Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, "aslında bugün yaklaşan referandumda niçin 'evet' oyu kullanacağını anlatacağı bir yazı yazmayı planladığını" ifade ederek "Pas geçtim. Çünkü benim referandumda hayır oyu vereceğime dair kesin kanaatleri olan bir takım zevatın bu beklentilerini boşa çıkarmak istemedi" dedi. Kılıçarslan, Hürriyet'in "Karargâh rahatsız" başlığıyla yayımlanan haberi hakkında da bir yazı yazmayı planladığını ancak, "önüne gelen herkesi 'mahalle bekçiliği' yapmakla suçlayan bazılarını haklı çıkarmak istediğini" söyledi.
Kılıçarslan, yazısında şu ifadelere yer verdi:
"Aslında bugün, 'hayal kurmayı bilen son Türk' olarak memleketin tarihinde silinmez bir iz bırakmış rahmetli Necmettin Erbakan hocamızı anma toplantısına katılan Kılıçdaroğlu'na gösterilen tepkileri nazar-ı dikkate alacaktım. Saadetli arkadaşların AK Partili arkadaşlara, AK Partili arkadaşların Saadetli arkadaşlara niçin 'sıfır empati' ile yaklaştıklarını kurcalayacaktım. Üstelik referandum öncesi Kılıçdaroğlu'nun yaptığı 'bakın aslında bizim Türkiye'deki bağzı dindarlarla bir alıp veremediğimiz yok' mesajının ne denli tehlikeli bir mesaj olduğuna dikkat çekecektim"
Ne olmuştu?
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, gazeteci Cemil Barlas ve Türkiye yazarı Fuat Uğur'un adını anmadan "Kendisini kelepçeyle meclis kürsüsüne bağlayan CHP'li kadın milletvekili üzerinden hiç anlamadığımız, hiçbir zaman da anlayamayacağımız şekilde 'seks içerikli, derili merili' espriler yapmayı 'uygun' bulan adamla aynı kafada, aynı safta, aynı mahallede sanılmaktan çok bunaldık be reis" demişti. Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal da İsmail Kılıçarslan'ın söz konusu yazısını sosyal medya hesabında paylaşarak Barlas ve Uğur'u hamam böceğine benzetmişti. Ünal, daha sonra kaleme aldığı yazısında AKP reklam kampanyalarının mimarı Erol Olçok'un "mahalleye dadanan haşerat tarafından 'ihanet'le itham edildiğini" öne sürmüştü.
Türkiye yazarı Fuat Uğur ise, İsmail Kılıçarslan'a yönelik olarak "15 Temmuz gecesi saat 23.00’te bile neden 'Aman sükûnette fayda var' diyebildiklerini de. Aynı kişinin ve benzerlerinin 17 Aralık’tan sonra da Fetullah Gülen amcasına toz kondurmamasını unutmuştuk ama artık acı biçimde hatırlıyoruz" demiş, Yeni Şafak gazetesini "Erdoğan karşıtlığına yakıt taşımak"la suçlamıştı. Uğur, Aydın Ünal için ise, "Her neyse, sonuçta bu şeffaflık iyidir. Evvelden ne müttefik belliydi, ne de sığınakların yeri" ifadesini kullanmıştı.
Star yazarı Ahmet Taşgetiren, Fuat Uğur'un söz konusu yazısına tepki göstermişti. Taşgetiren, "Fuat Uğur Yeni Şafak’ı, yıllardır Cumhurbaşkanı’nın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal’ı yargılıyor. Pes artık" ifadesini kullanmıştı. Taşgetiren, 'bunca zaman nerelerde dolaştıkları bilinmeyen ve bugün hasbelkader AKP'nin orasına burasına sıvanmaya çalışan insanların, buldukları her platformda kendisini hedef aldığını' savunarak "Bazıları, benim de zaman zaman rica - minnet davet edildiğim TV ekranlarından Ethem Sancak'a seslenip 'Niye hala Star'da yazdırıyorsun ki' diye soruyor. Sosyal medya diye bir çamur deryası var zaten, oranın trolleri dolu dizgin" diye yazmıştı.
Yeni Şafak yazarı ve eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk ise tartışmaya "Bütün birikimimizi heder ediyorlar. Bir sel gelip, sanki tırnaklarımızla biriktirdiğimiz tüm değerleri silip süpürdü. Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir 'kuş' kadar beyni olmayan, yeni yetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, tv yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde" sözleriyle katılmıştı. Öztürk, Ahmet Taşgetiren'e yönelik 'mahallede gösterilen tepkilerle' ilgili olarak ise "Bu medyaya doluşmuş lejyonerlerin, önüne gelen herkesi suçlayan, hakaret eden yazılarına, Ahmet Taşgetiren gibi bu camianın en vicdanlı isimleri de hedef oluyor artık" demişti.
Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, eşine dostuna, okuruna, izleyenine 'Ezelden beri AKP'liyim fakat bu sefer biraz bunaldım' havası veren kişilerin kendisini şaşırttığını savunarak "Öyle safça sormak istiyorum bazen. Yahu ne zaman bu 'beyazlaşma' sürecine girdiniz? Yoksa, 16 Nisan'dan sonra direksiyon tamamen milletin eline geçecek, 'mahalle'nin hükmü bitecek diye mi korkuyorsunuz?" görüşünü dile getirmişti. Babaoğlu'nun köşe komşusu Melih Altınok da, aylardır medyada bir 'mahalle' tartışması yaşandığını belirterek "'Bu mahalle bizim ulen' diye naralar atanların hedefe koydukları gazeteciler, Erdoğan taraftarlarının yoğun olarak takip ettiği isimlerdir" görüşünü savunmuştu. Altınok, "Yani hallerini, hırçınlıklarını, "dava için, Erdoğan'ın siyasi perspektifi için" diye izahetmeleri koca bir yalan" diye yazmıştı.
"Yazmadım, pas geçtim"
İsmail Kılıçarslan'ın "Pas geçtim" başlığıyla yayımlanan (28 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Aslında bugün, yaklaşan referandumda niçin evet oyu kullanacağımı uzun uzadıya anlatacak bir yazı yazmayı planlamıştım. Türkiye'de sistem değişikliğinin 'ihtiyari' değil zaruret olduğunu, yaklaşmakta olana karşı ayakta kalmanın başkaca yolu olmadığını anlatacaktım. Recep Tayyip Erdoğan'ın ve en genel manada devlet aklının bu değişikliği bugün için değil, gelecek için planladığını belirtecektim. CHP'nin etkili bir 'hayır kampanyası' yürütmüyor oluşunun altından çıkabilecek kimi enteresanlıklar konusunda kalem oynatacaktım.
Pas geçtim. Çünkü benim referandumda hayır oyu vereceğime dair kesin kanaatleri olan bir takım zevatın bu beklentilerini boşa çıkarmak istemedim. Hani meşhur fıkradır. Cennete gitmiş bazı Müslümanları kısım kısım dolaştırıyorlarmış. Bir kapının önüne gelindiğinde kalabalığı dolaştıran görevli 'burada çok sessiz olun' demiş, 'içerde bilmem hangi cemaatin mensupları var. Cennete sadece kendilerinin girdiğini zannediyorlar. Onların da cenneti böyle işte…' Bilmem anlatabildim mi?
Aslında bugün, Hürriyet'in 'karargâh rahatsız' haberini ele alan bir yazı yazacaktım. Doğan Grubu'nun Türkiye'nin bütün kritik virajlarında üstlendiği rol hakkında anlatacaklarım vardı. Bu haberin kasıtla ve doğrudan Türkiye'ye yönelik bir tehdit olarak hazırlandığını diyecektim. Başbakan Binali Yıldırım'ın haklı tepkisinin ne kadar yerinde olduğunu beyan edecektim.
Pas geçtim. Çünkü bunu yaparak önüne gelen herkesi 'mahalle bekçiliği' yapmakla suçlayan bazılarını haklı çıkarmak istedim. Onları haklılıklarıyla baş başa bırakmak istedim. Hani meşhur film cümlesini biraz bozarak ifade etmem gerekirse zımnen 'o kadar haklısınız ki canım acıyor' demek istedim kendilerine. Bilmem anlatabildim mi?
Aslında bugün, 'hayal kurmayı bilen son Türk' olarak memleketin tarihinde silinmez bir iz bırakmış rahmetli Necmettin Erbakan hocamızı anma toplantısına katılan Kılıçdaroğlu'na gösterilen tepkileri nazar-ı dikkate alacaktım. Saadetli arkadaşların AK Partili arkadaşlara, AK Partili arkadaşların Saadetli arkadaşlara niçin 'sıfır empati' ile yaklaştıklarını kurcalayacaktım. Üstelik referandum öncesi Kılıçdaroğlu'nun yaptığı 'bakın aslında bizim Türkiye'deki bağzı dindarlarla bir alıp veremediğimiz yok' mesajının ne denli tehlikeli bir mesaj olduğuna dikkat çekecektim.
Pas geçtim. Çünkü geçen yıl Necmettin Erbakan Hocamızın vefat yıldönümünde attığım tweetin ardından bizatihi Saadet Partili olduğunu beyan eden arkadaşlardan yediğim küfürler geldi aklıma. Tuhaf, tuhaftan da tuhaf bulmuştum bu durumu. Kaldı ki bence asıl tuhaflık Erbakan'ın kurduğu her partiyi kapatmayı kendisine ödev bilmiş bürokratik/elitist oligarşinin her daim stepnesi durumundaki CHP'nin gösterdiği 'adam öldü, nasılsa bize zararı dokunmaz artık' uyanıklığı idi. Fakat ne bileyim, yalandan dolandan da olsa, hesapla kitapla yapılmış da olsa CHP liderinin Erbakan Hocayı alkışlaması hoşuma gitmedi değil. Bilmem anlatabildim mi?
Aslında bugün, tam da bugün 20. seneidevriyesini idrak ettiğimiz 28 Şubat sürecini konuşacaktım sizinle. Doğan medyasının o günlerde aldığı pozisyonla bugünlerde aldığı pozisyon arasındaki benzerlikleri yazacaktım. Sayıları belirgin şekilde azalsa da hapishanelerde hala 28 Şubat sürecinin mağdur ettiği insanlar olduğunu hatırlatacak, onlara özgürlük talep edecektim. Dahası, 28 Şubat sürecini unutmayan halkın 2002'de AK Parti'yi iktidara taşıyarak sisteme nasıl ceza kestiğini hatırlatarak yaklaşan referandumu da aynı halkın 15 Temmuz'u unutmaması üzerinden değerlendirecektim. 'Bu halk referandumda 15 Temmuz'u unutmamış olacak ve bu doğrudan sandıklara 'evet' olarak yansıyacak' diyecektim.
İşte bunu pas geçemedim. Çünkü hala 15 Temmuz denilince gözlerim dolmadan konuşamıyorum. Her gün 15 Temmuz yazsam, her gün 15 Temmuz konuşsam doyamıyorum. Bu aziz halkın o muazzam direnişinin küçücük bir parçası olmanın gururunu hayatımın sonuna kadar şeref madalyası olarak taşıyacağımı düşünüyorum çünkü. Yeni Şafak'ın kaptanı İbrahim Karagül'ün, Ömer Karaca - Ersin Çelik tandeminin ve bütün internet servisi çalışanlarının muazzam bir emekle ortaya koyduğu '15 Temmuz dijital kütüphanesi' var ya. Hah. İşte ben son 4-5 gündür başımı o kütüphaneden kaldıramıyorum çünkü. Her dakikasında ibretler olan bir akış var önümde çünkü.
Diyeceğim odur ki baylar bayanlar. 28 Şubat'ı da 15 Temmuz'u da unutmadan yapacağız ne yapacaksak. Unutursak yanılır ve tekrar kandırılırız.
Ne diyordu Baliç: 'Topu kanatlara yayıp baskıyı artırmak istiyorsak kuzi, mutlak surette 15 Temmuz gecesi çalıştığımız taktikleri akılda tutmak gerekiyor. Rakibin çirkefliğini ise hiç akıldan çıkarmamak...'