ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Douglas Frantz'a yöneltilen bir soru yüzünden Yeni Şafak yazarı Cem Küçük tarafından sert bir şekilde eleştirilen Milliyet yazarı Kadri Gürsel, bugünkü (8 Mayıs 2014) yazısında Küçük'ün eleştirilerine neden olan soruyu kendisinin değil Star yazarı Fehmi Koru'nun sorduğunu yazdı.
Yeni Şafak yazarı Cem Küçük, 6 Mayıs'ta kaleme aldığı 'Pensilvanya Tayyib'i devirecek umuduna kapılanlar' başlıklı yazısının bir bölümünde şunları kaleme aldı:
'Pensilvanya Tayyip'i devirecek' umuduna kapılanlar!'
'Çok düş kurdum ben. Bunca düş kurmuş olmaktan yorgunum, ama düş kurmanın kendisinden yorulmuş değilim kesinlikle. Kimse yorulmaz düşten, çünkü düş unutmaktır ve unutmak üstümüzde ağırlık yapmaz... Düşlerimde her şeye sahip oldum. Uyandığım zamanlar da oldu, ama bunun ne önemi var? Kaç kez imparator oldum kim bilir! Hem de en anlı şanlılarından, ama ne bayağı insanlardı!'
Yukarıdaki satırlar Portekiz edebiyatının önemli ismi şair Fernando Pessoa'ya ait. Bu satırlar her ne kadar sıradan insanların ruh dünyasını anlatıyor. Teşbihte hata olmaz derler, bu ifadeler biraz ülkemizdeki loser'ların halet-i ruhiyesini anlatıyor. Dedikleri çıkmayan, projeleri tutmayan, analizleri iflas edenler düş kurmaya devam ediyor.
17 ve 25 Aralık darbe girişimleriyle hükümeti devirmek isteyenler, illegal tapeleri resmi belgeymiş gibi sunanlar perişan oldular. Pensilvanya'nın hükümeti devireceğine ve Başbakan Erdoğan'a kalepçe takacağına inandılar. Bu kadar zavallılar. Bu kadar çaptan düştüler. Çaresizliklerini düştükleri çukur çok iyi özetliyor.
Karşı gazetesi sırf Erdoğan karşıtlığı için kuruldu ve finansörü paralel yapının işadamlarıydı. Gazete başarısız olunca kapanmak zorunda kaldı. Medyadan tasfiyeleri buradan çok okudunuz. Seçilmiş hükümete karşı paralel çetenin yanında yer alanların hiçbir meşruiyetleri kalmadı. İtibarları zaten sıfırlandı. Son umutları Anayasa Mahkemesi. Tabii bir de Erdoğan ile Gül birbirlerine düşerler mi umudu. Hemen söyleyeyim. Gül ile Erdoğan arasında bir şey beklemeyin.
Bu ülkenin siyasetçi ve aydınlarının bir kısmı acınacak durumdalar. Makul ve meşru yoldan indiremedikleri Erdoğan'ı devirmek için şimdi başka hesapların içerisindeler. Bir umutları yurtdışı basını. Oraya geçmeden önce bir olayı açıklamakta fayda var. New York Times'ın İstanbul büro şefliğini yapmış 35 yıllık bir gazeteci, şimdinin ABD Dışişleri Bakanlığı'nda halkla ilişkiler, medya, sosyal medya meselelerinden sorumlu bakan yardımcısı Douglas Frantz Nisan ortasında Türkiye'den bir grup gazeteciyle buluşmuştu. Frantz konuşmasını bitirdikten sonra soru cevap kısmına geçiliyor. Toplantıya katılan Milliyeet yazarı Kadri Gürsel, 'Aslında Türkiye'de olup biten her şeyi özetlediniz, açacak bir şey kalmadı. Peki Türkiye'de gazetecilik yapan bizlere ne tavsiye edersiniz?' diye bir soru soruyor. Ancak müstemleke devletlerde sorulabilecek bir soru bu. Gürsel'in kastetttiği gerçekte 'Erdoğan'a karşı mücadelede ne tavsiye edersiniz?'
İnsan kendi halkına, ülkesine bu kadar yabancı olursa soracağı soru da bu olur. ABD'li bir yetkiliye ne yapacağını sormak, 'Sen benim efendimsin, ne istersen yaparım' demektir. Bu kafa eskiden Brüksel'e, şimdilerde Tel-Aviv ve Washington'a göbekten bağlı olduğu için kendilerini sömürge aydını gibi görüyorlar. Yuların birazını Pensilvanya birazını Batı tuttu mu, ne isterlerse yaparsın.
Avrupa faiz lobisinin dergisi Economist bu haftaki sayısında bizim kölelerin hoşuna gidecek bir yazıya yer verdi. Geçtiğimiz 1 Mayıs'ta geçen yıl Gezi protestoları sırasında yaşanan sahnelere benzer olayların meydana geldiğini düşünen Economist güvenlik güçlerinin Türkiye çapında 'aşırı önlemler' aldıklarını savundu. 'Sayın Erdoğan, yedi kişinin ölümüne yol açan geçen yazdaki Gezi protestolarından bu yana hep hücum halinde. Batılı dostlarından gelen azardan etkilenmeyen Erdoğan, son aylarda baskıları artırdı' gibi Erdoğan karşıtlığı dışında hiçbir fikri olmayanların hoşuna gidecek görüşlere yer verdi. Hatta aynı yazıda bugünlerde sıklıkla duyduğumuz 2015'de ekonomik kriz çıkacak ürü yorumlar da vardı.
Aslında Economist, bu sözlerle ikinci Gezi olaylarının planlandığını açıklaması bir yana, Türkiye sokaklarının tekrar savaş alanına dönmesi için gizli temennisini açıkça dile getirmiş. Bu yazıyı yazan muhtemelen Türkiye'den birileri. Biz o 'birileri'nin kimler olduğunu Gezi kalkışmasında, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinde çok net gördük. Bu birilerinden bazıları paralel çetenin medya uzantılardan.
Son 1 yıldır Batı medyasında Erdoğan ve AK Parti yönetime karşı yüzlerce yazı, makale çıktı. Ekonomi battı batıcak denen sayısız yorumlar yayınladı. Sonuç ortada. Burası sömürge devleti değil. Kendilerini öyle hissedenler olabilir ama onların hükmü bitti. Şunu artık anlayın: 15 sene önce Batı basınında çıkacak olumsuz yazıyla iktidar sallanır, ekonomi baş aşağı giderdi. Şimdi ise yüzlerce olumsuz yazıya rağmen ekonomi ilk dört ayda çok iyi gidiyor. Üretim iyi. Halk dışarıyı önemsemiyor, çünkü kendi seçtiği iktdarına güveniyor.
'Pensilvanya Tayyip'i devirecek' umuduna kapılanlar hala şansları olduğunu düşünüyor. Halbuki bilmiyorlar ki ne itibarları var ne meşruiyetleri. Paralel çetenin gayri-meşru yöneticilerinden biri bugünlerde ihbarlarla davalar oluşturulmaya çalışıldığını yazmış. Bak sen! Yahu bu yöntemi kullanan siz değil miydiniz? İsimsiz ihbar mektupları, düzemece dosyalar, gizli tanıklarla insanları hapse atan kimdi? İnsanda az utanma olur ama adanmış ruhsuzluk böyle bir şey işte.
Fernando Pessoa, 'Hepimizde aşağılık bir taraf var. Hepimiz içimizde bir suç saklarız, işlemiş olduğumuz ya da ruhumuzun işlememizi isteyip durduğu bir suç' der Huzursuzluğun Kitabı'nda. Pensilvanya'dan medet umanlar, paralel çete bu yüzden umutsuz. Umutsuz olduğu için huzursuz.
‘Küçük suikastçı aslında kimi vurdu?’
Kadri Gürsel ise bu yazıya bugün köşesinden ilginç bir yanıt verdi. Gürsel, Cem Küçük'ün sert eleştirilerine hedef olan soruyu kendisinin sormadığını belirtti. Gürsel, "Küçük suikastçı aslında kimi vurdu?" başlıklı yazısında özetle şöyle dedi:
Küçük suikastçı aslında kimi vurdu?
Hatırlarsınız; ABD’nin Halkla İlişkilerden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Douglas Frantz’ın, İstanbul’da aralarında olduğum bir grup köşe yazarı ile yaptığı “basın özgürlüğü” konulu söyleşi, 19 Nisan tarihli Milliyet’te “Türkiye’nin imajı ekonomisini etkiler” başlığıyla geniş biçimde yer almıştı.
Frantz’a soru yönelten diğer köşe yazarları şunlardı: Fehmi Koru (Star), Abdülhamit Bilici (Zaman), Nedim Şener (Posta) ve Ceren Kenar (Türkiye).
Bu görüşme Milliyet’te soru-cevap şeklinde, söyleşi formatında yayımlandı. Mamafih, alıntıladığım soruların hangi gazetecilere ait olduğunu ayrıca belirtmedim. Çok sayıda gazetecinin sorularıyla katıldığı söyleşilerde genellikle bu yöntem izlenir.
Derken 17 gün sonra, 6 Mayıs’ta Yeni Şafak gazetesinde Cem Küçük imzasıyla yayımlanan bir yazıda, Frantz’ın Türkiye’deki basın özgürlüğü açığına dair görüş ve uyarılarını paylaştığı giriş konuşmasından sonra kendisine yöneltilen şu sorunun bana ait olduğu iddia edildi:
“Aslında Türkiye’de olup biten her şeyi özetlediniz, açacak bir şey kalmadı. Peki, Türkiye’de gazetecilik yapan bizlere ne tavsiye edersiniz?”
Bu soruyu ben sormadım. 18 Nisan günü bu söyleşinin yapıldığı ABD Başkonsolosluğu’nun Arnavutköy’deki rezidansının yemek salonunda bulunan herkes tanığımdır.
Cem Küçük, ismiyle müsemma, küçük bir yalancı.
Fakat yalanları artık midemi bulandırmaya başladı.
Diğer taraftan, Milliyet’teki söyleşide bana ait olmayan bu soru ve Frantz’ın verdiği cevap da yer aldı.
Şimdi bakınız Küçük, tabancasındaki kurşunları bu soruyu soran o köşe yazarının üzerine nasıl boşaltmış:
“Ancak müstemleke devletlerde sorulabilecek bir soru bu. Kastettiği gerçekte ‘Erdoğan’a karşı mücadelede ne tavsiye edersiniz?’ İnsan kendi halkına, ülkesine bu kadar yabancı olursa soracağı soru da bu olur. ABD’li yetkiliye ne yapacağını sormak, ‘Sen benim efendimsin, ne istersen yaparım’ demektir. Bu kafa eskiden Brüksel’e, şimdilerde Tel-Aviv ve Washington’a göbekten bağlı olduğu için kendilerini sömürge aydını gibi görüyorlar. Yuların birazını Pensilvanya birazını Batı tuttu mu, ne isterlerse yaparsın.”
Küçük tetikçi bana ateş ettiğini zannediyor ama kurşunlarının vurduğu kişi aslında Fehmi Koru...
O soru Fehmi Koru’ya ait çünkü.
Ne diyelim, geçmiş olsun Fehmi Bey.
Fehmi Koru acaba bu soruyu kendi halkına ve ülkesine gerçekten de yabancı olduğu ve ABD’li yetkiliyi efendisi olarak gördüğü için mi sordu?
Sanmıyorum. Bir sohbet ortamında hüsnüniyetle sorulmuş bir soruydu o. Bununla birlikte sorunun “Gazeteciler olarak ne yapmamızı tavsiye ediyorsunuz?” şeklindeki ikinci cümlesinin alışılmışın dışında ve dolayısıyla istismara açık olduğunu da kabul etmeliyiz.
ABD Başkonsolosluğu’nun web sitesindeki söyleşi dökümüne göre “Ne yapmalıyız?” sorusuna Doug Frantz’ın verdiği cevabın ilk cümlesi şöyle:
“Gazeteciler olarak Fehmi, 30 yıldır yaptığınız işi yapmaya devam etmelisiniz.”
Bakınız, Doug Frantz “Fehmi” diye hitap ediyor. Buradan belli değil mi soruyu Fehmi Bey’in sorduğu.
Fehmi Bey’le Cem Küçük, aralarındaki büyük nitelik farkına rağmen son tahlilde aynı siyasetin cephesinde mevzilenmiş bulunuyorlar.
Küçük suikastçının dost ateşine maruz kalmak Fehmi Bey için acı olmalı.
Aptal dostun, akıllı düşmandan daha tehlikeli olduğu bir kez daha görülmüştür.
Ayrıca bu küçük tetikçi ikide bir benim “Eğer hükümete vurursam en fazla işimi kaybederim, yüklü tazminatımı alırım ve kahraman olurum. Ama Cemaat’e çakarsam Nedim Şener gibi tutuklanırım. Hayatım mahvolur” dediğimi yazıyor.
Kuyruklu yalandır. Bu minvalde ne yazdım ne de bir yerde konuştum.
Bu vesileyle yalanlayayım da gözüm arkada kalmasın.