Medya

Yeni Şafak: Moğollardan ne farkın kaldı İran, siz kimsiniz, nesiniz; Mekke'ye de saldıracaklar!

"Hangi medeniyete, hangi dine, hangi kültüre sığdıracağız sizi?"

16 Aralık 2016 13:05

Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Suriye'nin Halep kentinde çatışmaların sürmesiyle ilgili olarak "Moğollardan ne farkın kaldı İran?" diye sordu. Karagül, "Hadi onlar Hristiyan'dı, putperestti, Yahudi'ydi. Hep öyle dediniz, bizden uzak dediniz, düşman dediniz, yabancı dediniz, istilacı deniniz, bize öyle öğrettiniz. Peki siz kimsiniz, siz nesiniz? Halep'te sizi nereye koyacağız sizi? Hangi medeniyete, hangi dine, hangi kültüre sığdıracağız sizi" görüşünü savundu.

İbrahim Karagül'ün "Haçlılardan, Moğollardan ne farkın kaldı İran" başlığıyla yayımlanan (16 Aralık 2016) yazısı şöyle:

Atlas Okyanusu'ndan Pasifik kıyılarına kadar, yeryüzünün ana eksenini oluşturan Müslüman Ortak Kuşak'ta taş üstüne taş bırakmama kararı vermişler. Her ülke için ayrı planlar, projeler yapmışlar. Hiçbir ülkeyi, hiçbir bölgeyi istisna tutmamışlar.

Derin zaaf alanları belirlemişler, her müdahaleyi bu zaaf alanları üzerinden yürütme planları yapmışlar. Şimdi; etnik çatışmalar, mezhep savaşları üzerinden bütün o geniş coğrafyayı büyük bir yıkıma sürüklüyor, 21. Yüzyıla yayılacak şekilde felaket ve kaossenaryoları uyguluyorlar.

Kimse kendini güvende hissetmesin. Hiçbir ülke ilişkilerine güvenmesin. Hiçbir başkent bu büyük hesabın arkasına gizlenerek kendini koruyacağı, dahası bir takım kazanımlar içine gireceği hesabı yapmasın. Biz bu asırlık müdahalelerin daha ilk evrelerini yaşıyoruz. Biz, ülkelerimizdeki, topraklarımızdaki beyinsizler ve hainler yüzünden felaket üstüne felaket yaşıyoruz.

Bizi kan denizine sürükleyen kim?

Biz, 20. Yüzyıl boyunca hüküm süren ısmarlama rejimlerin tükenmişliğinin, tayin edilmiş siyasi kadroların beceriksizliğinin yol açtığı kan denizinde yüzüyoruz. Biz o yapay sınırların anlamsızlığı, zoraki devletçiklerin ihaneti, toplumsal bağların yıpranmışlığı üzerinde bir hayat bulma, bir fidan büyütme, bir can aralığı keşfetme mücadelesi veriyoruz.

Devletlerin örgütleştiği, siyasi ahlakın yerlerde süründüğü, terör örgütleri üzerinden coğrafyanın talan edildiği, bin yıldır birlikte yaşayanların birbirine boğazlatıldığı, kadim şehirlerimizinharabeye çevrildiği, kafasını kaldıran her ülkenin ağır bir şekilde cezalandırıldığı bir dönemin, bir tarih aralığının, bir talihsizlik çağının insanlarıyız.

Aynı zamanda kahramanlarıyız. Belki bütün bu kötülüklerin ardından, bu dibe vuruşun ardından başlayacak, daha şimdiden işaretlerini ortaya koyan yeni yükseliş çağının, meydan okumanın, derin değişimin kahramanlarıyız.

Haçlılardan, Moğollardan ne farkınız kaldı sizin!

Halep şoku yaşıyoruz. Ülkelerin ahlaken nasıl iflas ettiğinin, Müslüman kimliğinin İslam'ı en çok kullanan ülkeler ve örgütler tarafından nasıl değersizleştirildiğinin, en basit insani hak ve ahlakın nasıl yerle bir edildiğinin şokunu yaşıyoruz.

Kadınların, çocukların nasıl imha edildiğinin, yok edilen, harabeye dönüştürülen bir şehirden çıkışlarına bile izin verilmediğinin, katliamla kutsanan ülkeler ve onlara bağlı örgütler tarafından yaralılara bile merhamet gösterilmediğinin örneklerine tanık oluyoruz.

Kudüs'ü işgal edip bütün Müslümanları kılıçtan geçiren Haçlılardan ne farkınız var? Anadolu'da taş üstünde taş bırakmayan Haçlılardan ve Moğollardan ne farkınız var?Bağdat'ı yakıp yıkan, nehirleri kan nehrine dönüştüren Moğollardan ne farkınız var?

Ebu Gureyb'de esirleri köpeklere parçalattıranlardan, sadece Müslüman olduğu için en ağır aşağılamalara maruz bırakanlardan ne farkınız var? Filistin halkının kanı üzerinde kurulan, kanı ile beslenen İsrail'den ne farkınız var?

Siz kimsiniz, nesiniz, hangi dindensiniz?

Hadi onlar Hristiyan'dı, putperestti, Yahudi'ydi. Hep öyle dediniz, bizden uzak dediniz, düşman dediniz, yabancı dediniz, istilacı deniniz, bize öyle öğrettiniz.

Peki siz kimsiniz, siz nesiniz? Halep'te sizi nereye koyacağız sizi? Hangi medeniyete, hangi dine, hangi kültüre sığdıracağız sizi?

Hadi bu bir savaş diyelim. Muhalifler yenildi, diyelim. Halep'i ele geçirdiniz, diyelim. Ne yani herkesi kılıçtan mı geçireceksiniz, kurşuna mı dizeceksiniz, toptan imha mı edeceksiniz? Ne istiyorsunuz? Bu, harabeye çevirdiğiniz şehirde hiç mi canlı bırakmayacaksınız? Kadınların çıkışına, çocukların çıkışına engel oluyorsunuz, ambulanslara, yaralı taşıyan araçlara saldırıyorsunuz.

Siz söyleyin, biz size ne diyelim?

Sivil kıyıma girişiyorsunuz, toplu katliama yelteniyorsunuz. Siz nesiniz, kimsiniz, hangi ahlak ve geleneğin ürünüsünüz? Müslüman öldürmekle mi şahlanacaksınız, masumları katlederek mi devlet olacaksınız, coğrafyanın nefretini kazanarak mı saygı kazanacaksınız?

Yoksa bütün bunlardan vazgeçtiniz, yeni bir istilacı güç, yeni bir işgalci güç, intikamcı güç olarak mı tanımlayalım sizi? Siz söyleyin, biz size ne diyelim? Biz, Halep'te masumlara yaptıklarınızı gördükten sonra bundan sonra bu coğrafyada neler yapacağınıza dair ne düşünelim?

Halep: İran'ın Srebrenica'sı..

Türkiye, Rusya ile ateşkes sağlayarak bir nefes aralığı oluşturdu. O dar alana sıkıştırılmış, enkaz altında kalan insanlarısağ salim dışarı çıkarmak için bir yol açtı. İran, Suriye ordusu içindeki bütün unsurlarıyla, Suriye içine yerleştirdiği bütün terör örgütleriyle buna karşı çıktı. Olmadı, engelleyemedi.

Bu sefer sivilleri taşıyan konvoylara saldırdı, yaralıları taşıyan ambulanslara saldırdı. Savaştan, katliamdan kaçan sivilleri katletti. Belki onlar orada kalsaydı, Halep'te kalsaydı bir çeşit Srebrenica yaşayacaktık ve bu İran'a bağlı terör örgütleri üzerinden uygulanacaktı.

O çirkin mezhep söylemi ve Pers imparatorluğu..

Hal böyle iken, biz İran'a hiç mi bir şey demeyelim, Tahran'ın bu acımasızlığına hiç mi itiraz etmeyelim, hiç mi isyan etmeyelim? Bu nasıl bir devlettir, nasıl bir rejimdir?

Çirkin bir mezhep söylemi üzerinden bütün silahlarını Müslümanlara doğrultan, bütün gücünü Müslüman toprakları ilhak etmede kullanan, mezhep fanatizmi üzerinden terör örgütleri kurup ülkelere saldırtan bu devletin hiç kutsalı yoktur?

Bu, mezhep savaşı değil, biliyoruz. İran bir Fars emperyalizmi hayali yaşıyor, biliyoruz. Bu işgalci ve yayılmacı planlarını mezhep üzerinden servis ediyor, biliyoruz. Bütün coğrafyanı imha edecek bir nükleer güce dönüştürülmek istenen mezhep savaşlarının baş tetikçiliğini oynuyor, bunu da biliyoruz.

Bu büyük istila hesaplarını kullanarak Kızıldeniz'den Afganistan'a kadar bir Pers imparatorluğu kurmaya çalışıyor ve korkunç bir güç zehirlenmesi yaşıyor, hepsini biliyoruz.

Sen önce kendi etnik haritana bak

Ama bu ülkenin yüzde ellisinden fazlası Fars kökenli değil. Azeri, Arap, Kürt, Türkmen, Beluci ve diğerlerinin nüfusu Fars kökenlilerden fazla. Ülkenin etnik kırılganlığı bölgedeki her ülkeden daha hassas. Dünyadaki bütün Şii kökenlileri birer silahadönüştürüp bulundukları ülkeleri istikrarsızlaştırıyor.

Basra Körfezi ülkelerini, Yemen'i, S. Arabistan'ı hedef alıyor. Türkiye'ye karşı PKK dahil terör örgütlerini destekliyor, besliyor. Devrim'den bu yana Müslüman toplumların kendisine verdiği moral desteğini onlara kan olarak geri iade ediyor.

Ama İran, ilk kez bu kadar açık bir şekilde Müslüman toplumları hedef almaya başladı. Irak'ta korkunç mezhep katliamları yaptı. Şimdi bunu Suriye'de yapıyor. Mezhep kimliği arkasına gizlediği o ahlaksız savaşı o boyutlara vardı ki, sonunda masumları, savaştan kaçanları, kadınları, çocukları katletmeye, toplu infazlar yapmaya başladı.

Mekke'ye de saldıracak..

Tahran'ın Suriye'deki meselesi Suriye değildir. Şam rejimini korumak değildir. Irak'ı ele geçirdi, Suriye'yi de ele geçirip sınırını Akdeniz kıyılarına kadar uzatmaktır. Yemen'i de ele geçirip sınırı Kızıldeniz kenarına uzatmaktır. En nihayetinde de Mekke'ye ele geçirip savaşı İslam'ın kalbine yerleştirmektir.

Biz mezhepçi bir dil kullanmayacağız. Coğrafyamıza o gözle bakmayacağız. İran halkını o söylemle suçlamayacağız. İran'ın bu anlaksız işgal girişimlerine karşı Tahran rejimine yönelteceğiz oklarımızı. Her şeye rağmen İran'da yaşayan vicdan sahiplerinin ses vermesini bekleyeceğiz. Onların insan duyarlılıklarına hitap edeceğiz.

Savaşı İslam'ın kalbine İran'la yerleştiriyorlar

Ama Tahran rejiminin coğrafyayı ateşe veren bu istilacı politikalarına, bu saldırgan tutumuna karşı en keskin tepkilerimiziortaya koyacağız. Bütün gücünü Müslüman ülkelere ve toplumlara yönelten böyle bir rejimi mahkum edeceğiz, suçlayacağız, onun Batılı istila dalgasıyla ortak bir şekilde Müslümanları vurmasının önüne geçmeye çalışacağız.

On yıl önce “Savaş İslam'ın kalbine yerleşecek” diyenler bunu İran üzerinden tezgahlayacaklarmış, yeni yeni anlıyoruz. Etrafındaki bütün ülkelerin istikrarsızlık alanlarını tahrik eden İran'ın bütün bu tahriklerine rağmen bizler o “iç savaş” tezlerine yenilmeyeceğiz ama bu, hiçbir şey yapmayacağımız anlamına gelmemektedir. Zaten kendisi yapacağını yapmış, coğrafyada yalnızlaşmış, yabancılaşmış, bir dış düşman haline gelmiştir.

Halep düşmedi, Moğolları hatırla..

Halep düşmedi. Böyle savaşlar bitmez. Böyle savaşların sonu gelmez. Bugün gidenler yarın geri döner. Bugün kazandık zannedenler yarın yenildiğini anlar. Şehirleri, ülkeleri, milletleri imhaya girişenler hiç bir zaman kazanamaz.

Bugün Tahran yönetimine Moğolları hatırlatmak geliyor içimden, Haçlıları hatırlatmak geliyor. Bu coğrafyanın intikamının nasıl bir şey olacağını hatırlatmak geliyor. Yeni bir Pers İmparatorluğu'nun sadece bir hayal olduğunu hatırlatmak geliyor.

Gün gelir evinde vurulursun

Sen bu yola böyle dolu dizgin gidersen, sen coğrafyadaki bütün ülkeleri, ulusları, şehirleri arkasından vurursan gün gelir içeriden vurulursun, evinde çökersin, bir gün gelir ayakta kalma mücadelesi verirsin, demek geliyor.

Mezhep Savaşı, Batı'nın coğrafyayı yok etmek için keşfettiği bir nükleer güçtür. Nükleer savaş kadar yakıcıdır. Aman dikkat! Bu felakete sürüklenmemeye dikkat. Bu tuzağa düşmeyeceğiz. O mezhep dilini kullansın biz onun gizlediği askeri hedeflerine, siyasi hedeflerine, jeopolitik hesaplarına savaş açacağız, onunla mücadele edeceğiz.

Müslüman ülkeler Türkiye'ye güç vermeli

Atlantik'ten pasifik kıyılarına kadar, yeryüzündeki Müslümanlar Türkiye'ye destek vermeli. Bu ilke, ahlak, vicdan hareketine, mücadelesine katkıda bulunmalı. Ayakta kalan, Son Kale'ye omuz vermeli. Bütün ülkelerin, toplumların böyle bir sorumluluğu vardır.

Yeryüzünden dik duran, doğruları haykıran, böyle bir siyasi akla, kadroya, lidere ve toplumsal şuura sahip Türkiye güçlü durmalı. Dışarıdan ve içeriden yok etmeye ayarlı bütün felaket senaryolarına karşı Türkiye'yi yalnız bırakmamalı. Türkiye'nin öncülük ettiği kaynaştırıcı, birleştirici siyasi söyleme, güç verdiği dirence, tarihsel sorumluluğa herkes katkıda bulunmalı.

Türkiye'den başka umut kalmamıştır

Coğrafyanın başka umudu kalmamıştır. Bu rüzgar tersine dönecekse, Türkiye bu işin merkezinde olacaktır. Türkiye yalnız kalırsa, daha çok ülke parçalara ayrılacaktır. İran'ın Pers rüyaları, mezhep fanatizmiyeni büyük tehdit olarak öne çıkmıştır. Bu yeni tehdide karşı, bölgeyi sakinleştirecek ülke Türkiye'dir. Kuzey Afrika'dan Pakistan'a, Endonezya ve Malezya'ya kadar her ülke, bu tarihi sorumlulukla yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Bu umut, Türkiye umudu, yüzyılımızı, coğrafyamızı kurtaracak, ayağa kaldıracak, çatışma alanlarını refah alanlarına çevirecek, kurtuluş yolunu gösterecek tek umuttur. Yoksa tarihin akışını da, coğrafyanın tamamını da kaybedeceğiz…

Ama biz biliyoruz ki Türkiye, kimse olmasa da, yapayalnız kalsa dadirenecek, mücadeleye devam edecektir. Çünkü Tarih boyunca hep böyle yapmıştır.