Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü görevinden alındıktan sonra Yeni Şafak'ın yazar kadrosuna katılan Kemal Öztürk, "12 yıl boyunca hükümete yakın çalışmasından dolayı kaleme alacağı yazıların, söyleyeceklerinin ve yorumlarının bu yörüngede değerlendirileceğini" söyledi. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yeni Şafak’ta yazacağımın ilan edilmesinden bu yana, Geziciler, Paralelciler, sol muhalefet ve diğer arıza ekipler bu bagaja bakarak gönderdikleri mesajlarda benim hükümet borazanlığı yapacağımı söylüyorlar. Hakları var."
Kemal Öztürk'ün Yeni Şafak'ta "Benim Yüce Divanım" başlığıyla yayımlanan (6 Ocak 2015) yazısı şöyle:
Gündem el yakacak kadar çok sıcak. “Paralel Devlet” tartışmalarının en ciddi komplikasyonlarından biri olan dört bakanla ilgili Yüce Divan konusu karara bağlandı. Doğal olarak herkes oraya odaklandı. Benim derdim ise başka.
Her ne kadar geçen hafta ilk yazımı yazdıysam da (bu arada gelen tüm tebrik ve eleştirilere bir kez daha teşekkür ederim), bugün nedense kendimi ilk defa yazıyormuş gibi hissettim. Doğrusu çok zorlandım. Çünkü ilk yazı, bundan sonraki yazıların nasıl bir yol izleyeceği konusunda ipuçları verir ve bir algı oluşturur. Güncel mi yazacağım, daha genel mi, sadece siyaset mi, yoksa farklı konularda mı yazacağım, nasıl bir dil ve üslup kullanacağım genellikle bu ilk yazılarda ortaya çıkar. Ben de bunun sancısını çekiyorum bir, iki gündür.
Tabii zannediyorum ki herkes işi gücü bırakmış, benim bugün ne yazacağımı merak ediyor. Hani yeni bir ayakkabı alırsınız da, sokağa çıktığınızda herkesin ayakkabınıza baktığını zannedersiniz ya, benim durumum da aynı. Halbuki öyle değil, kimsenin sizin ayakkabınızla, yazınızla ilgilenecek hali yok. Yine de ilk gün beklentisi bir gerginliğe ve heyecana neden oluyor, insanız işte.
İlk yazı gerginliğinin haricinde, benim bir diğer sorunum da 12 yıl Ankara’da çeşitli siyasi ve bürokratik kademelerde yaptığım görevler. Bu görevler sonucunda İstanbul’a döndüğümde bir baktım, beraberimde koca bir bagaj eşya getirmişim. Hükümetle bu kadar yıl yakın çalışınca imajınızdan tutun fikirlerinize, giyim kuşamınızdan tutun yapacağınız işe kadar, her şey dikkat çekecek şekilde birikiyor o bagajda. Hükümete yakın olmanın avantajı kadar dezavantajları da vardır.
Doğal olarak yazacaklarınız, söyleyecekleriniz ve yorumlarınız bu bagajdakilerle birlikte değerlendirilecek. Bundan da hiç hoşlanmadım. Zaten Yeni Şafak’ta yazacağımın ilan edilmesinden bu yana, Geziciler, Paralelciler, sol muhalefet ve diğer arıza ekipler bu bagaja bakarak gönderdikleri mesajlarda benim hükümet borazanlığı yapacağımı söylüyorlar. Hakları var.
Oysa Ankara’da benim kişisel düşüncelerim, görevim gereği yaptıklarımla bazı zamanlar örtüşmedi. Burada gözlerinden kıvılcımlar çıkan birileri olduğunu görüyorum. Bir örnekle kıvılcımı arttırayım: Ben Galatasaray’ı tutarım ama Başbakanlık'ta çalışırken görevimiz gereği Fenerbahçe galibiyetlerinden dolayı Beyefendi'yi kutlardık. Bunun gibi görüş ayrılıklarımız vardı mesela!
Bir grup da, ki bunları tanıyorum, benden ciddi, ağır, derin ve eleştirel yazılar bekliyor. Anadolu Ajansı’ndan istifa etmemin bir tepki olarak yazılarıma yansıyacağını ve bir eleştiri dili oluşturacağımı düşünüyorlar. Bunlar da haklı.
Bunca yıl haksızlığa uğradığımız halde, “devletin memuru” olarak konuşamadığımız, söyleyemediğimiz, eleştiremediğimiz ne varsa, yani kısmi “kölelikten” kurtulmuş biri olarak, burada özgürce kendimi ifade edebilirim. Yalnız bunları derin, ağır ve eleştirel bir üslupla mı, yoksa başka bir şekilde mi yapacağım bunu ileriki zamanlarda görmüş olacaksınız.
Durumumun ne kadar zor olduğunu görebiliyorsunuz sanırım. Bir de bugün ülkenin en ciddi gündemine, Yüce Divan meselesine değinmediğim için hayal kırıklığına uğrayanlar var eminim. Onlara da katılıyorum.
Okuyucu benim kişisel yazı sorunlarımı okumak, çektiğim sancıları bilmek istemeyebilir. Ancak bugün köşe yazarlarının yüzde doksanı Yüce Divan meselesini yazdı. Eminim benden daha iyi de yazdılar. Söylenmedik bir sözün kalmış olacağını da zannetmiyorum.
Lakin kimse yeni başlayan bir yazarın iç dünyasındaki Yüce Divan’ı yazmadı. Tüm beklentiler, önyargılar, algılar, duygular ve bagajda birikenlere rağmen, içimdeki Yüce Divan her şeyi adilce yargılayıp kararlar alarak yazıya dökebilecek mi? Bu da önemli bir okuma konusu değil mi, bir de bu açıdan bakın yazıya.
Her şeye rağmen, bu köşeyi takip etmeyi düşünenlere emin olduğum bir söz verebilirim: Benim için hayatta dört önemli şey vardır: Ailem, ülkem, İslam ümmeti ve insani değerler. Bunlar içinde kim mazlumsa ben ondan yanayım, kim zalimse ona karşıyım. Bu kalem haktan gayri kelime yazmayacak, bu dil hayırdan gayri söz etmeyecek Allah’ın izniyle.