Yeni Şafak yazarı Zekeriya Kurşun, doların yükselişini, 'Dolar musibetinden hayır çıkarmak' başlığıyla ele aldı. Doların yükselişine tepki vermek yerine toplumun aklını başına devşirmesi gerektiğini savundu. Yazar, bu gelişmenin topluma tasarrufu öğreteceğini, daha büyük felaketlerden koruyacağını kaydetti. Kurşun, "Doların yükselişi karşısında anlamsız feryatlar ile zaman geçirmek yerine toplum olarak derhal aklımızı başımıza devşirmek zorundayız. Eskiler “her musibette bir hayır vardır” derler. Belki de bugün yaşadığımız “dolar musibeti” tüketim çılgınlığını frenleyip, bize tasarrufu öğretecek ve daha büyük felaketlerden koruyacaktır" dedi.
Zekeriya Kurşun'un "Dolar musibetinden hayır çıkarmak" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye'nin dolar ile imtihanı
Bugün Türkiye’ye karşı büyük bir ekonomik savaş açılmıştır. Türkiye’nin kendi ayakları üstünde durması, bölgesel güç olma gayretleri, İslam dünyası, Türk dünyası ve Balkanlar; hele hele Afrika ile ilgilenmesi karşısında dolar ile cezalandırıldığında kuşku yoktur. Özellikle Rusya, Çin ve diğer bazı ülkeler ile Türk Lirası ve kendi para birimleriyle ticaret yapma pazarlıkları ABD’yi çılgına çevirmiştir. İran’ın komşusu olması ve ambargo karşısındaki tavrı ayrıca Suriye ve Irak’taki gelişmeler de cabasıdır. Bütün bunlar, doların yükselişi karşısında iz’anını kaybetmemiş herkesin düşünüp söyleyecekleri şeylerdir. Biraz ağır olacak ama soralım: Peki ya “hırsızın hiç mi suçu yoktur?” Durun hemen oklarınızı siyasete yönlendirmeyin. Önce aşağıdaki satırları okuyun sonra hükmü yine siz verin.
Türkiye son on yılda sürekli büyüyen ve büyüme hızını dünya ortalamasının üstüne çıkaran bir ülkedir. Elbette bu büyümeden önemli bir kesim görünür bir şekilde pay almış ve almaktadır. Doğrusu pay alan kesimler bunu hiç inkâr etmeden hızlı bir şekilde geliştirdiği tüketim alışkanlıkları ile de teşhir etmektedir. En mütevazı semtlere kadar taşınan dünya markaları, en ücra bölgelerde bile konuşlanan lüks tüketim noktaları bunun en belirgin göstergeleri değil midir? Vakıf üniversitelerinin bahçelerinde açılan uluslararası zincir “cafeler”; gençlerin eskiden sadece “caddede” bulabildikleri mekânların bütün semtlere dağılması yeni tüketim alışkanlıklarına ayna tutmuyor mu? Geçmişte korunaklı otobüs duraklarını özleyenler şimdi en pahalı otomobiller ile sokaklarda boy göstermektedir. Çocuklarını en yakın okula kaydederken okul aile birliğinin talep ettiği bağışa kıyamet koparanlar şimdi en uzak semtlerde dolara endeksli fiyatlandırmalar yapan okullara koşmaktadırlar.
İtirazı olanlara hemen söyleyelim. Elbette insanımız her şeyin en iyisine layıktır. Helal ve meşru kazancın yine meşru bir şekilde harcanması kadar tabii bir şey yoktur. Ancak unutmayalım, her şeyin bir bedeli vardır.
Ekonomi biliminin izahı bir yana; basit bir ifade ile söyleyecek olursak; tüketimin bedeli üretimdir. Ya bireysel bir hak olarak ürettiğin kadar tüketecek ve durağan bir ekonomiye razı olacaksın veya başkalarını ve ülkeni düşünerek “çok üretecek, az tüketeceksin”. Oysa bugün hepimizin inkâr edemeyeceği gerçek şudur: Türkiye’de üretime nispeten dengesiz bir şekilde çok yüksek bir tüketim vardır. Oysa ne ülkemizin şartları, ne geçmişimiz ve ne de dinimiz buna cevaz vermemektedir. Doların yükselişi karşısında anlamsız feryatlar ile zaman geçirmek yerine toplum olarak derhal aklımızı başımıza devşirmek zorundayız. Kaynakların israfını önlemek, geleceğimizi garanti altına almak için büyük çoğunluğu dolara bağlı tüketim ekonomisinden, israftan vazgeçmeliyiz. “Yerli ve Milli” kavramlarını anlamlandırmalı, çok üretip, az tüketmeliyiz.
Eskiler “her musibette bir hayır vardır” derler. Belki de bugün yaşadığımız “dolar musibeti” tüketim çılgınlığını frenleyip, bize tasarrufu öğretecek ve daha büyük felaketlerden koruyacaktır.