Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hocaolarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün kendisine yönelik kullandığı "Senin hiçbir Arapça bilmediğin kabak gibi ortaya çıktı. Yani 'kaddesalahusirrahu' denilecek adam değilim, ama, diyorsan da, bari düzgün de. 'Sirruhu' denmez 'sirrahu' denir" ifadesiyle ilgili olara "Cübbeli Ahmet Hocamız'a (k.s) bana kapak yaptığı için çok teşekkür ederim" dedi.
Salih Tuna'nın "Cübbeli Ahmet Hocam (k.s) bana kapak yapmış" başlığıyla yayımlanan (7 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Diyeceksiniz ki memleket müstevli kuşatması altında, ve Ortadoğufokur fokur kaynıyor, şu sendeki derde bak.
E tabii, derdimi, Cübbeli Ahmet sanırsanız, yerden göğe kadar haklısınız.
Halbuki fakir de sizinle aynı dertten muzdaribim.
Lakin felaket yoruldum.
Hayat kaç yıldır bitmez tükenmez korku filmi gibi akıyor, farkında değil misiniz?
Gerilim gerilim, de, nereye kadar.
Sizi bilmem ama benim bünyemin istiap haddi sınırlı, daha fazlasını kaldıramıyorum.
Tamam, hayattan kaçmak mümkün değil ama dinlenmek kabilinden şöyle arada bir “serin sulara" dalmak da mı yasak?
Ben de zaten bunun için, yani, “serin sulara" kendimi atmak için geçen hafta, “Cübbeli Ahmet'in kafirleri" başlıklı bir yazı dercettim.
Şimdi diyeceksiniz ki, neden Cübbeli Ahmet de bir başkası değil?
Çünkü…
Memlekette Cübbeli Ahmet kadar muhabbetli, sevimli, sempatik çok az insan var. Her şeyden evvel çatık kaş değil.
Hele vaazları!
Ne anlatırsa anlatsın hiç fark etmez; isterse imambayıldı tarifi yapsın, müthiş “keyif" alırım.
Arabamın radyosu da Lalegül FM'e ayarlıdır. Cübbeli Ahmet'in vaazı denk geldi mi, seyahatte başka bir şey istemem. Bazen çocukların, “şarkı türkü olsa hadi neyse baba, aynı vaazı neden tekrar dinliyorsun" diye itiraz ettikleri olur, hiç aldırış etmem, ben keyfime bakarım. (“Keyif" dedim diye, Cübbeli Ahmet'i Cem Yılmaz'a benzeten münasebetsizler yanlış anlamasın. Öyle “gülmece / yarılmaca" keyfini kastetmiyorum. Ayrıca, Cem Yılmaz'a da hatta hiçbir fıkraya da gülmem. Daha doğrusu, beni güldürmek isteyen hiçbir şeye gülmem. Ben güleceğim malzemeyi kendim çıkarırım.)
Gelgelelim…
Okur makulesi serinlik merinlik bırakmadı.
Neymiş efendim söz konusu naçizane yazımda, “Cübbeli Ahmet Hocamızın (kaddesallahu sirruhu) tekfir radarına yakalandın mı kurtuluşun yok…" demişim.
Cübbeli Ahmet'e “kaddesallahu sirruhu" nasıl dermişim.
Hâşâ, o müşrikmiş.
Bunun için de bir konuşmasına link atan mı dersiniz, peş peşe tweet atan mı dersiniz, gırla gitti.
Yolumu çeviren bir okur da (din görevlisiymiş) “Kaddesallahu sirruhu dediğin adamın Miraç hadisesini nasıl anlattığından haberin var mı?.." dedi. Cevap vermemi beklemeden devam etti: “Cübbeli Ahmet aynen şöyle anlatıyor: 'Rabbimi göremiyorum, perdenin arkasından vahiy alıyorum' diyen Cebrail Aleyhisselam'a, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v), 'Bir daha vahiy olduğunda o perdeyi bir arala demiş. Cebrail Aleyhisselam bir araladı ki, Resulullah içeride oturuyor; ondan ona geliyor…' Cevap verin Salih Bey, bunu söyleyen adam müşrik değil de nedir?"
Yapmayın etmeyin, günaha vebale girmeyin, dedim. O vaazı ben de dinledim. Cebrail Aleyhisselam ile Peygamber Efendimiz'i (s.a.v) Allah'a yakınlık bakımından (makam veya derecesini) kıyaslıyor. Hâşâ vahyin kaynağı demiyor Peygamberimiz'e…
Ne dedimse ikna edemedim.
Edemediğim gibi baktım beni de “müşrik" ilan edecek, hızla uzaklaştım.
Bir okur da (nerden telefonumu ele geçirdiyse) Whatsapp marifetiyle şöyle mesaj çekti: “Zoru gördü mü FETO'yü rüyasında görüp hapisten kurtulan, 17 – 25 Aralık'taki duruşuyla FETÖ kanalı Samanyolu'nda 'Ahmet Ünlü Hocaefendi' diye takdis edilen, kendi görüşünü ehli sünnet zannedip…"
Daha fazla devam etmeyeyim, böyle bir yığın sevimsiz ifade işte.
Bir başka okur da, “Kaddesallahu sirruhu diyerek, Allah sırrını kutsasın diyeceğinize, Allah sırrını muhafaza etsin deseydiniz bari. Hiç değilse sırları açığa çıkmamış olurdu.." diyecek kadar saçmalayınca, kendimi tutamayıp hass(…)i çektim.
Hulâsa-tül-kelâm, iki dakka “serin sulara dalalım" dedik, şu başımıza gelene bak!
Nedir bunun sırrı, hey kurban olduğum Allah!
Şükür ki şükür, çok geçmedi, Cübbeli Ahmet Hocamız'ın (k.s) fakire verdiği cevapta “sır" kabak gibi ortaya çıktı.
Verin kulacığınızı da ilgili yeri birlikte dinleyelim: “Salih Tuna, Cübbeli Ahmet Hocamız'ın, diyor, bir de 'kaddesallahusirruhu' diyor. Bir defa 'sirrahu' üstün olacak, 'sirruhu' denmez. Burada senin hiçbir Arapça bilmediğin kabak gibi ortaya çıktı. Yani 'kaddesalahusirrahu' denilecek adam değilim, ama, diyorsan da, bari düzgün de. 'Sirruhu' denmez 'sirrahu' denir..."
Hay Allah razı olsun beni “kurtarmış" oldu. Sırf ona “kaddesallahusirruhu" dedim diye, yemediğim hakaret kalmamıştı.
Demek ki, verilmiş sadakam varmış da “düzgün" diyememişim. Demek ki, varsa bir günahı vebali benden gitti.
Ne ki, Cübbeli Ahmet'in buyurduğu gibi bu sefer “düzgününü" söylesem, mahut okur makulesinin devam etmeyeceğinin de garantisi yok.
Ben de iyisi mi, her ihtimale karşı (k.s) şeklinde (bugünkü serlevhamızda) kısaltma yapayım dedim.
Uzun lafın kısası, Cübbeli Ahmet Hocamız'a (k.s) bana kapak yaptığı için çok teşekkür ederim.
Lakin, bitmedi.
Hocamızı bulmuşken feyz almaya devam edeceğiz inşallah. Artık nasibimiz neyse.