasıl kurarız bilmiyorum. Ama anayasa diye getirilen bu evrak, bir anayasa niteliğini de taşımamaktadır. Bu sadece bir emirler komutalar zincirini tarif etmektedir. Hatta detayları da yoktur. Neyin ne olacağı da tam belli değildir. İçinde birçok muğlaklıklar vardır. Fakat hepsi külliye dedikleri bir saraya bağlanmıştır. Politikalar buradan tevarüs etmektedir. Bunların ne olacağını da bilmemize imkan yoktur. Başkanın o günkü sağlık durumu ne ise, ona göre politikalar üretilir. Çünkü omurgası kalmamıştır.
Omurgasız bir Türkiye’deyiz bugün. Şanlı tarihimizi, çok iftihar ettiğim Cumhuriyet’i belirleyen, onun omurgasını teşkil eden kurumların yok edilmesi bizi kurumsuz bir ülkeye çevirmektedir. Ben yarınımdan çok endişe etmekteyim.
Bu yönetim modeli Osmanlı nizamının tam tersidir, ondan ne kaldı ise yok etmektedir. Gerçekleştirilen başkanlık töreni de Osmanlı cülusuna hiç benzememektedir. Çağrıştırdığı, Acemistan şehinşahlarının törenidir. Bunun son örneği, aynı tantana ile, sâkıt Şehinşah Rıza Pehlevi’nin tavuskuşu tahtının bir anma töreni idi. Dünyayı çağırmış, arkasından hicvedilmişti.
Onun için; bundan ders almamız gerekirken, aldığımız karar, bütün bu kurumları, bizi yaşatan kurumları, beni vatandaş yapan kurumları yok etmekte. Ben onun için fevkalade endişeliyim. Yarının ne olacağı hakkında hiçbir bilgim yok. Omurgasız bir toplumda yaşayacağım. Bundan daha vahim bir durum olamaz. Osmanlı tarihinde bir tane inkıta vardır. O da Patrona Halil İsyanı’dır. Lale Devri son bulmuş, matbaa da yok edilmiştir. Bugünkü ise, Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in bir Amerika transplantasyonu ile yok edilmesidir.
Bu hususları zamanında işlemedik. Bunda benim de büyük hatam var. Hep Erdoğan’ın kişiliği konuşuldu. Bu yapısal değişim anlatılmadı. CHP de bunun belki pek farkında değil; Osmanlı karşıtlığı CHP’ye hep boyunduruk olmuştur. Eminim bu hususlar anlatılmış olsa idi, bir kısım AKP seçmeni de daha dikkatli oy kullanırdı.
© Tüm hakları saklıdır.