Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Şemdinli'de 10'u asker 18 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısıyla ilgili olarak "Ellerinden gelse, Türkiye içinde de bir koridor açmaya yeltenecekler. Şemdinli gibi bölgelerde böyle bir hesap yapılıyor oluşu dikkate alınmalıdır. PKK'nın Karadeniz'e yönlendirilmesi de bu çerçevede ele alınmalıdır. Bu yüzden Şemdinli'deki saldırı Musul-Halep'le bağlantılı saldırılardır" iddiasını dile getirdi.
İbrahim Karagül'ün "Şemdinli-Başika saldırısı: Bize yeni Musul oyunu dayatıyorlar" başlığıyla yayımlanan (10 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Dün Şemdinli'de ağır terör saldırısına maruz kaldık. 10'u asker, 18insanımız hayatını kaybetti, şehit oldu. Şüphesiz bu PKK saldırısı sadece terör saldırısı değildi. Özellikle 15 Temmuz darbe ve iç savaş saldırısından sonra, terör görünümlü bütün saldırılarınçokuluslu saldırı olduğunun altını çizelim. Aynı gün DAEŞ de Başikaaskeri üssüne saldırdı. Şemdinli'deki saldırı gibi, DAEŞ saldırısının daçokuluslu niteliği ortada.
ABD ve Avrupa'nın kiralık katilleri onlar!
Çünkü iki örgüt de, ülkemize yönelen, bölgemizi kana bulaşanuluslararası müdahalelerin kiralık katilleridir. ABD ve Avrupatarafından yönetilmekte, saldırılarını onların istihbarat örgütlerinintalimatları doğrultusunda yapmaktadır. Bu yüzden, artık terör meselesini yeni kavramlarla, yeni bir siyasi dille ele almak durumundayız. Artık terör değil, savaş kavramı ile ifade etmek durumundayız.
Artık Suriye'de, Irak'ta olanları, Halep savaşını, Musul'a yönelik operasyon hazırlıklarını çokuluslu müdahaleler çerçevesinde sorgulamak, 15 Temmuz saldırısıyla aynı senaryonun parçası görmek, bölgedeki güç mücadelesini bu çerçevede izlemek, Türkiye'yi Irak ve Suriye'den uzak tutmaya yönelik ABD-Avrupa iradesinin yeni coğrafya haritası üzerinde uzun uzun düşünmek zorundayız. Artık eski sözlerle, ezberlerle, ön kabullerle, ittifak ilişkileriyle bu karmaşık mücadeleyianlama imkanı kalmamıştır.
Halep ve Musul: Şehirler savaşı mı?
Peki;
Suriye savaşı ve Irak'taki belirsizlik, şehirler savaşına mı dönüşecek?Halep ve Musul, coğrafyamızdaki en büyük hesaplaşmanın iki ana cephesi mi olacak? Bu iki şehir üzerindeki güç mücadelesi, Türkiye dahil, bölgedeki hemen her ülke ile ilgili Batı başkentlerinde çizilenişgal haritalarına son şeklini mi verecek? Şehirler savaşı, ülkeler savaşının yerini mi alacak? Coğrafyanın yeni halini bu işgal haritaları mı, yoksa bölgemizin direnci mi şekillendirecek?
Halep'in kuzeyini bir terör örgütü ya da dışarıdan bir güç denetlemeye başladığı anda Suriye sınırı boyunca bir düşman cephe inşa edilecek ve bu cephe on yıllarca Türkiye'ye saldıracaktır. Musul'un kuzeyinde bir düşman güç demetim kurarsa, o cephe de on yıllarca Türkiye'yi vuracaktır? Daha bugünden ülkemiz aynı bölgelerden ağır saldırılar altına alındı bile. Tehdit güneyden, bu bölgelerden geliyor çünkü. Bugünkü tehditler, gelecekte büyük saldırıların ya da açık savaşın da bu bölgeden geleceğinin işaretidir.
Bize yeni bir Musul oyunu dayatıyorlar
Türkiye bu iki şehrin ve kuzeyinde mutlaka ama mutlaka var olmak zorundadır. Aksini düşünmek ürperticidir. Çünkü aksi şu demektir: Bugün FETÖ ya da başka terör örgütleriyle içeriden vurulan Türkiye, işte o zaman doğrudan açık, çokuluslu saldırılara maruz bırakılacaktır.
Ülkelerin kendini sınırlarında, topraklarında savunma anlayışı, son yirmi yılda coğrafyamızda olanlar göz önüne alındığındaçok tehlikeli bir stratejik körlük haline gelmiştir. Bunu tavsiye eden, dayatan her çevre, her ülke veya Türkiye içindeki lobiler, ya bu körlüğün kurbanıdır ya da başka bir hesabın parçasıdır.
1926'da Musul'un kaybedildiği dönemde yeni kurulan Türkiye'nin yaşadığı iç sorunlarla, bölgede İngilizlerin servis ettiği isyanlarla, bugünkü olaylar birbirine çok benziyor. Doksan yıl öncesi ile bugünü kıyaslamak bile olanları anlamak için yeterli olacaktır.
ABD'nin, Suriye ve Irak'ın kuzeyinde Türkiye'ye karşı aldığı düşmancapozisyon ile doksan yıl önce İngilizlerin oyunları birebir örtüşmektedir. O zaman isyanlarla iş yürütüyorlardı, şimdi terör örgütleriyle yürütüyorlar. Buradan bakınca, önümüzdeki dönemdeŞemdinli ya da bazı bölgelerde başka nelerin olabileceğinisorgulamak zorunda kalıyor insan.
Tek ortakları terör örgütleri
PKK ile, PYD ile, DAEŞ ile yürütüyorlar. Bütün bu örgütler bölgenin paylaşılmasına yönelik jeopolitik hesaplaşmanın tetikçileri olarak kullanılıyor. Ne hazindir ki, Türkiye'nin içinde bulunduğu ittifak halkaları ya da müttefikleri, Türkiye'yi vurulacak hedef olarak belirlemiş, o örgütleri Türkiye'nin üstüne salmış durumda.
ABD'nin Irak ve Suriye'de Türkiye gibi müttefikini kenara itip terör örgütleriyle açıktan ortaklık kurması yeni bir durumdur ve bize çok şey söylemektedir. Çünkü bu önceden örtülü yapılıyordu, artık açık biçimde terör örgütleriyle ortaklıklarını ilan ediyorlar, onlara kendiüniformalarını giydirebiliyorlar.
Akdeniz-İran sınırına kadar dışarıdan ve içeriden koridor
Şemdinli'deki saldırı, haftalardır Şemdinli, Aktütün, Çukurcabölgesindeki çatışmalar, Başika üssünün İncirlik'ten bile çok tartışılır hale getirilmesi, Fırat Kalkanı'nın yine ABD eliyle güneyden çevrelenmek istenmesi, Akdeniz kıyısından İran sınırına kadar Türkiye'nin güneyine terör örgütleri üzerinden bir kuşatma duvarı inşa edilmek istenmesi, çokuluslu bir operasyondur, coğrafyanın yeni harita taslaklarıyla ilgili bir tasarruftur ve bu plan Türkiye'yi hedef almaktadır.
Ellerinden gelse, Türkiye içinde de bir koridor açmaya yeltenecekler. Şemdinli gibi bölgelerde böyle bir hesap yapılıyor oluşu dikkate alınmalıdır. PKK'nın Karadeniz'e yönlendirilmesi de bu çerçevede ele alınmalıdır. Bu yüzden Şemdinli'deki saldırı Musul-Halep'le bağlantılı saldırılardır.
Sadece bugüne değil, bir kaç yıl sonrasına odaklanmak, bugünün işaretlerinin nerelerde ne tür sonular ortaya çıkaracağını öngörebilmek, günübirlik tartışmalardan kurtulup geleceğe yönelik çok ciddi hazırlıklar yapmak acil bir zorunluluktur.
Türkiye'nin siyasi aklı derin değişimi okuyor
Türkiye'de sadece hükümet, sadece güvenlik çevreleri, sadece istihbaratçılar değil, az çok bölgeyi izleyen herkes, bu yeni durumlara dikkat etmek durumundadır. Türkiye'nin entelektüel aklı, düştüğü sığlıktan derhal kurtulmalı, öne çıkmalı, bu konularda Türkiye ve dünyaya bir şeyler söylemelidir. Tarihin dönüştüğü bir dönemde yaşıyorsak ki yaşıyoruz, o zaman aydınlarımız, düşünce öncülerimiz bu açığı kapatmalı, güçlü sözler söylemeli, bu yönde kendilerini zorlamalıdır.
Türkiye'nin siyasi aklının doğru yerde durduğuna inanıyorum. Coğrafya ve dünyadaki derin değişimi, güç hesaplaşmalarını gördüğünü, buna göre pozisyon almaya çalıştığını, imkanları ölçüsünde müdahil olduğunu görüyorum.
Şaşırtıcı manevralar yapılmalı
Fırat Kalkanı müdahalesi bu açıdan kritiktir, tarihi izler bırakacaktır, yoluna devam etmelidir. Başika'daki askeri üs daha şimdiden uluslararası boyutta kritik bir stratejik pozisyon olarak öne çıkmıştır. Türkiye, bölgede asimetrik müdahalelere devam etmek durumundadır.
Şaşırtıcı manevralara ihtiyaç vardır. Geleneksel pozisyon alışları bu çok cepheli mücadelede bize sağlam pozisyonlar kazandırmayacaktır. Bu yüzden beklenmedik müdahaleler yapılmalıdır. Bütün dünya, sadece Ortadoğu'da değil, Baltıklar'da, Pasifik'te hatta Balkanlar'da bir süre sonra benzer şaşırtıcı müdahaleler görebilir. Dolayısıyla ezberler yerine öngörüler öne çıkmaktadır.
Onlar gerilerken, Türkiye yükseliyor
Türkiye'ye öncülük eden, onu görülmemiş bir hızla küresel ölçekte güç arayışına yönlendiren iradeye neden müdahale ediliyor sanıyorsunuz? Neden Gezi terörü, 17/15 Aralık oldu, neden 15 Temmuz'da o kanlı saldırı oldu sanıyorsunuz? Bu müdahaleler bitti misanıyorsunuz? Neden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı devreden çıkarmakiçin bu kadar uğraş veriyorlar, dalga dalga saldırıyorlar sanıyorsunuz?
Onların hesabı Türkiye'yi avuçlarının içine almak. Geçmişte olduğu gibi. Bugünkü siyasi akıl ve öncülük buna izin vermiyor. Türkiye ellerinden çoktan kayıp gitti ve kendi yolunu çizdi. Eskivesayetçilerden bir çoğundan daha güçlü hale geldi. Bununintikamını almak alıyorlar. Zaman geçtikçe ellerindeki kartlar zayıflıyor, müdahale araçları, içerideki ortakları güç kaybediyor.
Geçen her zaman Türkiye'nin güçlenmesi, onların zayıflaması demek. Çünkü Türkiye yükseliş dönemini yaşarken onlar duraklama hatta gerileme dönemlerini yaşıyor. İşte bu yüzden mücadele her yerde, çok boyutlu. Güneydoğu'da, Suriye'de, Musul'da, Ankara'da, İstanbul'da…
Cepheyi daha da ileri taşımak
Biz bu ülkeye inanıyoruz. Gücüne, imkanlarına, derin tarihi tecrübesine inanıyoruz. Bugünkü siyasi aklına, siyasi öncülüğüneanıyoruz. Bölgeyi ve dünyayı okuma biçimine inanıyoruz. Coğrafyamızda yaşanan Doğu-Batı mücadelesinde Türkiye'nin tek yanlı bağımlılıkilişkisi yerine karmaşık güç ilişkilerine göre pozisyonlar almasını doğru buluyoruz. Yapmamız gereken tek şey, evimizi daha da güçlendirmek, sınırlarımızı, sınır ötesindeki savunma kalkanlarımızı daha da güçlendirmek.
Korkmak değil diri durmak için sürekli teyakkuzda olmak. 15 Temmuz sonrası neler olacağına dair sağlam öngörülerde bulunmak. Yapmamız gereken tek şey, bugünkü mevzilerimizi daha da genişletmek. Onlar savaşı Türkiye'nin içine taşıdıkça cepheyi sınırların çok daha ötelerinde taşımak. Bugün yapılan o, engellemek istedikleri o…