Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Avrupa Parlamentosu'nun (AP), Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulması çağrısı yapan karar taslağını kabul etmesiyle ilgili olarak "Türkiye'nin ekonomisinin sarsılmaması gerekiyor. Çünkü karşı karşıya kaldığımız en yakın en büyük tehdit, Türkiye'nin ekonomik olarak çökertilmesi tehdididir. Etrafımız ateş çemberi. Balkanlar, Kafkaslar ve özellikle de Türkiye'nin güneyi çok kırılgan ve her tür yeni, beklenmedik ve olağanüstü kaoslara, işgallere gebe" görüşünü savundu.
Yusuf Kaplan'ın "Dik duracağız ama teyakkuzu elden bırakmayacağız!" başlığıyla yayımlanan (25 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Batılılar, terörü kullanarak ülkede önce sosyal bir kaos çıkarmak, ardından ülkeyi siyasî istikrarsızlığa sürüklemek ve sonra da ekonomiyi çökertmek istiyorlar.
Her yeri çökerttiler ama Türkiye'yi çökertemediler
Şunu bir kez daha hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor:
Son on yılda Ukrayna'yı, Gürcistan'ı çökerttiler.
Arap dünyasını felç ettiler.
Afganistan'ı, Pakistan'ı hadım ettiler.
Arap yarımadasını, özellikle de Türkiye'nin güneyini cehenneme çevirdiler!
Ama defalarca çeşitli şekillerde, çeşitli yollarla saldırmalarına rağmen Türkiye'ye diz çöktüremediler. Bu saldırıların hepsini önledik Allah'a şükür.
Erdoğan, korunaklı bir duvar ördü ve saldırılar püskürtüldü
Bu saldırıları, iki dinamiği iyi harekete geçirerek püskürtebildik: Türkiye'nin büyüyen ekonomik gücü ve insanımızın artan duyarlığı, özgüveni, ülkesine sahip çıkması, dolayısıyla sarsılmaz imanıyla.
Son on yılda Erdoğan'ın yaptığı en büyük atılım, Türkiye'nin ekonomisini, ekonomik gücünü büyüten atılımdı.
Türkiye'nin ekonomik gücünün büyümesi, jeo-kültürel, jeo-politik ve jeo-stratejik atılımların ürünü olarak gerçekleşti.
Şunu demek istiyorum: Türkiye'nin, dünyanın çeşitli güç merkezleriyle kurduğu üretken ilişkiler ve başta medeniyet coğrafyası olmak üzere Brezilya'dan Çin'e kadar jeo-ekonomik, jeo-politik, jeo-kültürel ve jeo-stratejik olarak açılmayı başarması, ekonomik olarak da atılım yapmasının önünü açtı.
Sonuçta, Erdoğan, hem ekonomik hem de siyasî ve sosyal olarak halkı arkasına aldı ve bu halk desteğiyle Türkiye'ye karşı gerçekleştirilen bütün saldırıları püskürtebilecek korunaklı bir duvar ördü.
O yüzden Türkiye'yi çökertme'ye dönük bütün saldırılar, bu korunaklı duvara çarptı ve geri döndü. Böylelikle bütün saldırılar püskürtüldü.
Bundan sonraki süreci çok iyi okuyabilmemiz ve ona göre kalıcı ve köklü stratejiler geliştirmemiz gerekiyor her alanda.
Tek çıkış yolu: İslam Birliği
Burada öncelikle şunu söylemek zorundayım: Türkiye, uzun vadede, AB ile de, ABD ile de, Rusya veya Çin ile de ilişkilerini AB'ye, ABD'ye, Rusya veya Çin'e bağımlı bir ülke olarak sürdüremez. Bu ülkelerin hiç biri, bizim dostumuz olamaz; ancak konjonktürlere göre müttefikimiz olabilir.
Türkiye'nin de, bölgemizin de, hatta dünyanın da önünü açacak ve tarihin akışını değiştirecek projemiz İslâm Birliği Projesi olabilir. Türkiye'nin önünde başka seçenek yok.
Türkiye sadece ekonomik olarak güçlendikçe bile, bu, Batılıları çıldırtmaya yetiyor.
Batılılar şunu çok iyi biliyorlar çünkü: Türkiye'nin ekonomik olarak güçlenmesi, zamanla siyasî ve stratejik olarak güçlenmesine yol açacak; bu da, İslâm Birliği'nin yolunu açacak ve emperyalist Batılıların bölgeden defolup gitmelerine neden olacak!
Ekonomik büyümenin sonuç getirebilmesinin tek şartı: "Manevi" atılım
Bunun için Türkiye'nin katetmesi gereken çok mesafe var daha...
Her şeyden önce şunu bilmek ve adımlarımızı ona göre atmak zorundayız: İslâm Birliği'nin mevcut şartlarda gerçekleşmesi çok kolay değil. Kolay değil; çünkü İslâm dünyası hem bağımsız değil, Batılıların kölesi hem de her geçen gün işgallerle, iç-savaşlarla paramparça ediliyor.
Bu şartlarda öncelikli olarak Türkiye'nin ekonomisinin sarsılmaması gerekiyor; aksine üretim ekonomisi ekseninde güçlendirilmesi gerekiyor.
Elbette ki, sadece ekonomik güçle tarihin akışını değiştirecek bir noktaya ulaşamayız.
Türkiye, eğitim, medya, kültür, sanat ve fikir hayatını bizim medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda silbaştan yeniden yapılandıracak devrim niteliğinde atılımlar gerçekleştiremezse, ekonomik büyüme, uzun vadede, toplumun sekülerleşme sürecinin kontrolden çıkmasına, toplumun İslâmî kimliğinin ve duyarlıklarının aşınmasına ve yok olmasına yol açar: Bu da, kendi ayağımıza kurşun sıkmamız anlamına gelir.
Bizim dik durmamızı sağlayacak şey ekonominin güçlü olmasıdır.
Ama yürümemizi, tarihin akışını belirleyebilecek konuma ulaşmamızı sağlayacak şeyse, Türkiye'nin eğitim, kültür, medya, sanat ve fikir hayatının İslâmî duyarlıklar çerçevesinde silbaştan yeniden inşa edilmesidir. Bu da zaman alacak bir şeydir ama burada geç kalırsak, ekonomik büyüme, toplumun sekülerleşme katsayısını artırır ve bizi fenâ halde vurur.
Dik duracağız ama her daim teyakkuzda olacağız
Bütün bunlara rağmen Türkiye'nin ekonomisinin sarsılmaması gerekiyor.
Çünkü karşı karşıya kaldığımız en yakın en büyük tehdit, Türkiye'nin ekonomik olarak çökertilmesi tehdididir.
Etrafımız ateş çemberi. Balkanlar, Kafkaslar ve özellikle de Türkiye'nin güneyi çok kırılgan ve her tür yeni, beklenmedik ve olağanüstü kaoslara, işgallere gebe...
Batılılar, Türkiye'nin ekonomisini vurarak, Türkiye'ye diz çöktürmek istiyorlar. Adana'daki terör saldırısı, bunun başlangıcı; sonucu değil.
Şunu aslâ unutmamak gerekiyor: Ekonomi sarsılırsa, Türkiye sosyal ve siyasî kaosa sürüklenir -Allah korusun!
Önümüzdeki süreçte izlememiz gereken strateji, bir yandan dik durmak ama öte yandan da aslâ teyakkuzu elden bırakmamak olmalı.
Teyakkuz'dan kastettiğim şey şu: Türkiye, jeo-ekonomik stratejileriyle, jeo-politik stratejilerini eşgüdümlü götürmek zorundadır.
Yaklaşık bir yıldır söylediğim ve hükümette karşılık bulduğunu gördüğüm şeyi, bir kez daha altını çizerek hatırlatıyorum: Türkiye, kendi yörüngesini çizmeye devam etmeli ama öte yandan da düşmanlarını azaltmalı ve müttefiklerini çoğaltmalı. Vesselâm.