Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov'un uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesiyle ilgili olarak "Karlov'un katilinin FETÖ'cü çıkması takdir edersiniz ki en çok ABD'yi zor durumda bırakır. Bu öyle 2 adet Rus uçağını düşürmeye benzemez. Gayriciddi açıklamalarla da vaziyeti idare edemez. Fetullah'ı teslim etmemek için 'bizde mahkeme var, hukuk var, bekleyelim görelim' numarası da çekemez.
Fetullah Gülen'i topraklarında barındırmaya devam etmekle uluslararası toplumda teröre alenen yardım ve yataklık eden ülke durumuna düşer" iddialarını ileri sürdü.
Salih Tuna'nın "Hrant Dink’ten Karlov’a katilin şifresi" başlığıyla yayımlanan (21 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Birkaç hafta evvel FETÖ soruşturmasını yürüten savcı Evliya Çalışkan'a suikast girişiminde bulunulmuştu.
Savcı Çalışkan, FETÖ'nün sosyal medya tetikçilerinin de hedefindeydi.
Çünkü Hrant Dink cinayeti, ByLok'çu polisler ve MİT TIR'larınındurdurulması gibi kritik davalara bakıyordu.
Savcı Çalışkan suikastını, Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın katili olan DHKP-C üstlenmişti.
Nasıl oluyor mu?
DHKP-C karakteristik yapısıyla zerre miskal alakası olmayan “The Cemaat”e (FETÖ) taşeronluk mu yapıyordu?
Olabilir miydi böyle şey?
Neden olmasın; “büyük patron” aynı olduktan sonra! Bu köşecikte kaç kez dile getirmeye çalıştım: Bütün terör örgütlerinin nihayetinde ABD ile ilişkisi vardır ve ABD'yle ilişkisi olmayan hiçbir terör örgütü sürgit ayakta kalamaz.
Zaten FETÖ tastamam bir CIA yapılanması; PKK gündüz gözüyle YPGüzerinden ABD'nin silah yardımı yaptığı taşeron; DEAŞ ise mezhep çatışması için üretilen fitne maymuncuğu değil midir? DHKP-C de malum…
***
FETÖ operasyonları ardından (FETÖ'nün emniyetteki şeflerinin operasyon merkezi) C-5 Şube dağılınca, itiraflar da sökün etmişti.
FETÖ soruşturmasından aranan Emniyet Müdürü Serdar Bayraktutan, istihbarat polisleri Ali İhsan Kaya ve Halil Karakuzulu tarafından örgüte sokulan İ.Ö. gizli tanık olarak verdiği ifadede, DHKP-C içerisinde FETÖ tarafından “Kaos Timi” kurulduğunu itiraf etmişti.
Hrant Dink cinayetinde “FETÖkulli”ye duçar olan Erhan Tuncel'in Dink suikastının perde arkasını anlattığı “Amerika'nın Yeniçerileri” kitabının 207'nci sayfasında bu konuda çok ilginç bir bilgi var.
Buyrun, gizli tanık İ.Ö. ne demiş, birlikte okuyalım: “17 Ağustos 2010'da Maltepe Cezaevi'nden Kartal Adliyesi'ne sevk edildim. Ali İ. Kaya ve H. Karakuzulu beni adliyeden alarak İstihbarat Şubeye götürdü. Orada Ali Fuat Yılmazer ile tanıştırıldım. Yılmazer bana Erhan Tuncel'i cezaevinde öldürmem talimatını verdi. Ben karşı çıktım (…) Ben Kaos Timi'ni deşifreye başlayınca da DHKP-C üyesi Tekin Dönmez Kırklareli Cezaevi'ne gelerek mahkumlara ve gardiyanlara beni sormuş. Tıpkı benim Erhan Tuncel'i öldürmek için görevlendirildiğim gibi Tekin Dönmez'in de Ali İhsan Kaya, Halil Karakuzulu, Serdar Bayraktutan ve Ali Fuat Yılmazer tarafından beni öldürmek için görevlendirildiğini düşünüyorum…”
***
Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov'un katilinin FETÖ'cü çıkması takdir edersiniz ki en çok ABD'yi zor durumda bırakır.
Bu öyle 2 adet Rus uçağını düşürmeye benzemez.
Gayriciddi açıklamalarla da vaziyeti idare edemez. 15 Temmuz sonrasına benzer şekilde, “Aaa, öldü mü yahu Karlov; biz bilgisayar oyunu sanmıştık…” diyemez.
Fetullah'ı teslim etmemek için “bizde mahkeme var, hukuk var, bekleyelim görelim” numarası da çekemez.
Fetullah Gülen'i topraklarında barındırmaya devam etmekle uluslararası toplumda teröre alenen yardım ve yataklık eden ülke durumuna düşer.
Ayrıca…
Mahut cinayet yüzünden Rusya ve Türkiye'nin provokasyona gelmeyeceğini, aksine, ilişkilerini daha da geliştireceklerini tahmin etmekte güçlük çekmez. (Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu'nun dün, “Moskova, Ankara ve Tahran'ın Suriye'de çözümün garantörlüğünü yapmaya hazır olduğunu” belirtmesi bir nevi ilk cevap niteliğinde değil miydi?)
Peki, bütün bunları ABD neden göze alsın?
CIA, Donald Trump'ın kucağına ateş topu mu bırakmak istedi yoksa Rusya ve Türkiye'ye açık bir “mesaj” mı vermek istedi?
Mesaj dediğim, kural dışı çatışma dâhil her şeyi göze aldığını dermeyan etmekten ibaret.
Bakınız, 3 Temmuz 1988'de ABD savaş gemisi Vinsens'ten fırlatılan füzeyle, İran havayollarına ait yolcu uçağı düşürülmüş, kadın erkek, çoluk çocuk toplam 290 kişi öldürülmüştü.
İran da bu füzeli “mesajı” almak zorunda kalmış, “zehir içmek” pahasına ABD'nin istediği anlaşmaya razı olmuştu.
Şuncağızı kimsecikler gözden kaçırmasın: ABD kimi, hangi terör örgütünü taşeron olarak kullanırsa kullansın, hatta, yolcu uçağına füze atmak şeklinde bizzat kendisi terör saldırısında bulunsun, “uygun atmosfere” ihtiyaç duyar.
Nasıl ki FETÖ, Hrant Dink katledilmeden önce, “kirli kan-temiz kan” veya Sabiha Gökçen muhabbetine ihtiyaç duymuştu, aynen öyle.
Rusya Büyükelçisi Karlov'un katili de hangi atmosferde sörf yaptığını cinayet mahallinde dermeyan etti.
Demem o ki…
Yeryüzündeki tüm mazlumların her daim yanında olalım, zalimlere karşı da tepkimizi alabildiğine gösterelim ama katillere sörf yapacakları atmosfer oluşturmak isteyenlere de azami dikkat edelim.