Medya

Yeni Şafak yazarı: A teres, sen kimsin; sen olmayınca Erdoğan niye yalnız kalsın?

"Bunca kibri, bunca şişik egoyu, bunca müstekbir bakışı ne ara biriktirdin?"

02 Mayıs 2017 12:27

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, hiçbir zaman "Erdoğan'a saldıramadıkları için bana saldırıyorlar. Aslında beni eleştirenler Erdoğan'ı eleştiremedikleri için beni eleştiriyorlar" demediğini ifade ederek "Hiç olmazsa şu kadarını söyleyeyim ben de: 'A teres. Sen kimsin de birisi Erdoğan'ı eleştiremediğinde Erdoğan'ı eleştirmek yerine seni eleştirsin? Sen kimsin de sen olmasan Erdoğan yalnız kalsın? Bunca kibri, bunca şişik egoyu, bunca müstekbir bakışı ne ara biriktirdin?" dedi. 

Mahallede 'gizli hayırcı' kavgası sürüyor; kimler suçlandı, ne yazıldı, ne cevap verildi?

İsmail Kılıçarslan'ın "1 Mayıs ve diğer meseleler" başlığıyla yayımlanan (2 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

1 Mayıs gününün resmi tatil olmasını da fırsat bilerek dört günlük bir Bosna gezisindeyim. Yazacak çok şey var ve yazacak hiçbir şey yok. Böyle hissediyorum. Dolayısıyla bugün istiyorum ki bazı değinilerle çıkayım okur karşısına. Buyurun o halde.

Sıra Yaşar Taşkın Koç'a geldiyse... Korkum şudur. FETÖ ile mücadele işi sonunda o kadar sulandırılacak ki ortada mücadele edilecek bir FETÖ kalmayacak. Ya da şöyle: Bir gün herkes birileri için 15 dakikalığına FETÖ olacak. Baksanıza, sıra şimdilerde TRT Haber Dairesi Başkanlığı yapan Yaşar Taşkın Koç'a da gelmiş. O meşum 'birileri' Taşkın Koç'a FETÖ diyor. Tutmayınca 'FETÖ'yü korudun' diyor, o da tutmazsa 'vaktiyle sen bu FETÖ'cülere selam verdiydin' diyecekler. Ama o 'birileri'nin olmaz olası iştahları hiç bitmeyecek. Hızlarını alamayıp Numan Kurtulmuş'a, Süleyman Soylu'ya, Metin Külünk'e, Binali Yıldırım'a falan da FETÖ diyecekler yakında. Hatta belki de kapalı kapılar ardında diyorlardır da biz henüz bilmiyoruzdur. İnsanda izan kaybolup yamyamlık geçer akçe olunca... İnsan etinin tadı diğer etlere galebe çalınca... Allah sonumuzu hayretsin.

Aslında hedef ben değilim Erdoğan. Hiç öyle biri olamadım. Şöyle gerine gerine 'aslında bana saldıranlar Erdoğan'a saldıramadıkları için bana saldırıyorlar. Aslında beni eleştirenler Erdoğan'ı eleştiremedikleri için beni eleştiriyorlar' yazamadım. Kendimi Recep Tayyip Erdoğan'la özdeş kılarak şahane bir 'dokunulmazlık zırhı' üretemedim. Hadi bunu yapamadım. Bari 'aslında bana saldırarak Recep Tayyip Erdoğan'ı yalnızlaştırmak istiyorlar' diyebilseydim. Kendimi Erdoğan'ın yalnızlaşması önündeki tek kale olarak görebilseydim. Göremedim. Fakat hiç olmazsa şu kadarını söyleyeyim ben de: 'A teres. Sen kimsin de birisi Erdoğan'ı eleştiremediğinde Erdoğan'ı eleştirmek yerine seni eleştirsin? Sen kimsin de sen olmasan Erdoğan yalnız kalsın? Bunca kibri, bunca şişik egoyu, bunca müstekbir bakışı ne ara biriktirdin?'

Yine mi olmadı istediğiniz? Üzülüyorum artık ben bu sosyal medyada zehirlenen, kendilerine medya, siyasi parti v.b yollarla vadedilen hiçbir şey gerçekleşmeyince agresyon dozunu giderek artıran standart muhalif zihne. Vallahi üzülüyorum. Son örnek şu. Mehmet Şimşek, Alman maliye bakanının sözlerini duyabilmek için adama epeyce eğilmiş. Durur mu yurdum muhalifi? Durmamış ve yazmış hemen: 'Ecevit için IMF'nin kapısında para dileniyordu dediler. Mehmet Şimşek Almanya'nın maliye bakanı önünde rükuya gelmiş, az sonra secde edecek.' Tabii, yurdum muhalifinin bilmediği ya da bilmezden geldiği gerçek şu: Almanya maliye bakanı felçli ve tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkum. Dolayısıyla adamla konuşmanın tek yolu onun engelli sandalyesine doğru eğilmek. Bu detay umurunda mı dersiniz o mesajı atanın? Elbette değil. Yazdığına inanan varsa sorun yok.

Haydi 1 Mayıs, işçiler emekçiler el ele... Yazıyı yazdığım saat itibariyle Türkiye'de 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları kimse zarar görmeden, coşkuyla kutlanıyordu. Umarım günü de böyle kapatmış oluruz. Her 1 Mayıs'ta söylediğimi bir kez daha söyleyeyim. İşçinin, emekçinin hakkı, emeği üzerinden ihanet devşirmeye çalışanlara rağmen yaşasın işçi ve emekçi hakları. Tabii bu sene de 'vahşi kapitalizmin yılmaz bekçisi' olan dev şirketlerin kapısına kimseler gitmedi. Çünkü ülkemizin 1 Mayıs'larında 'kimin neyi protesto edeceğinize biz karar veririz' havası hakim maalesef. Bunu konuşmadıkça Türkiye'deki işçi ve emekçi haklarını konuşmuyor olacağız.

Köprüyü geçene kadar ABD'ye patron demek. Suriye rejimi, Rusya, İran, İsveç, Norveç, Almanya v.b herkesle işbirliğinden çekinmeyen ultra anti emperyalist, çok acayip direnişçi Kürt gerillalar Rojava'ya gelen ABD askerini coşkuyla karşıladı. Barış Atay isimli oyuncu da bu karşılamaya bir çeşit tepki gösterdi. 'Bu coşkulu karşılama da nedir? ABD askerini niçin böyle sevinerek karşılıyor Kürtler?' minvalinde laflar etti. Haydi bakalım başladı bir linç kampanyası Atay'a. Hatta biri sosyal medyada şöyle yazdı Atay'a: 'Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gerekir bazen.' Atay da bunun üzerine şunu yazdı iyi mi: 'O başka bir şey. Ben bu kadar coşkulu karşılamayı kastetmiştim.' Ört dayı ört. Ört ki ölek. 'ABD askerini coşkuyla karşılamak biraz şey oldu tabii. Yoksa yani ABD askeri tabii Kürtlerin haklarını falan korumak üzere... Çünkü ABD çok sever Kürtleri. Bayılır hatta. Kendisinden çok değer verir' değil mi? Ama işte coşkuyla karşılanmasalardı bari. Yani hiç olmazsa o anti emperyalist duruşa halel gelmese, karizma çizilmeseydi falan değil mi?

Kermeste şifa aramak. Bir mesaj var telefonumda. Uzun süredir 'kapalı yapı' denilince aklıma gelen ilk cemaatten geliyor. Uzun uzun bakıyor, bu müptezelliği anlamaya çabalıyorum. Anlayamıyorum. Çünkü şöyle yazıyor: 'Abimize bir hasta talebeyi götürmüşler. 'Doktorlara götürdük ama şifa bulamadık' demişler. O da 'bu talebeye kermeste yemek yedirmediniz mi?' diye sormuş. Kermeslerimiz şifa kaynağı, çoluk çocuk ziyaretleri ihmal etmeyelim inşallah.' Bu doğrudan doğruya müptezel bir reklam kampanyası. Fazlası değil. Kısırın, kekin, yaprak sarmanın dine alet edilmesi bu. Halbuki kermes benim en sevdiğim organizasyon biçimlerinden biridir. Tam bir bereket organizasyonudur. Sözgelimi IHH, Sadaka Taşı, Mostar Gençlik, Beşir Derneği falan onlarca hayır hizmet yapmışlardır kermeslerle. Bu güzel organizasyon biçimini pisletmenin alemi yoktur. Fakat tabii, asıl olarak konuşulması gereken şey, bu kapalı yapıların bizim sosyolojimize verdiği zararla bir türlü yüzleşmiyor oluşumuzdur.
Bu bir vebal olarak boynumuzu beklemektedir.